Seyyal Taner: Bir Türkiye kompleksi

Müziği, dönemin yerel ve küresel bütün çağdaş titreşimlerine, esintilerine, stillerine açık; sesi rock ve funk’ın çatlaklarından Anadolu uzun havalarının acı feryatlarına sızan bir tonal gezgin; vücudu slow parçalarında bile durdurulamayan bir mobiliteye, bir dansa yakalanmış, kapılmış bir cenderekıran… Ve haliyle her dönemde çağdaşlarının önünde, kitle kültürünün klişe isterlerine aykırı, protest ve yenileyici…

Ahmet Tulgar ahtulgar@gmail.com

Seyyal Taner, bir Türkiye kompleksidir. Bütün toplumlar, sosyolojik, kültürel ve siyasi evrimleri boyunca kompleksler üreterek gelişir ama Türkiye, coğrafyasındaki geçişlilikler ve tarihsel ve sosyolojik çoğulluğundan kaynaklanan sebeplerle birçok başka topluma göre, görece daha fazla kompleks üretmiştir. Ve bu kompleksler gündelik olan da dahil hayatın her alanında yeniden üretilir. (Bu paragrafın bütününde kompleks kavramını bir kez bile psikolojiden edindiği olumsuz çağrışımlara yol açması amacıyla kullanmadım. Tam tersine kompleksler, karmaşıklıklar anlamında benim için zenginleştirici, geliştirici, motive edici, dahası heyecan verici hareketli yapılardır ve işte Seyyal Taner de, Türkiye popüler kültüründe böyle heyecan verici bir komplekstir, bir Türkiye kompleksidir.)

Seyyal Taner

TDK sözlüğünde de kompleksin karşılığı olarak altıncı maddeye kadar bir olumsuzluğa rastlanmıyor. Ama sonra Ayşe Kulin’in bir metninden verilen örnekte, yazar, kahramanının bir kompleksinden söz ediyor ama ne olduğunu belirtmeyince okur doğrudan psikolojiye, psikolojideki (olumsuz) anlama gönderiliyor.

Almanca sözlüklerde ise durum epey farklı, şöyle ki kompleks sözcüğünün karşılığı olarak, çok katmanlı, çok şeyi kapsayan, çok yüzlü (geometrik anlamda), kapsayıcı sözcük ve tamlamalar gösterilirken, benzer anlamlılar ise, ilişki açısından zengin, çok boyutlu, çok çeşitli, birbirine geçişken, çözülemez, ayrıştırılamaz, bağlantılı, iç içe geçmiş olarak sıralanıyor. Edebiyattan verilen tek örnekte ise, metindeki kahramanlar kompleks insanlar olarak olumlanıyor, edebi açıdan övgüye şayan olduğu ima ediliyor.

Şimdi oldu, genelde Türkiye kültürüne, özelde ise portre konum olan kişiye kompleks ya da karmaşıklık niteliği yakıştırmamın olumluluğunu, olumlamalarını baştan masaya koymuş oldum.

Seyyal Taner’in kompleks hali (karmaşıklık hali), ondaki çokkatmanlı ve çokyüzlü bir hareketli yapıya, artistik, estetik ve öncelikle de müzikal üç alanda bir çoğulluğa ve geçişliliğe işaret ederken, bu üç alanın da ayrıca kompleks olmasından ötürü daha da büyük bir zenginliğe ulaşmıştır.

Seyyal Taner, bütün kariyeri boyunca Türkiye kompleksinden kendine kompleksler üreterek, 1970’lerden handiyse bugüne kadar özgünlüğünü korumuş, Türkiye popüler kültürünün en ele avuca sığmaz ve karmaşık ama o ölçüde de heyecan verici bir estetik işlemcisi olmuştur.

Ve haliyle her dönemde çağdaşlarının önünde, kitle kültürünün klişe isterlerine aykırı, protest ve yenileyici…

Ülkenin Batıcıllığı, yüzünü Batı’ya dönmüşçülüğü ile kültürel geleneklerinden kopmamışlık, kopamamışlık; modernist bir kent-taşra hiyerarşisi ile kösnül bir yurtiçi egzotizm; Batı giyim estetiğine eklemlenmiş 60’ların gençliğinin isyan stilizasyonu ile Türkiye’nin folklorik, şifahi kılık kıyafet kanunu (adabı)… Hepsi Seyyal Taner estetiğinde yerini bulur.

Müziği, dönemin yerel ve küresel bütün çağdaş titreşimlerine, esintilerine, stillerine açık; sesi rock ve funk’ın çatlaklarından Anadolu uzun havalarının acı feryatlarına sızan bir tonal gezgin; vücudu slow parçalarında bile durdurulamayan bir mobiliteye, bir dansa yakalanmış, kapılmış bir cenderekıran

Bu hafta, Seyyal Taner’in çok sayıda videosunu izledim youtube’da. Leyla adlı şarkısında, klişe bir efsane anlatısını modernist bir eleştiriye tabî tutarak dünyevileştirir ve tenselleştirirkenki muzipliğine, Sen Çok Yaşa adlı şarkısının introsu’ndaki zılgıtlarla elektriklenen hançeresinden yükselen figanda ve dansının tutulduğu, durduğu halaydaki o doğduğu topraklara özgü tevazu jestli maharetine hayran kaldım bir kez daha...

Oysa onu Türkiye, ilk, pop tınıları ve bu tınıların zapt edemediği isyankâr bir rock koreografisi ile tanımıştı ve o bu çelişkiyi müziğinin coğrafyasının sınırlarını genişleterek aşacaktı.

Seyyal Taner, 1952 yılında Urfa’da doğdu. Ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden (Robert Kolej’in kız kardeşi) mezun oldu. Okul yıllarında bale dersi aldı. 1965 yılında da Şerif Yüzbaşıoğlu’ndan müzik eğitimi almaya başladı. Adını bir albay olan babası vermiştir ve seyyal akıcı, akışkan anlamına gelir.

O yılların, 1960’lı, 70’li yılların estetik ideolojisine referansla, güzel kadınlara sahnede eğer illa pop müzik ya da dönemin tabiriyle hafif müzik yapacaksa biçilen rol, seyircinin kafasını fazla karıştırmaya mahal vermeyecek chanconnette (şansonet) benzeri durağan ama illa dans da edecekse oryantali anıştıran beden hareketleriyle şenlenen bir performanstı. Bu kalıpları kıran az sayıda kadın şarkıcı ise, böylece kitle kültüründen popüler kültüre sapan yolun eşiğine de gelmiş olurlardı. Seyyal Taner de onlardan biriydi. Ve herhalde bu geçişi de en programlı, en kararlı biçimde yapan oydu. Şarkı ve kıyafetlerinin seçiminden sahne koreografisine, beraber çalıştığı grup ve prodüksiyon arkadaşlarının seçimine kadar – ki hep en iyilerle çalışırdı – yaptığı bütün seçim ve tercihler buna, o geçişe yönelikti.

Seyyal Taner'in sahneye salıncakla inişi

Bir anlamda sahnede, (saz heyetinin önündeki) kaskatı bir hanendelikten kurtulup, (arkasındaki grubun bir anlamda üstünde) lead vocal’e (sürükleyici vokal, lider ses) geçiştir bu.

Annem, kendisi de uzun yıllar operet ve operalarda profesyonel dansçı olarak çalıştığından olmalı, Seyyal Taner’i 1970’lerin ortasında televizyonda ilk kez izledikten sonra, günlerce onun dansını konuştu, övdü. Özellikle de dansın bir yerinde bacağını tekme savururcasına kaldırmasından çok etkilenmişti.

Futbolcu Eric Cantona’nın bir maç sırasında rakip takımın bir holiganının milliyetçi hakaretlerine karşılık olarak savurduğu uçan tekmesinin nasıl sembolik bir değeri vardıysa ve bu olay, Cantona’nın futbolu bıraktıktan sonra ırkçılıkla mücadelede militanlaşmasına kadar vardıysa, Seyyal Taner’in Cantona’dan yıllar önce (yaklaşık 20 yıl) savurduğu tekme de yenilikçi ve en azından reformist ama illa ki protest bir jest olmalıydı. O yıllar, Türkiye’de sol toplumsal muhalefetin de hızla yükseldiği ve tarihinin en büyük kitleselliğine ulaştığı dönemdi. Şimdi burada bu yaptığım, acaba riskli bir karşılaştırma, benzeştirme, ilişkilendirme midir? Sanmıyorum. Sosyoloji, siyaset ve kültürün kompleks yapıları sık sık ancak böylesi riskli karşılaştırmalar, benzeştirmeler ve evet, ilişkilendirmelerle didiklenir, aydınlanır, anlaşılır.

Seyyal Taner, alaturka gazino kültürüne rock tarzı grup performansını getiren ilk isim oldu. Sıradışı ve rockçı stili kıyafetleri ile Seyyal ve ona eşlik eden grup arkadaşları Seyhan Karabay ile Sedat Avcı, gazinoları konser venue’lerine (müzikhol, buluşma yeri) dönüştürüyordu. Ben de annem ve arkadaşlarının yanında Seyyal, Seyhan ve Sedat üçlüsünü Lalezar’da sahneyi inletirken, davulu patlatırken izlemiş ve ilk kez kulise gidip bir yerli gruptan imzalı resim istemiş, almıştım da. Seyyal Taner’in o gün kulisteki o nefes nefese yakınlığını ve sempatikliğini unutmadım. Sonraki karşılaşmamız daha uzun sürecekti.

Farsça’da, eski İran episteme’sindeki (Foucault'nun anladığı, tanımladığı anlamda episteme) 'her yüzyılda bir dünyanın etrafında bir tur atıp, başka bir yere giden, hiç yerinde duramayan yıldız'ın da adıdır Seyyal.

Seyyal Taner’in, müzikal janr’lar arasında sınır ihlalleriyle ilerleyen yolculuğu sırasında çok sayıda yol arkadaşı oldu ve hepsi de dönemlerinin en iyileriydi.

Şerif Yüzbaşıoğlu, Seyhan Karabay ve Sedat Avcı’yı andım. Yaklaşık bir sıralamayla Seyyal Taner’in çalıştığı müzisyenler ve söz yazarlarından bazıları şunlardı: Kanat Gür, Melih Kibar, Çiğdem Talu, Norayr Demirci, Timur Selçuk, MFÖ, Galip Boransu, Aysel Gürel, Olcayto Ahmet Tuğsuz, Zeynep Talu, Fahir Atakoğlu, Orhan Atasoy, Istvan Lee-Ossy, Ülkü Aker, Metin Özülkü

Onu şarkıcılığa başlaması için cesaretlendiren Selda Bağcan, Ferhan Üçoklar ve yakın dostu, adeta menajeri, bir dönemin efsane dergi yönetmenlerinden Arda Uskan’ı da anmalıyım burada. 

Onu henüz meşhur olmadan sahnede ünlü modacı Yıldırım Mayruk’un diktiği kıyafet içinde dans eder şarkı söylerken izlediğinde, Haldun Dormen, şöyle der: “Sahnelere bir panter düştü.” Estetik bir vahşet, Seyyal Taner’in sahne performanslarının daha başında leitmotif’iydi (ana motif, süreklilik oluşturan motif).

Seyyal Taner, ilk 45’liğini bir Erkin Koray şarkısı ile 1974’te yaptı ama o plak beklediği şöhreti getirmedi ona. Ancak 1976 yılında, Son Verdim Kalbimin İşine şarkısı ile bir gecede Türkiye’nin en ünlü şarkıcılarından biri oldu. Hemen ardından bu defa Kalbimi Affettim gelir. Ve aynı ilgiyi görür. Seyyal Taner, müzikal yolculuğunda artık gaza basabilir, tarzlar, stiller ve ekollerin parkurunda bir uzun yol sürücüsü, bilinçli bir avare, kararlı bir serseri olabilirdi. Artık plaklarında ve sahnesinde rock, pop, funk, Anadolu ezgileri, caz, soul ve uzun hava bir aradaydı.

Seyyal Taner, daha 1960’ların sonunda, henüz handiyse amatör bir orkestra şarkıcısıyken, Yeşilçam’ın dikkatini çekmişti. Sinema kariyeri 1968’de başladı, art arda filmlerde oynadı ve 1976’da şarkıcı olarak şöhrete ulaşana kadar aynı yoğunlukta devam etti. Sonrasında da zaman zaman sinema filmlerinde ve televizyon dizilerinde rol aldı. Yine 1968’te Los Bravos topluluğu üyeleri ile topluluğun İstanbul’da verdiği bir konser sırasında tanışan Seyyal Taner, onların daveti üzerine gittiği İspanya’da bir müzikal filmde oynadı. Ardından yine İspanya’da Villa Rides adlı filmde bir kadın savaşçıyı oynadı. Bir süre sonra da Almanya’ya gidip Los Bravos’un gitaristi Peter Harold ile evlendi. Melanie (Mine) adını verdikleri bir kızları oldu. Kısa süren (neye göre) bu evlilikten sonra Türkiye’ye, Yeşilçam’a döndü ama artık sinemadan çok müziğe yoğunlaşmak istiyordu.

Seyyal Taner, sinemada da hanım hanımcık rollerden uzak durmuş ve vamp, şuh, femme fatale, seksi, baştan çıkarıcı, kötücül, artık ne derseniz deyin rolleri kendi imgesine daha fazla yakıştırmıştı. Cesurdu, işine ve hayata karşı ahlâklı ama ahlâkçı değildi. Yeri geldiğinde çıplaklığı da insanın güzellik hallerinden biri olarak sunardı kamuoyuna.

Seyyal Taner, uluslararası müzik çevrelerinde de isim yapmıştı. Özellikle yakın dostluk kurduğu ABD’li caz füzyon grubu Spyro Gyra ile Anadolu türkülerinin rock versiyonları üzerinde çalıştı.

Seyyal Taner’in 2012 yılında gazeteci Ayşe Arman’la yaptığı söyleşide şöyle bir konuşma geçer:

A:A.: “Ne güzel! Geyler de seviyor sizi, bir gey ikonusunuz...”

S.T.: “Evet ya, oldum olası öyleydi. Bence sebebi hem maskülen hem feminen kişiliği içimde barındırıyor olmam.”

Bu gey ikonu denilen şey ne menem bir şeydir, kestirmek zor ama Seyyal Taner’in İstanbul’da, 80’lerde gey topluluğun rağbet ettiği kulüplere, özellikle de Talimhane’deki Ceylan’ın işlettiği Pub 14’e gelip eğlendiğine, muhabbet ettiğine tanık oldum.

Hatta o sıralar kulübün müdavimlerinden olan ve çok güzel dans eden Balkanlar’dan gelme Yusuf adlı bir delikanlıyı klibinde dansçısı yapmıştı.

O yıllarda 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında özgürleşen, neşelenen İstanbul gece hayatını ve güzelliklerini keşfetmekle meşguldüm ben de iş dönüşlerinde ve Seyyal Taner’le de birkaç sohbetim oldu. Hayal kırıklığına uğramadım. Farklıydı, evet. İyi anlamda.

Seyyal Taner, bugüne kadar 7 adet 45’lik, 8 adet albüm yaptı, 50’ye yakın filmde oynadı. 1968’de, ilk filmlerinden biri olan Yavuz Yalınkılıç’ın yönettiği Aslan Bey filminde Yılmaz Güney’in karşısında, onunla birlikte başroldeydi. Filmin senaryosu, Türk milliyetçiliği çağrışımları içermesi, Ruslar’ın Kafkasya işgalini anlatması hasebiyle, Yılmaz Güney’in daha o yıllarda yönünü belirlediği sol siyasi dünya görüşüyle ilişkilendiğinde sürprizli bir arşiv bilgisi niteliği kazanıyor. Bu da sinefillere bir servisim olsun.

Seyyal Taner Ethnic Rock (2012) albüm kapağı

Seyyal Taner gibi çağının hem küresel hem yerel (geleneksel) müziğine bu denli açık bir insanın deklare bir siyasi duruşu var mıdır? Bilmiyorum. Takip etmedim bu taraftan. Ama yaptığı her şey bir anlamda politikti onun da. İlla bir politika terimi yakıştırmam gerekiyorsa ama Seyyal Taner’e – ki yakışır – her haliyle, her tutumuyla, şarkıları ve sahne şovlarıyla, dahası filmlerindeki gerekirse genel ahlâk ideolojisinin sınırlarını da zorlayan sanatçı tavrıyla bir kadın özgürlükçüydü, özgürlükçüdür o. İşlevi, etkisi itibarıyla önce.

Seyyal Taner, hayatı ve kariyerine popüler kültürdeki yeri ve işlevi açısından bakıldığında, sadece kendisini reprezante etmekle, temsil etmekle kalmıyor, popüler kültür, hatta kitle kültürü figürlerinin birçoğunun, 1960’lardan başlayıp 1970’lerde şahikasını bulan, inişe geçtiğinde bile cılız da olsa 1990’ların ilk yarısı boyunca da süren estetik arayışını, Türkiye kompleksinin eşzamanlı hatları ve artzamanlı kökleri arasında sık sık el yordamıyla olsa da yaptıkları çokkatmanlı yolculukları da hatırlatıyor.

Bugünün popüler kültür ve kitle kültürü figürlerine, hatta edebiyatçılarına, sanatçılarına bakıldığında görünen ise, onların bu Türkiye kompleksini artık bir labirent olarak algılar, öyle üretir olduklarıdır. Öylesi bir tıkanmışlık, takılıp kalmışlık, rölanti hali, yerinde sayma, tekrarlama ve elbette erozyona uğratma yani…

Ve artık o labirente girmeden önceki toplumsal ve kültürel hayat hatırlatıldığında, az da olsa böyle kültür ürünleri ortaya konulduğunda, toplum da zaten bir agorafobiye kapılmaktadır.

Oysa, bir kompleksi, bir karmaşıklığı, zenginlik, çokkatmanlılık ve benzeri sıfatlarla görmek, onun üzerine ondan beslenen yine kompleks, karmaşık hareketli yapılar kurmak, bunu yapana, komplekste yol almanın haritasını, en azından bir krokisini kazandırır.

Bir kompleks, labirent olarak görüldüğündeyse, geçmişe ve geleceğe yönelik agorafobinin dehşeti doğar. Ve kültürün her alanında tutuculaşma ve sığlık başlar, yayılır. Tekdüze bir monolog ve tektip bir kitsch büyür.

Seyyal Taner’in parıltılı hayatı ve kariyeri, bana bunları da düşündürdü. Sağolsun.

Tüm yazılarını göster