Sevinmeyi hatırlayanlar, hüzünle tanışanlar

23 Haziran gecesi bir tarafın sevinmeyi hatırladığı diğer tarafın hüzünle tanıştığı gece olarak kayıtlara girdi. Devran dönmediyse bile uzunca bir zaman sonra ilk defa kımıldadı diyebiliriz. Bazı şeyler çok güzel oldu. Her şeyin güzel olması için daha ivme lazım. Daha fazla ele, daha fazla kuvvete ve daha sağlam zeminli bir uzlaşı köprüsü inşa etmeye ihtiyaç var.

Abone ol

Ulaş Altuner*

Firuzağa Meydanı’nda bütün gölgelikler parsellenmiş. Çay üstüne çay, soda üstüne soda tüketiliyor. Bir taraftan da vakti kerahat bekleniyor. Uzun bir gece olacağı beklentisi hâkim. Analizler havada uçuşuyor. Gözler telefon ekranında. Sandıklar açılalı henüz bir saat bile olmamış ama duyumcu ‘mütevettir’ tayfa fasikül fasikül bilgi ışınlamaya başlamış durumda.

“İlk bin sandıkta vaziyet böyleyse bu iş bitti” diyor birisi. Beriki, “hangi bölgenin sandıkları olduğuna bakmak lazım” diye bloke ediyor. Memlekette herkes seçim-sayım uzmanı oldu. Mevzuattan itiraz sürecine kadar her şeyi bir tamam öğrenmiş durumdayız çok şükür. Rastgele 10 kişi seçsek, bir genel seçimi A’dan Z’ye organize ederler. Muhtemelen daha da iyi ederler.

Bir uğultu koptu. Sevinçli bir uğultu ama öyle gol sevinci gibi doludizgin değil. Penaltı oldu herhalde. Akordeon çalan çocuk birden Çav Bella’ya geçti. Sevinçli uğultu masadan masaya dalga dalga yayılmaya başladı. Meğer biz uzun bir gece beklentisiyle parmak hesabı oy sayarken Binali Yıldırım canlı yayında rakibinin zaferini deklare edip kendisini tebrik etmiş. Bir bakıma, bu seçimde en hızlı veri akışı, Twitter duyumcularını bile yaya bırakan Binali Bey’den gelmiş oldu.

Mesele idrak edildi. Tebrikleşenler, kucaklaşanlar, çak yapanlar, gözleri dolu dolu olanlar, alenen ağlayanlar; ailesini, sevdiğini arayıp ağız kulaklarda sevincini paylaşanlar… Güzel, çok güzel manzara… Fakat çok tanıdık bir manzara değil. Sürece ve yaşanan strese bakınca bu havadis çok daha coşkulu bir gümbürtüyü hak ediyor aslında. Nasıl tutuk, nasıl ihtiyatlı bir sevinmek bu! Bünyeler alışkın değil. Bu kadar kolay ve çabuk olması, olabilmesi beklenmiyor.

‘Şimdi ya biri çıkar bir açıklama yapar ya bir itiraz süreci başlar, yine ters ayakta yakalanırız’ endişesi okunuyor gözlerde. Yersiz bir endişe diyemeyiz. Bu kitle öyle absürt şeylere tanıklık etti ki seçimin sonuçlandığına, oy verdikleri adayın ikinci kez, hem de tarihi bir oy farkıyla galip geldiğine öyle bir çırpıda inanmak istemiyorlar. Sevinecek olsan, belleğin belinden tutup çekiyor, ‘hele bir dur, gaza gelme’ diyor. Uzun yıllara yayılan bir sukut-u hayal zincirinde ne yaralı hatıralar var o bellekte.

‘Nasıl sevinileceğini unutmuş bu insanlar’ dedim. Sıcağına anlamamışlar meğer. Neyse ki bir iki saate o zihinlerdeki soru işaretleri silindi, ipler çözüldü, kadehler çınladı, göbekler atıldı da Türkiye’nin muhaliflerinin makûs talihinin son buluşu, elde edilen zafere yaraşır bir kutlamayla taçlanabildi.

23 Haziran gecesi bir tarafın sevinmeyi hatırladığı diğer tarafın hüzünle tanıştığı gece olarak kayıtlara girdi. Devran dönmediyse bile uzunca bir zaman sonra ilk defa kımıldadı diyebiliriz. Bazı şeyler çok güzel oldu. Her şeyin güzel olması için daha ivme lazım. Daha fazla ele, daha fazla kuvvete ve daha sağlam zeminli bir uzlaşı köprüsü inşa etmeye ihtiyaç var.

İMAMOĞLU’NUN ASIL SINAVI BAŞLADI

Ekrem İmamoğlu çarpıcı bir zafer elde etti. Çocuklar bile bu seçimin sonucunu ‘AKP İstanbul’u kaybetti’ saptamasına indirgeyemeyeceğimizi biliyor. Bu çarpıcı zafer sayesindedir ki önümüzdeki süreçte erken seçimden, Ali Babacan’ın yeni bir partiyle siyaset sahnesine geri dönüşüne; AKP’de esecek olası kapsamlı değişim rüzgârından, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin modifikasyonuna kadar çok çeşitli konu başlıkları gündemimizde olacak.

Siyasetin yüksek katlarında çok net şekilde dile getirilmese de Ekrem İmamoğlu markasının artık Recep Tayyip Erdoğan markasının tek rakibi haline geldiği de herkesin malumu. İmamoğlu’nun Beylikdüzü’ndeki zafer hitabının tonu ve içeriği de bir bakıma bu malumun ilamı oldu.

Ekrem İmamoğlu markasını yönetmenin zor kısmı ise şimdi başlıyor. Hikâyenin başı çok güzel yazıldı. Birkaç ay öncesine kadar toplumun adını bilmediği, yolda görse tanımayacağı bir siyasetçi bir akşam kolları sıvayıp muhtemelen siyasi tarihimizin en önemli yolculuklarından birine başladı. Bu yolculuğun ilk durağında siyasal İslam’ın İstanbul’daki 25 yıllık iktidarına son vermekle kalmadı, AKP’ye kuruluşundan itibaren deneyimlediği en travmatik yenilgiyi tattırdı.

Bu sonuca, basit gibi görünen, aslında son derece zahmetli ve bıçak sırtı bir stratejiyle ulaştı. Sokağa indi. Risk aldı. Neredeyse 10 yıldır ateşine benzin dökülen kutuplaşmanın üstüne üstüne gitti. En uç noktada duran muhalifine bile selamı esirgemedi. Aristoteles’in Retorik’te öfkenin karşıtı olarak tanımladığı ‘sakinlik’ oldu. Diğer mahalleyi konsolide eden hiddetin tam karşısına oturan bir sakinlik...

Beş benzemez muhalefet blokunu mukavim tutmayı başardı ki bu sadece İstanbul seçimi için değil gelecek hedefleri açısından da çok önemliydi. Kendisini destekleyenlere, özellikle de Kürt seçmenlere vefa gösterdi. Ekrem İmamoğlu’nun konuşmalarında muhalefet blokundaki başka aktörlerin çok derinine inmediği konulara daha açık seçik değindiğini görüyoruz. Bunların ‘cıs’ konular olmaktan çıkmasını, konuşulur hale gelmesini istediği hissediliyor.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener dahil ittifakın pek çok sözcüsü tarafından ‘araya sıkıştırılan’ HDP ve seçmenleri gerçeği, İmamoğlu’nun çoğu konuşmasında adlı adınca zikredildi. Beylikdüzü konuşmasında, teşekkür kısmında, ‘HDP’li Kardeşlerim’ hitabını ilk sıraya alıp sonrasında uzunca bir es vermesi hem o vefanın göstergesi hem Edirne’den gelen selamın alınması şeklinde okunmalı.

Ekrem İmamoğlu hem mevcut başarısının sürdürülebilirliği hem de gelecekteki siyasi kariyeri için şimdi daha zor bir aşamaya geçiyor. Belediye başkanı olarak atacağı her adımda, her köşe başında, devlet erki eliyle pişirdiği aşa su katılabileceği, önüne türlü çeşitli engel çıkarabileceği bir ortamda vaat ettiği hizmeti ve kucaklaşmayı nasıl sunacağını düşünüp bu engelleri aşma konusunda strateji geliştirmesi gerekecek.

Bu evrede artık karşısına çıkabilecek sorunlar, iktidar yanlısı medyanın mutfağında hazırlanmış ve çürütülmesi nispeten kolay iddialarla sınırlı kalmayıp doğrudan kendi siyasi eylemlerinin ve hizmet anlayışının doğurduğu organik meseleler olarak da karşısına çıkacaktır. Ekrem İmamoğlu markasının önümüzdeki birkaç yıl zarfında neye evrileceğini, bugüne kadar topluma sunduğu şeffaflığı, sükûneti ve değişim vaat eden lider algısını bu organik sorunlar karşısında da sergileyip sergileyemeyeceği belirleyecek.

‘BEN YAPTIM OLDU’ DEVRİNİN SONU

Hemen herkesin hemfikir olduğu üzere AKP’nin bu seçim sonuçlarının ardından oyuna aynı kurguyla devam etmesi pek mümkün görünmüyor. Uzunca bir zaman ‘ben yaptım, oldu’ yaklaşımını yalnızca muhalif kesime değil aslında kendi seçmenine de dayatan; ne kadar ters köşe olursa olsun tabanının her türlü hamleyi sineye çekeceğini varsayan zihniyet, 23 Haziran’da yüzde 9’luk oy farkı duvarına çok sert tosladı. Hasar, şu anda görünenden çok daha büyük olabilir.

Meşruiyetini ‘milli irade’ kavramı üzerine kuran AKP’nin 31 Mart’tan 6 Mayıs’taki YSK kararının açıklanmasına kadar sürdürdüğü tutum kendi tabanında bile belli ölçüde infial yarattı. İstanbul’u kaptırmamak için her şeyin mubah olduğu anlayışı o kadar alenileşti, karalama kampanyaları o kadar dayanaksız ve çirkin bir hale geldi ki mahallelinin semtin dayak yiyen çocuğunu kollama refleksi devreye girdi. İmamoğlu’nun zaten kazanmış olduğu seçimi yeniden kazanmasını değil ama yüzde 10’a yaklaşan oy farkını bu reflekse bağlayabiliriz. Seçim sonrası araştırmalar bu farkın oluşmasında AKP seçmeninin belli bir bölümünün sandığa gitmemesinin, MHP seçmeninin bir kısmının ise sandığa gidip Ekrem İmamoğlu’na oy vermesinin etkili olduğunu gösteriyor. Bu aslında tam da İmamoğlu’nun yürüttüğü siyasetin arzu edilen sonucu…

İktidar partisinin önünde iki yol var. Birincisi, tıpkı 7 Haziran sonrasında olduğu gibi kendi kemik tabanında safları daha da sıklaştırmak üzere ayrışmayı derinleştirecek politikaları ısrarlı ve sistematik bir şekilde sürdürmek. Bu stratejinin araçlarına ve söylemlerine yıllardır aşinayız. Bu yolla MHP’yi denklemin içinde tutmak da hedeflenebilir. Ancak, bu süreçte, iktidar cenahında bu ittifakın da sorgulanma olasılığı çok kuvvetli. Bu yolun tercih edilmesi halinde bile iktidarı temsil eden bazı simalar ve söylemler değişecektir.

Diğer seçenek ise özellikle uzun süre önemli bir desteğini aldığı liberal kesimle buzları eritecek bir ‘normalleşme’ sürecini başlatıp bu katmandan başlayarak toplumun başka kesimleri ile yeniden uzlaşma zemini aramayı denemek… Bu yolu tercih etmenin dönüşüm maliyeti daha yüksek. Toplumun adalet duygusunu delik deşik eden uygulamaları yalnızca söylem değil eylem düzeyinde yeniden ele almak, ekonomideki yangına körükle gitmeyecek bir model üzerinde çalışmak, AKP adına toplumun belli kesimlerini ötekileştiren, küçümseyen ‘kanaat önderleri’ ile partinin politikaları arasına mesafe koymak gibi epey çetrefilli ödevleri olan bir alternatif bu. Beraberine kabineden parti üst yönetimine, medyadan bürokrasiye pek çok alanda görev değişikliklerini de getirecek olan bu yola parti içindeki bazı kesimlerin çok güçlü direnç göstermesi de sürpriz olmayacak.

DEĞİŞİM MEDYADAN BAŞLAYABİLİR

Bundan birkaç yıl önce medya eğitimlerinde kullandığımız bir sunum vardı. O sunumun bir sayfasında medya gruplarını, eğilimlerini ve sahiplik yapılarını gösterirdik. Sol sütunda iktidar güdümünde hareket eden ya da yayın politikasıyla iktidarı ‘açıkça’ destekleyen yayınlar; orta sütunda tarafsız olduklarını iddia edemesek de kullandığı dil ve yaklaşım bakımından ‘ortada duran’ yayınlar; en sağda ise muhalif tabir ettiğimiz yayınlar yer alırdı. Türkiye’de bir dönem öyle tuhaf şeyler yaşandı ki sol sütunda yer alan yayınların bazılarını en sağa kaydırmak, sonra da tümüyle silmek zorunda kalmıştık.

Sırf merakımdan o sunumu açıp güncellemek ve mevcut tabloyu görmek istedim. Orta sütuna kendimi epey zorlayarak iki tematik ekonomi yayınından başka bir şey koyamadım. Sol sütuna yazılan yayınların o sütuna sığmaz hale geldiğini gördüm. Sağ sütundaki muhalif yayınların sayısı bir elin parmakları kadardı. Şu anda benzer bir tablonun AKP yöneticilerinin de önünde durduğunu ve bu konuda ne yapabileceklerini düşündüklerini varsayıyorum.

Kitle iletişiminin doğasına az biraz vakıf olan herkes, iktidar yanlısı yayınların iktidarı destekleyen kesim nezdinde bile zerre kadar itibarı olmadığının farkındadır. Özellikle son dönemde bu medya kuruluşlarının yaptığı yayınların içeriği, tonu ve yaydığı antipati öyle sanıyorum ki artık iktidarın bile kontrolünden çıkmış durumda. Bu çizgideki gazetelerin, televizyonların ve internet sitelerinin AKP’ye zarar verdiği partiyle içli dışlı olan bazı medya mensupları ve iletişim uzmanları tarafından artık yüksek sesle dile getiriliyor. Bugüne kadar farkında olunsa da itibar edilmeyen bu gerçeğe bu seçim sonuçlarından sonra daha fazla bigâne kalınabileceğini sanmıyorum.

AKP bir değişim başlatacaksa bunu kabineden ve yönetici kadrolarından önce medyadan başlatmayı düşünebilir. Bu sadece bazı köşe taşlarının değişmesi ile sınırlı kalmayıp medyadaki sahiplik yapısının yeniden düzenlenmesine kadar varabilir. Bunun sonucu olarak belki de 10 yıl önceki ‘ana akım’ küllerinden doğabilir ve bizim tabloda ortaya yazdığımız gazete ve televizyonların sayısı artabilir.

Böyle bir dönüşümün bugünden yarına olmasını beklemiyoruz. Ancak çok ötelenir ya da savsaklanırsa bu durum orta vadede niteliği ve etkisi giderek artan alternatif medyanın daha güçlü bir konuma gelmesi sonucunu doğurabilir.

*İletişim Uzmanı