Sardes Kazı Başkanı Nicholas Cahill anlattı: Dünya ekonomisini değiştiren Lidyalılar

Dünyanın ilk sikkesini darp eden Lidya Kralları, yaptırdıkları tapınaklar ve Yunan mabetlerine tonlarca altın bağışlamaları ile de efsaneleşmişlerdi. Aslında Sardes’i Sardes yapan da, büyük bir kısmı hala toprak altında olan ve son 50 yıldır aralıksız sürdürülen kazıları ile günbegün yeni ve şaşırtıcı bilgiler sunan Lidya kültürü. Peki; Lidya kültürünü özel kılan neydi, Lidyalılar nasıl bir yaşam sürüyordu? Sardes Kazı Başkanı Nicholas Cahill anlattı.

Abone ol

İZMİR - Sardes’i en çok devasa Artemis Tapınağı ile tanıyoruz. Tapınağın yeri mistik bir etki yaratmak üzere kesinlikle bilinçli olarak seçilmiş olmalı. Doğusunda ve batısında yükselen iki tepe güneşin doğuşunu ve batışını Artemis’e sunmuş gibi. Bir de Sart mahallesinin içinden geçen, eski Ankara-İzmir yolu üzerinden görülen hamamın (Gymnasium) ilgi çekici yapısı var. Bunlar, Sardes’in Helenistik ve Roma dönemine ait günümüze ulaşmış iki anıtsal yapısı. Sardes Kalesi ise tarih boyunca “dünyanın en güçlü yeri” olarak nam salmış.

Dünyanın ilk sikkesini darp eden Lidya Kralları, yaptırdıkları tapınaklar ve Yunan mabetlerine tonlarca altın bağışlamaları ile de efsaneleşmişlerdi. Aslında Sardes’i Sardes yapan da, büyük bir kısmı hala toprak altında olan ve son 50 yıldır aralıksız sürdürülen kazıları ile günbegün yeni ve şaşırtıcı bilgiler sunan Lidya kültürü. Peki; Lidya kültürünü özel kılan neydi, Lidyalılar nasıl bir yaşam sürüyordu? Sardes Kazı Başkanı Nicholas Cahill sorularımızı cevapladı.

SARDES, DOKUMALARI, PARFÜMLERİ VE ALTINIYLA MEŞHUR

Bize Sardes kazı çalışmalarından kısaca bahseder misiniz?

Sardes Araştırmaları Ekibi kazı ve restorasyon çalışmalarını 1958’den bu yana yürütmektedir. Bu zaman içerisinde Sardes’in küçük bir kısmını açığa çıkardık. Bunun temel nedeni, kentin binlerce yıl boyunca iskan edilmiş olması. Sardes’te her nesil evlerini, tapınaklarını ve diğer yapılarını bir önceki nesle ait binaların üzerine inşa etmiş. Bu nedenle biz, en üstte en geç yapıların, altında daha erken yapıların ve onun altında daha da erken yapıların yer aldığı bir nevi pastaya benzer iskan tabakalarıyla uğraşıyoruz. Lidya dönemi Sardes’ini anlayabilmek için, önce Geç Roma, sonra Erken Roma, onun altında da Helenistik Dönem Sardes’ine ait yapıları kazarak ilerlememiz gerekiyor. Bu sezon Sardes’in elit sınıfının yaşadığı sektördeki kazılarımız, Roma, Helenistik, Lidya, Geç Tunç dönemlerini kat ederek, ilk defa Erken Tunç Çağı kalıntılarına ulaştı ve takibinde ana kayaya erişti. 14 Metrede son bulan bu açmanın derinliği yaklaşık 5 kat yüksekliğinde bir binaya eş değer.

Sardes Kazı Başkanı Nicholas Cahill

Parayı icat eden bir halk olarak bildiğimiz Lidyalılar diğer kültür öğeleri ile de yeterince biliniyor mu?

Sikke üretimiyle dünya ekonomisini tamamen değiştiren Lidyalılar bugün neredeyse tamamen unutulmuş durumdalar. Çevremdekilere, en azından Amerika’da, ne yaptığımızı anlatmak istediğimde içlerinde Sardes’i ya da Lidyalıları duyan çıkmıyor. Ancak Sardes binlerce yıl boyunca önemini korumuş. MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda Anadolu’nun en güçlü şehri ve Tunç Çağı’ndan itibaren Batı Anadolu’nun tamamını yöneten ilk imparatorluk olan Lidya’nın başkenti olarak karşımıza çıkıyor. Sardes kaliteli dokumaları, parfümleri ve tabi herkesin bildiği üzere altınıyla meşhur.

BU GÜÇ VE REFAH ÇOK UZUN SÜRMEMİŞ

Lidyalılar sikkeyi icat edinceye kadar ticarette altın ve gümüş gibi değerli madenleri kullanıyorlardı. Bu süreç nasıl gelişmiş olabilir?

Antik Yunan mitolojisine göre, Kral Midas altın dokunuşundan kendini kurtarabilmek için Sart Çayı’nda yıkanmış ve o günden sonra nehir altın akarak, Lidyalıları dünyanın en zengin insanları yapmış. Ancak belli ki bu kaynaklar çok uzun ömürlü olmamış; Pers döneminde tükenerek Roma döneminde sadece bir efsane halini almış. Lidyalılar yerel kaynaklarla beraber muhtemelen Lidya yönetiminde bulunan Troy ve Pergamon civarındaki zengin Kuzeybatı Anadolu altın kaynaklarını da kullanmışlardır. Ancak antik kent civarındaki altın kaynakları doğal halinde gümüşle karışık bulunuyor. Kaynakların bu doğal durumu, Lidyalıların altını saflaştırdıktan sonra tartarak ölçüsü standart topaklar haline getirip Lidya kralının mührü ile damgalanmasına, böylelikle de topakların ağrılığının ve saflığının garantilenmesine önayak olmuş olabilir. Ki biz bu topaklara günümüzde sikke adını veriyoruz.

Altınla gelen çok büyük bir güçten bahsediyorsunuz….

Evet, ancak bu güç ve refah çok uzun sürmemiş. Sardes MÖ 547’de Persler tarafından fethedilerek Pers İmparatorluğu’nun en önemli satraplık merkezi haline getirilmiş. Sardes, eskiden kendi imparatorluğundan toplanan haraçları kabul ederken, kendini Pers krallarına haraç ve hediyeler gönderirken bulmuştur.

LİDYALILAR ZENGİNLİK Mİ MUTLULUK MU SORUSUNA MUHTEŞEM BİR ÖRNEKTİR

Peki, Lidya bulunduğu konum göz önüne alındığında bu coğrafyada etkisini nasıl hissettirmiş?

Bugünün Türkiye’si gibi Lidya da, Doğu ve Batının sınırında yer alıyordu ki o dönemde batı bilinciyle doğu ve batı kavramları arasındaki fark daha yeni ortaya çıkıyordu. Antik Yunanların Lidyalılara bakışı çelişkilidir. Lidyalılar inanılmaz derecede zengin ve güçlüdür. Lidya, Anadolu’nun batı kıyısındaki Doğu Yunan kentlerini fethetmiş ve onların atlıları Yunan ordularını ürkütmüştür. Lidya kralı Kroisos, Efes’teki Artemis Tapınağı’nın çoğu sütununun masrafını karşılamış ve Delphi ve Didyma’daki kahinlere tonlarca altın bahşetmiştir. Öte yandan Yunanlılar, Lidyalıların gücü, variyeti ve lüksüne kuşkuyla bakmıştır. Antik Yunan edebiyatında Lidyalara ilişkin ilk alıntı, “Lidya Kralı Gyges’in altını umrumda değil” diyen ozan Archilochus’a aittir. Bu alıntı Yunanlılar arasında Lidyalılara dair müşterek bir ana fikir oluşturmuştur ki Lidyalılar yalnızca zengin değil de “gereksiz lüks” içinde yaşayan, erkekleri parfüm sürüp, küpe takarak, mor kıyafetler giyen bir topluluk olarak algılanmıştır.

Bu zenginlik ve lüks yaşam farklı efsanelerin yaratılmasına da konu olmuş…

Evet, hatta Lidyalılar, zenginlik mi mutluluk mu sorusuna muhteşem bir örnek oluştururlar. Dünyanın en zengin insanı olarak bilinen Kroisos, hükümdarlığını düşünürler, sanatçılar ve altınla doldurmuştur. Ziyaretçileri arasında Yunan devlet adamı ve filozof Solon da vardır. Bir gün Kroisos Solon’a “dünya üzerindeki en mutlu adam kimdir” diye sorduğunda doğal olarak Kroisos’un kendisi olduğunu söylemesini beklerken, Solon Yunan vatandaşı Tellus’un adını verip, onun ünlü ya da zengin olmadığını, sadece ölçülü yaşayan, çocukları sağlıklı olan ve ülkesi için savaşırken ölen bir adam olduğunu açıklayarak onu şaşırtmış. Afallayan Kroisos, en mutlu en azından ikinci insanın kendisi olacağını düşünerek yeniden sorduğunda, Solon bu onuru Cleobis ve Biton’a bahşetmiş ve açıklamış. Bu genç çocuklar, rahibe annelerini şenlik için tapınağa kadar taşımış ve anneleri kalabalığın ortasında, bir erkeğin başına gelebilecek en güzel şeyi oğullarına bahşetmesi için tanrıçaya yakardığında, tanrıça bu duayı kabul ederek gençlerin hemen orada, ihtişamlarının zirvesinde ölmesine izin vermiş. Kroisos bunu o esnada anlamamış olsa da, Solon’un vermek istediği mesaj ölene kadar kimseyi mutlu addetmemektir. Kroisos dersini ancak MÖ 547’de Anadolu’nun en güçlü adamı olan yeni Pers Kralı Kiros’a yenildiğinde almıştır.

SIRADAN LİDYALILARIN DA DÜZENLİ OLARAK ALTINA ERİŞİMİ VARDI

Bu zenginliğin içerisinde sıradan Lidyalıların yaşamına dair ne tür ipuçlarına rastladınız?

Sardes’teki kazılarımızda biz özellikle sıradan Lidyalıların hayatlarıyla ilgilendik. Sur duvarının hemen içerisinde, sıradan Lidyalılardan birine ait evde keşfedilen mihenk taşı çok ilginçtir. Mihenk taşı altının saflığını test eden siyah renkli bir taş ki, bize sıradan insanların da altına erişimi olduğunu gösteriyor. Bu alandaki evlerin neredeyse hepsinde et kızartmaya yarayacak şişler de karşımıza çıktı. Bu dönemin Yunan şehirlerine baktığımızda ise şişlerin sadece mabetlerde bulunduğunu görüyoruz ki bu da Yunanların eti şenlikler gibi yalnızca özel durumlarda tükettiğine, Lidyalıların ise eti düzenli olarak evde yiyebildiklerine işaret ediyor. Tarihçilerin ya da diğer yazarların hiç bahsetmediği böyle kültürel farklılıklar ancak arkeoloji sayesinde gün ışığına çıkıyor.

Peki ya elit yerleşimler?

Son zamanlarda kazılarımız kentin merkezindeki iki tepe üzerinde yoğunlaşıyor. Bu tepeler, sıradan insanların yaşam alanlarının bulunduğu aşağı şehrin çok yukarısında, aşağı şehrin istilaya uğraması durumunda vatandaşların kaçıp saklanabilecekleri akropol ya da hisara daha yakın. Bu merkezde, kentin kurulmasından önceki eğimli doğal coğrafyayı, geniş, belli geometrik düzenleri takip eden, üzeri düz platformlara dönüştüren anıtsal teras duvarları keşfettik. Doğal çevrenin böyle kasten yeniden biçimlendirilmesinin bilhassa Lidya dünyasına özgü olduğunu düşünüyoruz. Kireçtaşı ve mermer duvarların, ışıl ışıl parlayan boyalı çatı kiremiti ve mimari levhaların varlığına bakılırsa, terasların üzerindeki yapıların da fazlasıyla gösterişli olduğu söylenebilir. Ancak bu yapılar, sonraki binalarda yapı malzemesi olarak kullanılmak üzere yerlerinden sökülmüş ve ne yazık ki yerlerinde neredeyse hiçbir şey kalmayacak kadar tahrip edilmiş.

Bu kadar zengin bir kentin savunma sistemi de çok güçlü olmalı…

Lidya kentini, bugün hala 14 metre yüksekliğinde ayakta duran 20 metre genişliğinde bir sur duvarı çevreler ki Anadolu’nun en geniş sur duvarıdır. Bu surların derinde gömülü olması ve üzerini sonraki yüzyılların yapılarının örtmesi nedeniyle, arkeologlar surun ne denli muazzam büyüklükte olduğunu görselleştirememiştir. Ancak projemizin mimarlarından birinin hava fotoğrafına oturtarak hazırladığı bilgisayar canlandırması duvarın ölçeği hakkında bize bir fikir veriyor.

Lidya surlarının muhtemelen üç kapısı vardı. Bu kapılardan kentin batısında olanı önceleri kazılmıştı fakat son yıllardaki diğer çalışmalarımızın da odak noktasını oluşturuyor. Sur kapısının yer aldığı bu alan sadece Lidya Döneminde değil sonraki asırlarda da kentin girişini oluşturmuş. Lidya İmparatorluğu’nun çöküşünden 500 yıl sonra, Roma Devri’nde Sardesliler üç açıklıklı devasa bir tak inşa etmişler. Takın özgün halinin 25 metre ya da daha yüksek olması mümkün.

Öyle anlaşılıyor ki Lidya ve Roma Dönemlerinde kullanılan yol Sard’ın içinden geçen eski Ankara-İzmir karayolu ile aynı güzergah üzerinde. Son olarak bu alanda yürüttüğünüz çalışmalara dair kısa bir bilgi verir misiniz?

Depremde yıkılmış olması nedeniyle bugün sadece dev bloklardan oluşan bir taş yığınına dönüşmüş olsa da, mimarlarımız buradaki her bloğu etüt ederek takın özgün halinin geçici bir canlandırmasını hazırladılar. Takın kemeri, iki yanında zemini mozaik döşeli kaldırımlar yer alan, 100 Roma ayağı genişliğindeki sütunlu cadde üzerinde uzanır. Bu mozaiklerin biri iki sezon önce açığa çıkarıldı ve geçen yaz restore edildi. Mozaik üzerindeki yazıt bu mozaiğin MS 6. yüzyılda kentin büyük hamilerinden biri haline geldiğini bildiğimiz yerel Lidyalı Flavious Maionios tarafından döşettirildiğini caddeden gelip geçenlere bildiriyor. Konservatör ve yerli kadınlardan oluşan bir ekip 2017 yılında bu mozaiği temizleyerek restore etti. Mozaiği korumak ve ziyaretçilerin görebilmesini sağlamak için önümüzdeki sezon mozaiğin üzerine cam zemin inşa etmeyi planlıyoruz.

Çeviri: Güzin Eren