Sanata yamuk Brüksel'e Arnuvo

Brüksel’deyiz, sadece Belçika’nın değil Avrupa’nın, çikolatanın, biranın ve karikatürün başkentinde; Tenten ve Şirinlerin can evinde. Karikatür ve Arnuvo’nun bir arada yeniden hayat bulduğu Belçika Çizgi Roman Müzesi’ne gideceğiz önce, sonra Horta’nın evini ziyaret edeceğiz. Yazının sonunda bir de sürprizim var sana, “Yok artık!” dedirtecek cinsten.

Abone ol

“Hayatım ben yamuk erkeklerden hoşlanıyorum!”

Derken, sol eliyle sol şakağındaki kıvır kıvır saçlarını geriye doğru atıyordu. Bu sözleri aslında tam karşısında oturan arkadaşına sarf ederken, bir masa geride oturan benimle göz göze gelmiş, an donmuştu. Nedense bir açıklama yapması gerekirmiş gibi, dikkati yarı bende yarı arkadaşında.

“Canım o kadar da yamuk değil, birazcık yamuk erkekler.” diye ekleyiverdi. Gözlerimi kaçırdım, yetmedi başımı öne eğdim. Gülmemek için kendimi zor tutarak, işimi yapmaya devam edermiş numarasına yattım.

1890’lardayız, Sanayi Devrimi'nin ortaya çıkardığı garabet görünümlü, yamuk yumuk makineler her yerde. Hayat alışılmıştan çok hızlı ilerliyor, insanlar değişime ayak uyduramıyorlar. Ne kadar tanıdık değil mi? Bizim yirmiden yirmi bire geçişimizin hızıyla karşılaştırılınca, on dokuzuncu yüzyıldan yirminciye geçişin sabırsızlığı vız gelir tırıs gider de…

Sanatın teknolojiden aheste olduğu dönem; üstüne üstlük önceki sanat akımları kendilerini muhafaza etmek için çırpınıyor. Ama sanat bu işte, delişmen, her şeye rağmen değişken, haber mi verecek, bir yerden pırtlayıveriyor. Babasına karşı çıkan ergen misali, ona rağmen ve onunla birlikte yeniliyor kendisini, ortaya “Art Nouveau”* yani “Yeni Sanat” akımı çıkıyor. Yamuk addedilen sanayiye deva olmak üzere, kendi estetik anlayışıyla, hem de sanayi ve teknolojinin tüm imkanlarından yararlanarak doğuyor.

Brüksel’deyiz, sadece Belçika’nın değil Avrupa’nın, çikolatanın, biranın ve karikatürün başkentinde; Tenten ve Şirinlerin can evinde. Karikatür ve Arnuvo’nun bir arada yeniden hayat bulduğu Belçika Çizgi Roman Müzesi’ne gideceğiz önce, sonra Horta’nın evini ziyaret edeceğiz. Yazının sonunda bir de sürprizim var sana, “Yok artık!” dedirtecek cinsten.

Belçika Çizgi Roman Müzesi’ne ev sahipliği yapan bina, 1906 yılında tekstil baronu Charles Waucquez için kumaş deposu olarak inşa ediliyor. Hem Arnuvo’nun ortaya çıktığı hem de modern karikatürün geliştiği yıllar. Sinema da o günlerde doğuyor, elbette başka bir yazının konusu bu. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce, “Belle Époque” diye adlandırılan “Güzel Çağ”dayız. Batı uygarlığının refah döneminin zirvesi. Diğer yandan bir tür fırtına öncesi sükunet çağı. Avrupa’yı, Yunanistan’dan İngiltere’ye kadar birbirinin akrabası olan krallıklar yönetiyor. Sömürgelerden akan zenginliğin; sonuna kadar bilim, teknoloji ve sanata aktarıldığı zamanlar. Avrupa uygarlığının, güç ve baskısını Avrupa dışında tüm ağırlığıyla hissettirdiği günler tek tek tükeniyor.

Ünlü mimar Victor Pierre Horta, Belçika’nın Ghent şehrinde dünyaya geliyor. Müziğe olan ilgisi yolunu kısa süreli konservatuvara düşürse de, uygunsuz davranışlarından dolayı okuldan atılıyor. Tipik dahi çocuk hikayesi. On iki yaşında amcasının şantiyesinde geçirdiği keyifli zamanı hiç unutamayan Victor artık mimarlık okuyacak. Birçok ödülle taçlandırılacak çalışmaları günün sonunda Horta’ya Baron ünvanını kazandıracak. Horta Müzesi diye anılan kendi evi, arkadaşı Émile için yaptığı Hôtel Tassel ve Belçika Çizgi Roman Müzesi ile daha birçok yapının mimarı olan Horta, Arnuvo mimarinin belki de dünyadaki ilk temsilcisi.

“Bırakın çocuk çizgi roman okusun, isterse broşür okusun, karışmayın. Ne okuduğunun önemi yok. Okumasına kural koyulmayan çocuk belli bir yaşa gelince okur olur. Endişe etmeyin çizgi roman okumasından. Kaldı ki çizgi roman harika bir şeydir, ben çok okurum.” Dediğinde Umut’un edebiyat öğretmeni, sesindeki tonun inandırıcılığından mıdır bilmem, hemen ikna olmuştuk. Bizler Tommiks, Teksas ve Mandrake okumanın çok sevildiği ama okuryazarlıkta azıcık hor görüldüğü bir dönemde büyümüştük. O zamanlar Manga diye bir şeyden de haberimiz yoktu. Götürmez miyim seni hiç, elbette Japonya Kyoto’daki Manga Müzesi’ne de götüreceğim. Umut’u merak ettin değil mi, edebiyattan bilime her şeyi okuyor, öğretmeni çok haklıymış.

Belçika Çizgi Roman Müzesi, başlı başına bir sanat tapınağı. Öylece oturup bakmak bile insanın ruhunu dinlendiriyor. Arnuvo’ya farklı dillerde farklı isimler vermişler. Almanlar “Jugendstil” yani “Genç Stil” diyorlar. Tazeliği vurgulayan genç ile kalıba koyulmaya gönderme yapan stil kavramının buluşması bile o kendine has zıtlaşma ve iç dinamiğe dikkati çekiyor. Avusturya’da ayrılma anlamına gelen “Secessionsstil” kavramını kullanıyorlar, bir dönem önceki sanattan kendilerini gayrı tutmak için; benzer bir tez-antitez-sentez hali.

Nasıl diyeyim, hani bizim çocukluğumuzda oturmadığımız salonları olurdu ya evlerimizin, misafir geldiğinde açılırdı sadece, oymalı dediğimiz mobilyalarla döşemek bir prestij göstergesiydi. Sonra zamanla daha kutu görünümlü modern mobilyalar moda oldu, böyle parlak yeşil, kırmızı, mavi hatta sarı kumaşlarla kapladık onları, lake sehpa takımları aldı mermer olanların yerini. İşte aynen böyle bir durum, yeni eskinin yerine nasıl konduysa, modern nasıl klasiğin tahtına oturduysa, en kaba tabiriyle tam bu dönemlerin arasında yer alır Arnuvo. Ne klasiktir ne de modern. 1890 ile 1910 arasında sadece yirmi yıl sürer kısacık ömrü. Sanayi Devrimi’nin getirdikleri olmak üzere eski yeni bütün malzemeleri kullanır: demir-çelik, pirinç, cam, mozaik, fayans, türlü türlü ahşap, envai çeşit kumaş… Duvarla sınırlanan odalar yerlerini demir ve camdan seramsı mekanlara bırakırlar. Göksel ışıklar evlerin içine dolar, hele hele vitraylardan süzülen o renkler ne muhteşemdir.

Kapısından girer girmez, camdan çatının altında, bütün mekanlara sonuna kadar açılan geniş avlu karşılıyor seni. Binaya mı bakacaksın, yoksa her yana saçılmış çizgi roman karakterlerine mi? Çınar iki yaşını yeni bitirmiş tam karşısında kıpkırmızı bir füze. Tenten’in ay maceralarından dönüp buraya konmuş.

Dünyanın Hergé diye bildiği Tenten’in yaratıcısı Georges Prosper Remi’ye çocukluğu boyunca farklı isimler takılmış, bir noktada canına tak etmiş isminin baş harfleri olan G ve R’yi çevirmiş tersine, R.G. yapmış. Fransızca’da “er” “je” diye okunulup Hergé diye yazılan isim çıkmış ortaya. Hayata tersten bakanların, yamukluklardan sanat doğuranların mekanındayız kısacası. Yok yoook… düz, yatay, sol, yamuk, dikey, sağ, düzgün fark etmeksizin her şeyin sanat için ve bizzat sanat olduğu topraklardayız.

Hele o çizgi roman kahramanı yatağa ne demeli. Bildiğin karyola. Latincede adı “hiç kimse” demek olan Küçük Nemo, rüyalarında amansız maceralara atılan bir karakter. Uykusundayken başlı başına bir çizgi roman kahramanı olan karyolası canlanıp ayaklanıyor ve onu sürü sepet her yere götüren bir taşıta dönüşüyor. İşte biz de tam o yatağın üzerinde oturduk fotoğraf çekiliyoruz Çınar ile. Hayal gücü taşıyor, sanat fışkırıyor bu binadan.

.

Çınar, Şirinlerin mantar evine kolayca girip çıkabilecek ideal boyda. Oradan oraya çılgın gibi koşuşturuyor. Yediden yetmiş yediye demek yetmez; ilk adımlarını atanından, tekerli sandalyesinde gezen yaşlısına gencine herkesin mekânı Belçika Çizgi Roman Müzesi.**

Zamanın nasıl akıp geçtiğini anlayamadan acıktık. Meşhur midyeci “Léon de Bruxelles”e gidiyoruz, hadi. Bizim Şampiyon Kokoreç’in daha köklüsünü düşün; 1893 yılında kurulmuş olanını, azıcık süsle püsle işte oradayız. Provans tarzı “moules-frites” yiyeceğiz, diğer adıyla “moules marinière”. Moules bildiğin midye, frites de yanında getirdikleri patates kızartması. Özel tenceresi var bu yemeğin; domates, sarımsak, provans otları, siyah zeytin, zeytin yağı, beyaz şarap ve taze kremayla pişiriyorsun kabuklu kara midyeleri. Aman aman yeme de yanında yat. Bizim midye dolma ya da midye tava ile karşılaştırmayalım, bambaşka bir lezzet; biri diğerinden daha güzel değil bence. Karnımızı iyice doyuruyoruz.

.

Sırada Horta Müzesi var. Ne yazık ki fotoğraf çekmek yasak. Şimdi ben sana anlatacağım da… Dur müzenin linkini vereyim fotoğraflarına kendin bak.*** Arnuvo’nun iki adı daha var “Style nouille” ya da “Style coup de fouet” yani makarna ya da kırbaç stili. Bana kalsa Türkçeye sarmaşık stili diye çeviririm. Bitkilerin spagetti, kırbaç ucu ya da sarmaşık gibi uzayıp gittiği, kıvrımların bütün keskinlikleri yumuşattığı bir tarzı var Arnuvo’nun. Demir bile Arnuvo’nun elinde eriyip, organik bir malzemeye dönüşüyor. Ahşap da öyle, pürüzsüz bir hal alıyor, dokunsan sanki elinin altından yürüyüp gidecek bir kaplumbağanın kabuğu, canlı gibi.

.

Arnuvo'nun en önemli özelliği sırf yapılarda süsleme olarak kullanılan bir dekorasyon tekniği olmaması. Şimdi sen bir ev alıyorsun sonra veriyorsun iç mimara sana döşeyiveriyor. Arnuvo öyle değil, Horta evini baştan sona kendisi çiziyor, içini dışını, tepeden tırnağa her yerini tasarlıyor; binanın omurgasında tut, içinde kullanacağı sandalye hatta onu kaplayacağı kumaşa kadar. Yemek masasından tut, şarabını yudumlayacağı bardağına kadar. Merdivenlerinden tıpış tıpış inerken eliyle destek alacağı tırabzanın ahşabının kıvrımlarına kadar. Kıvrım deyince orada duralım.

Loïe Fuller, 1892 yılında Paris’in ünlü müzikholü Folies Bergère’de sahne alıyor. Yaşamak da yazmak da sürekli seçim yapmayı ve elemeyi gerektiriyor, oysa laf lafı açıyor, bir omzumdaki ses “Hadi hadi söz et Folies Bergère’den!”, öbür omzumdaki ses “Destuuur, böyle giderse bu yazı da uzayıp bitmeyecek.” diye karşı koyuyor. İlk sesin adı Fehmi, öbürü ise eşim Ebru ile editörüm Emel’in çok sesli korosu. Bak söz ver hatırlatacağına bana, sadece Folies Bergère değil Moulin Rouge’dan da söz edeyim başka bir yazımda. Çıkarıyorum ağzımdaki baklayı, sanki Paris yolu göründü, ne dersin?

Loïe Fuller’da kalmıştık; özgün koreografisi, kullandığı farklı ışık tekniği ve kumaşının katmer katmer kıvrımlarını ortaya koyan perimsi kostümüyle bir anda üne kavuşuyor Fuller. Ne alaka diyeceksin, işte o kumaş kıvrımlarından doğuyor Arnuvo naber. Paris burası, sanat bir kumaşın kıvrımından doğar, savaş bir pastanın dilimiyle başlar. Teknolojinin kaba ve yamukluğuna inat ve yanıt olarak Arnuvo bir müzikholden çıkıyor. İnanmazsan internette araştır.

Şimdi diyorsun benim Avrupalara mı gitmem gerekiyor bunları görmek için. Yok yok o kadar uzağa gitmene gerek yok ama en azından İstanbul’un Avrupa yakasına uzanmak gerekecek. İstiklal Caddesi’nde bir sürü Arnuvo yapı var mesela. Bense seni Beşiktaş’a götüreceğim. Çoğu insanın önünden geçerken belki “Amma da garip bir bina bu, neymiş acaba?” diye aklından geçirdiği, oysa ziyaret etmeyi durup düşünmediği yapının karşı kaldırımındayız. Çeksenize arabalarınızı şaheserimin önünden, çekivereyim diye güzel bir fotoğrafını rahatça.

Şâzeliyye şeyhi Muhammed Zâfir Efendi Türbesi, Beşiktaş Serencebey Mahallesi girişinde, hemen Barbaros Bulvarı’nın başında, yokuşu tırmanırken sağda. 1887 yılında saray mimarı Raimondo D’aranco’ya Sultan II. Abdülhamit tarafından bizzat inşa ettiriliyor. İstanbul sürprizlerle dolu. Ne alaka diyorsun, bir şeyh nasıl olur da Arnuvo bir türbede yatar! Hamisi padişah, mimarı da D’aranco ise imkânsız değil.

.

Osmanlı mimarisi hakkında bilgi edinen d’Aronco aynı zamanda “art nouveau” üslûbunda yetkin bir kişiydi. d’Aronco, aykırı gibi görünen bu iki özelliği bir araya getirerek küçük fakat inceliklerle donanmış bu eseri inşa etmiştir…Türbe geleneksel kare planlı şemaya ve kütleye uygundur (8,50 × 8,50 m.). Osmanlı mimari tasarımının belirleyici öğesi olan kubbe burada pozisyonunu korumaktadır.****

.

Türbenin hemen yanında bir de kütüphanesi var. İnsan orada bir gününü geçirmek için neler neler vermez. Kâgir Arnuvo kütlenin içinden Osmanlı tarzı ahşap evin çatı saçakları minik bir kuşun kanatları gibi çıkıveriyor. Shrek filminde birbirine âşık olan ejderhayla eşekten olma melez çocuklar gibi, kimisine göre yamuk, bana göre sıra dışı bir şaheser.

Eeee ne demişler, gülme komşuna gelir başına:

“Canım okurum ben yamuk yapılardan hoşlanıyormuşum meğerse!

Canım o kadar da yamuk değil, birazcık yamuk yapılar.

*https://www.taschen.com/pages/en/catalogue/architecture/all/43418/facts.art_nouveau.htm

** https://www.comicscenter.net/en/home

*** http://www.hortamuseum.be/

**** https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-zafir-kulliyesi