Sana boncuktan kuş yaptım…

Şu cümlenin altını çizmek şart: “Sızlanma değil çalışma zamanı.” Şu anda yapmamız gereken bu. Sahiden zor zamanlardan geçiyoruz. Umutsuzluk her an bizi esir alabilir ama buna izin vermememiz gerekiyor. Her koşulda “sonrası” güzel olacak çünkü, biliyoruz. Belki hayalini kurduğumuz güzel günlere erişemeyeceğiz, belki onları göremeyeceğiz ama niye çabalamayalım?

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Âdettendir, doğum günlerinde hep aynı Ahmet Kaya şarkısı çalınır. Dışarıda kutlanıyorsa sahnedeki müzisyenden o istenir, canlı müzik yoksa “teypten” çalınır, yıllardır. Adı “Doğum Günü” olduğu için, ilk akla gelen şarkılardan... Nakaratı fena değildir esasen: “Doğum günün kutlu olsun / Mutlu ol senelerce / Sana boncuktan kuş yaptım / Konacak pencerene…” Sonrasında karakollar, polisler devreye girer ve şarkı, öldürücü darbeyi vurur: “Hiç bekleme, belki gelmem, gelemem senelerce…”

12 Eylül sonrasını anlatır şarkı. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, çok yazımda bundan söz ettim, en azından bugün değinmeyeyim. Bu yazıyı bir kutlama vesilesiyle yazıyorum. Aslında iki kutlama: Okuduğunuz gazete, üç yıl önce bir 8 Ağustos günü yayına başladı ve ben, o haftanın sonunda rutin pazar yazılarımın ilkini yazdım. İlk kutlama bu: duvaR’ın yeni yaşı vesilesiyle aklıma geldi bu yazı. İkinci kutlama, annemin doğum günü. Dün, Anafartalar Zaferi’nin yıldönümünde, Çanakkale’de kutladık. 10 Ağustos, bunun için kutlu gündür. Yıllardır.

Bu, duvaR’da yayımlanan 150. pazar yazım. Arada başka yazılar da var. Aslında daha fazla olması gerekiyor ama atladıklarım, yazamadıklarım, gönderemediklerim oldu. İstesem üçüncü yıla 150. yazıyı denk getiremezdim ama oldu. Güzel oldu sahiden.

Zor günler geçiriyoruz. Memleket fena. Kişisel tarihime baktığımda, art arda gelen kayıplarla dolu. Cüneyt’in acısı hâlâ içimde. 25 yıllık arkadaşımı kaybetmiş olmanın getirdiği boşluk şüphesiz doldurulamayacak, bunun için bir çaba da sarf etmeyeceğim elbette ama bir sürü şarkı bana hep onu hatırlatacak.

Şarkılar böyledir: Olur olmaz zamanlarda pat diye bir şeyi getirir önünüze. Kimi zaman bir koku, kimi zaman bir doku, kimi zaman çoktan silinmiş bir hatıra… Aniden ortaya çıkar, aklınız şaşar. Kimi şarkılar tek bir şeyi hatırlatır, dinlediğinizde onu hatırlayacağınızı bildiğiniz için ya uzak durursunuz ya da dinlemelere doyamazsınız. Kimi şarkılar da olmadık şeyleri ortaya çıkartır.

Şüphesiz şarkılar tarihe tanıklık eder. Sadece kişisel tarihimize değil, toplumsal tarihimize de iz bırakırlar. Yazdığım yazıların çoğu, bununla alakalı. “İyi ki” diyorum çünkü şarkılar olmasa, bu hafızasız toplumda bir şeylerin izini sürmek çok zor olacak. Ben izimi buradan doğru sürüyorum. Memleket tarihini alternatif bir yoldan yazmamız gerektiğinde ya da resmî tarihin dışına çıktığımızda önümüzdeki en büyük rehberlerden biri bu. Tam da bu yüzden “şarkılarla memleket tarihi” var. Yaptığım en iyi şey belki de…

Tarihi şarkılarla okuyabiliyoruz ama ya şarkıların tarihi? Her birinin içinde kim bilir neler gizli? Kedi merakıma yenildim, kimi şarkıların peşinden gittim. Son dönemde onların izini sürdüm, bulduklarımın bir kısmını burada sizlerle paylaştım ama çoğunu bayram sonrası raflarda olacak kitabıma raptettim. Oraya almadıklarımı burada uzun uzun anlatırım nasılsa…

Üç yıldır bu sayfalarda çok şey yazıyorum. Bundan sonra da yazmaya devam edeceğim. Sakınmadan, çekinmeden, kendimi tutmadan yazdığım yazılar bunlar. Bu yüzden her biri çok değerli. Sadece bunun için bile duvaR benim için çok özel. Ne güzel…

Ali Duran Topuz, yola çıkarken “gayret bizden himmet okurdan” demişti. Üçüncü yılın sonunda yazdığı yazıyı, şu cümlelerle bitirdi: “Gerçekçi olmalıyız, şehrimizin, ülkemizin, bölgemizin, kıtalarımızın, gezegenimizin hali hal değil. Ufuk pek parlak görünmüyor. Amenna. Fakat sızlanma zamanı değil çalışma zamanı. Bu yıl da doğru bildiğimizi yapmaya devam edeceğiz; bekleriz, efendim.”

Şu cümlenin altını çizmek şart: “Sızlanma değil çalışma zamanı.” Şu anda yapmamız gereken bu. Sahiden zor zamanlardan geçiyoruz. Umutsuzluk her an bizi esir alabilir ama buna izin vermememiz gerekiyor. Her koşulda “sonrası” güzel olacak çünkü, biliyoruz. Belki hayalini kurduğumuz güzel günlere erişemeyeceğiz, belki onları göremeyeceğiz ama niye çabalamayalım? Elimizden geleni yapmazsak gelecek kuşaklara hiçbir şey bırakamayız. İleride, gençlerin yüzüne çekinmeden ve utanmadan bakabilmek için bugün mücadeleyi bırakmamamız gerekiyor.

Ahmet Kaya şarkısı umutsuz bir şarkı gibi görünüyor ama değil: Her şeyi alınmış bir insan hâlâ boncuktan kuş yapabiliyorsa umut hiçbir zaman tükenmemiş demektir. Cezaevinden gelen tablolar, kitaplar, küçük notlar ve türküler bizi bu yüzden sevindiriyor. Gün gelecek içeride olanlar da dışarıya çıkacak. Umudumuz, dışarıda olanların, onların özgürlüğünü alanların cezasız kalmaması yönünde. Kim bilir, belki onu da görürüz…

duvaR, memleketin en acayip günlerinden birini takiben yayın hayatına başladı. 15 Temmuz’un etkisi sürüyordu. Neler olup bittiğini hâlâ anlayabilmiş değiliz ama tam da o günlerde içimizi ısıttı, içinde olduğumuz için bizi mutlu etti. Doğum gününü twitter’da heyecanla kutladıktan sonra şu cümleyi kurdum: İçinde olduğum için bunu söylemiyorum, tam da bunun için içindeyim. Sahiden öyle.

Daha nice üç yıllar görelim, bunları otuz üçe, üç yüz otuz üçe tamamlayalım. O zaman bir kere daha; hem annem hem de duvaR için: “Doğum günün kutlu olsun, mutlu ol senelerce…”

Tüm yazılarını göster