Salim Amca’nın yazıhanesi

O devirde cebine üç beş kuruş para giren gazeteciyi, yazarı Üç Nal’da görürsünüz. Yolsuzsa Kürdün Meyhanesi’ne bakın. Orhan Veli, Cahit Sıtkı veya Mehmed Kemal’e bir selam sarkıtabilirsiniz.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Bugün bilinen, tanınan, üstad sayılan birçok gazeteci-yazar, sanatçı, akademisyen Ankara’da yetişmiştir yahut yolu buradan geçmiştir. Bürokrat, üniversite hocası, siyasetçi, çevirmen, öğrenci, öğretmen, muhabir, gazete yöneticisi, yayıncı vb. olarak düşmüştür yolları buraya. Anılara, günlüklere, otobiyografilere bakacak olursanız, iç karartıcı, gri bir şehir olarak görülen bu yerde onlara yaşama sevinci veren, düşünsel ve duygusal olarak besleyen arkadaş sohbetleri, edebiyat ve sanat mahfelleridir. Bu buluşma mekanlarının başta gelenleri meyhaneler, barlar, pastaneler, lokantalar olsa da, gazete ve yayınevi yazıhaneleri de uğrak yerleridir. Şimdi dilimize büro/ofis olarak yerleşen bu mekanlara yazıhane olmak daha çok yakışmıyor mu? Edebiyat tarihimizin de yazıldığı bu yazıhanelere koltuğunun altında dumanı üstünde hikâye veya roman dosyası ile ne çok ürkek yazar adayı; keşke birkaç sayfa karalayıp getirmiş olsa diye gözlerinin içine bakılan, tafrası çalımıyla nice kalem erbabı girip çıkmıştır. Kimisi de sırf tatlı sohbeti, muzip tavırlarıyla bu ortamların aranılan yüzüdür.

Muhiplerinin dilindeki ismiyle Salim Amca’nın, yani Salim Şengil’in Seçilmiş Hikayeler Dergisi’ni çıkardığı ve Dost Yayınevi’nin idare merkezi olarak kullandığı OW Han’daki yazıhane böyle bir yerdir. Çoğu ünlü yazar, acemilik dönemlerinde veya artık adları duyulmaya başlamışken hanın 2. katının yarısını kaplayan o uğrak yerinin müdavimi olmuştur. OW Han deyip geçmemek lazım. Uzun zaman başkent gazeteciliğinin anayurdu olmuş ve Babıali’nin en yetenekli, acar muhabirlerini, köşe yazarlarını, idarecilerini yetiştirmiş Rüzgârlı Sokak’tadır OW, yani Otto Wöber Han. Varlıklı bir tüccardır Wöber. İş hanı olsun, kâr getirsin diye bu işlek sokağa yaptırdığı binanın giriş katına zaman içinde, Menderes döneminde malları müsadere edilen CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’nin idari işler ve reklam birimi yerleşir. Karşısındaki dairede “milli damat” diye anılan, İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis faaliyet gösterir. Ulus Gazetesi’nin yazıişleri birimi onun üstünde, en üst katta ise Doğan Avcıoğlu yönetiminde CHP’nin Araştırma Bürosu vardır. Bu haliyle, sahibinin meramını aşarak bir parti merkezi haline gelmiştir OW Han. Hemen yakınındaki bir başka binada da aynı tertiple Demokrat Parti idarehanesi ve partinin gazetesi Zafer faaliyettedir.

1924 Nüfus Mübadelesi’nde Fethiye Kayaköy’e yerleştirilen Selanik’li bir ailenin oğlu olan, 1913 doğumlu Salim Şengil, amatörce öyküler kaleme alan, girişken ve becerikli bir genç adam olarak başkentte çeşitli memuriyetlerde bulunduktan, Ankara Radyosu’nda Ekrem Reşit Rey’in yönetiminde radyo tiyatrosu ekibinde çalıştıktan sonra, karakterine uygun bir sorumluluk üstlenir: Şehir merkezinden on kilometre uzakta, baraj kenarında ve yeşillikler içindeki Çubuk Gazinosu’nun müdürlüğü. İkinci Dünya Savaşı sürmektedir. Ortalık casus kaynamakta, Ankara’ya girip çıkan yabancılar göz hapsinde tutulmaktadır. Buna rağmen, yabancı diplomatların, eşraftan zenginlerin ve bürokratların rağbet ettikleri gazino yabancı revülerin, kadın orkestralarının, akrobatların ve konsomatrislerin çalıştırıldığı bir mekandır. Şehir merkezinden, hatta başka şehirlerden bu kadınları izlemek, mümkünse masalarına davet edip yakınlaşmak isteyen erkekler gazinoya akın ederler. Orhan Veli, Nurullah Ataç, Ahmet Muhip Dıranas gibi yazarlar da vardır aralarında. Çankırı Caddesi’nin bar sahipleri rakip olarak gördükleri mekâna göz dağı vermek için sık sık baskın yaparlar Baraj Gazinosu’na. Salim Şengil henüz yirmilerini süren birinden beklenmeyecek bir beceriyle bu trafiği idare eder. Gazino’da yaşadıkları ve şahit olduklarına dair anlattıkları ayrı bir yazı konusu. Fakat onu bugün hâlâ adı anılır biri haline getiren şey yayıncılık serüveni. 1991’de, yazarı henüz hayattayken Cem Yayınevi tarafından Anılarda Kalan Portreler adıyla yayımlanan anı kitabı, bu yıl Erol Gökşen ve Özcan Özen tarafından fotoğraflar ve birkaç yazı daha eklenip, yazıların altına dipnotlar yerleştirilerek yayına hazırlandı ve H2O Kitap tarafından yeniden basıldı. Şengil, memuriyet hayatından başlayarak, yayıncılık serüvenini, edebiyatçı dostlarını ve dönemin kültürel, politik iklimini anlatıyor kitapta. Anılara sahne teşkil eden çoğunlukla Ankara.

İlki CHP hikâye armağanını kazanan birçok hikâye yazan Salim Şengil 1947’de, tek parti yönetiminin yarattığı baskı ortamına kafa tutan bir gözüpeklikle, muhalif ve solcu olarak mimlenmiş ve sıklıkla polisle başı derde giren yazarlar başta olmak üzere birçok genç yazara kapısı hep açık olacak Seçilmiş Hikayeler Dergisi’ni çıkarmaya başlar. Kültür-sanat dergisi çıkarmak o kuşak aydınların, edebiyatçıların ve sanatseverlerin hiç vazgeçmedikleri bir hayaldir. Bu uğurda paralarını, huzurlarını, itibarlarını ve hatta sağlıklarını kaybederler. Polisle başları sık sık derde girer. Ama denemekten hiç vazgeçmezler. Başkentin o yıllardaki namlı buluşma mekanları Kürdün Meyhanesi, Şükran Lokantası, Özen ve Kutlu pastanelerinde bir masanın etrafına kümelenmiş, hararetli tartışmalarla gelecekte çıkaracakları derginin içeriği ve şablonunu belirlemeye çalışan bir topluluk görmek vakayı adiyedendir. Şengil, tek başına çıktığı yola, bir süre sonra evleneceği yazar Nezihe Meriç’i de yanına alarak devam eder. Gecelerin gündüzlere karıştığı bu çalışma temposunda Memduh Şevket Esendal, Cahit Sıtkı Tarancı, Can Yücel dergiye girecek hikâye ve şiirlerin seçimini yapan kadrodadırlar. Abidin Dino gibi ünlü ressamlar ise düşük telif ücretleriyle kapak resimleri, desenler çizerler. Seçilmiş Hikayeler rüştünü ispat edip adeta bir yazar fabrikasına dönüşünce Şengil 1957’de Dost Yayınları’nı kurar. Nazım Hikmet’in toplu şiirlerini basmak, Hasan Hüseyin’in ilk şiirlerini yayınlamak, Yılmaz Güney’in Boynu Bükük Öldüler adlı romanını basmakla şimşekleri üzerine çeker yayınevi. O yıllarda sözleriniz ve eylemlerinizin kayıt altına alınması için tek yol, muhbirleri devreye sokmak veya siyasi polisin peşinize takılmasıdır. Şengil, dostlarıyla, yazarlarıyla buluştuğu çeşitli mekanlarda tebdil-i kıyafet dolaşan bir sivil polisin varlığını sezmeyi öğrenmek zorunda kalacaktır. Baskılar artınca, Nezihe Meriç derginin idari sorumluluğunu üstlenir. Salim Şengil tutuklanırsa dergi çıkamayacaktır çünkü. Yıllar içinde örneğini sıklıkla göreceğimiz bu işbölümü, Nezihe Meriç’in aylarca Türkiye’nin birçok şehrinde kaçak yaşamasına sebep olur. Meriç anı kitabı, Çavlanın İçinde Sessizce’de (Yapı Kredi Yayınları) bu dönemi, Seçilmiş Hikayeler’i, Ankara’yı ve Salim Amca’yı ayrıntılarıyla anlatır.

Şengil-Meriç çiftinin Ankara’daki evleri, OW Han’daki büro kadar rağbet gören bir buluşma mekanı, teklifsizce girilip çıkılan bir uğrak yeridir. İstanbul’a taşındıklarında da aynı düzen sürecektir. Müşfik tavırları, evcimenlikleri, yardımseverlikleri, misafirperverlikleri dillere destandır. Babacan görünüşünün etkisiyle olsa gerek, Salim Şengil’e “Salim Amca” diye hitap edilir. Eşi bile böyle bahseder ondan. Nezihe Meriç’e ise “Nezim”, “anam” diyen çoktur. Her ikisi de birçok sanatçının, yazarın anılarında geniş geniş yer bulur, sevgiyle anılırlar. Baskı dönemleri bir türlü bitmeyen memleketimizde Salim Amca ile Nezim’in imdadına yetişen çok sayıda kötü gün dostu da vardır. Sakıncalı bulunan yayınlara, onları korumak için yayın sorumlusu olarak adını koyduran Prof. Dr. Bülent Nuri Esen ile “Siz bir savaş veriyorsunuz, biz de küçük parmağımızla buna destek olalım” diyerek, yayınevine açılan sayısız davadan avukatlık ücreti almayan Saffet Nezihi Bölükbaşı mesela.

Anılarda Kalan Portreler’de Salim Şengil bizi Seçilmiş Hikayeler’in en parlak yıllarına, edebiyat tarihimizde yer tutan yazarların acemilik dönemlerine, dünyanın evlerde, yazıhanelerde, meyhanelerde yıkılıp yeniden kurulduğu, yasaklar ve baskılar karşısında insanların daha cesur ve dayanışmacı olduğu yılların Ankara'sına götürüyor. Dergicilik ve kitap yayıncılığı yaptığı, 1947-1973 arasındaki 26 yılın Ankara'sını sokak sokak anlatıyor. Kitapta Cahit Sıtkı’yı arayanlar, onu “Yenişehir’de, Sakarya Caddesi’nden Bayındır sokağa sapınca sağda, bahçe içinde, yeşillikli Missuri Lokantası’nda veya Ziya Gökalp’ten Selanik Caddesi’ne dönünce bahçe içinde Buket Lokantası’nda” bulacaksınız. Salim Amca’ların evi, Bahçelievler’de, Bülent Ecevit’inkine yakın. Cebine üç beş kuruş para giren gazeteciyi, yazarı Üç Nal’da görürsünüz. Yolsuzsa Kürdün Meyhanesi’ne bakın. Gitmişken meyhanenin değişmez müşterileri Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Suphi Taşhan, İlhan Tarus veya Mehmed Kemal’e bir selam sarkıtabilirsiniz. Nurullah Ataç, Kutlu yahut Özen pastanesindedir. Başka yere bakmayın. Abidin Dino’dan bir desen isteyecekseniz, “Atatürk Bulvarı üzerinde Küçükesat sapağını geçince içerlek bir yerde İş Bankası Yayın Müdürü Mecdi Sayman’ın apartmanının giriş katındaki evine” bir uğrayın. Ankara Edebiyatçılar Derneği’ne üye olmak isterseniz genel sekreter Bülent Ecevit’e başvurmalısınız. Adalet Ağaoğlu’nun Çatıdaki Çatlak oyununa sansür uygulayan, Rus klasiklerinin yeniden basımını engelleyen Kültür Müsteşarı Adnan Ötüken’e rastlamak istemiyorsanız tiyatro galalarından uzak durun. En iyisi, Cebeci Asri Mezarlığı'nın nüfusunun henüz çok az olduğu dönemlerden, Salim Amca’nın “bahar dalının çevresinde dönen renk renk kelebekler gibi gözlerinin önünde uçuşan anılarından, hangisini tutsam diye düşünerek” seçip bize anlatmaya değer bulduklarını okuyun.

Tüm yazılarını göster