Salâh Bey’in 24 ayar altınları

Edebiyatımızın 24 ayar altınıdır Salâh Birsel denemeleri. Onları okudukça denemeci adı verilen bambaşka bir varlık olduğunun ayırdına varır insan. Ve şimdi Salâh Bey’in altınlarını yastıkaltından çıkarmanın tam zamanı. Evet, tam da üslubu kıt bu günlerde.

Burcu Aktaş bu.aktas@gmail.com

Edebiyat kıyısında dolanan bu yazılarda konu sonunda altına geldi. Gram ya da çeyrek altının dudak uçuklatan fiyatından bahis açacak değilim. Salâh Birsel’in altınlarından söz edeceğim. Denemelerini kastediyorum elbette. Bu benzersiz yazarın denemelerinin tadını alanların sırtının yere gelmeyeceğini, aklının olur olmadık şeylere teslim olmayacağını düşünenlerdenim. Onları okudukça denemeci adı verilen bambaşka bir varlık olduğunun ayırdına varır insan. Şunu da eklemeli Salâh Birsel için, o bu konuda bal gibi bir zirve.

Ne mene bir şey şu denemecilik! Nedir denemecinin işi?

Salâh Birsel’in tarif ediş biçiminden yola çıkayım. “Bir denemecinin işi kitaplarda, doğada ve de yaşamın içinde tık eden altını bulup çıkarmak, okurların gönlünde bir düşünce uyandırmaktır. Bunu yaparken, üstünü başını altın tozuna bular, kalemini de yaldız çanağının içine düşürürse oh, gel keyfim gel. Gerçi, altını enselemek için denemeciler, kimi zaman çekmelerin kilitlerini bir yerlerden kırarlar, yani öyküyü az biraz çarpıtırlar ama bu da işin raconudur. Böyle şımarıklıklara, böyle çılgınlıklara el atmadan yazının bedenine güçlü can girmez.”

Sadece şu tarifi bile denemelerinin satırlarında nasıl bir zevkin kol gezdiğini anlamak için yeterli. 1001 Gece Denemeleri ya da Salâh Bey Tarihi dizilerinin her bir kitabını okuduktan sonra bir hal gelir bana. Kürsüye, mikrofona ihtiyaç duymadan, oturduğum yerden Ahmet Hâşim’in şu mısralarını okuyuveririm: “Bize bir zevk-i tahattur kaldı/Bu sönen, gölgelenen dünyada.”

Salâh Birsel’in yazı mesaisi sabahları uyandığı anda başlarmış. Daha yataktayken akıl tasının kapağını kaldırdığını söyler. Böylece sayısız fırtlak ve zırtlak düşünce beynini mıncıklamaya başlarmış. Erkenden oturduğu yazı masasında kimi zaman “şekerpare dakikalar” geçirirmiş. Ama yazı işi bu, sağı solu belli olmaz. Birsel de bunu biliyor. Kimi zaman da kendini “öfke atına binmiş yakaladığını” itiraf ediyor. Eğer midesine bir şeyler tıkıştırmadıysa kafasının daha iyi parıldadığını düşünüyor ve ekliyor: “Duygulu insanın aç insan olduğunu da bu saatlerde çakmışımdır.” *

Dili kuşanışıyla, bakış açısıyla, tükenmez okurluk hazzı ve bilgisiyle oluşturduğu bir yazı tavrı vardır Salâh Birsel’in. Gerçek bir edebiyat eseri karşısında ya önünü iliklediğini ya da hazırola geçtiğini söyler. Denemelerini insan, doğa, sanat, kitap sevgisiyle donatmasındaki yegâne amacı “insanları güzel ve iyi olan şeylere çekmek”tir. Bu yüzden zorbaları da yere vurmaktan çekinmez. O “insanların içine tek tek iyilik paraşütleri indirmeden toplumun kendine gelebileceğine” bir an olsun inanmamıştır. **

Edebiyatımızın 24 ayar altınıdır Salâh Birsel denemeleri. Onları yastıkaltından şimdi çıkarmayacağız da ne zaman çıkaracağız. Okuyup okuyup üslubu kıt zamanların sıkıntısını üzerimizden atmalı. Salâh Bey’in altınlarını bozdurup bozdurup edebiyat ejderhasının açlığını onlarla bastırmalı.

*Eşsiz denemeci çalışma biçimini, yazı mesaisini “Ben ve Ben” adlı denemesinde anlatır. Bu deneme yazarın Amerikalı Tolstoy kitabında yer alıyor.

** Kediler adlı kitabında yer alan “Ben Niçin Salâh Birsel’im” denemesinde bahseder bu konudan.

Tüm yazılarını göster