Sahibini çarpan fırça yaparız!

Üniversiteyi üniversitelikten çıkarıp faşizan kafalı cahil milis yetiştirme projesine önemli bir itiraz yok. İçeriği konusunda taraflar anlaşmazlığa düşebiliyor! Uluslararası saygınlık maygınlık da bizim umurumuzda değil. Bunun bilimsel çalışma gibi alanlarda bir sağlamlık göstergesi oluşunu da önemsemeyiz. Nasıl olsa cihan hakimiyeti kurduğumuzda hepsine biz hükmedeceğiz.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

Türkiye’de iki yüzden fazla üniversite var. Bu güzide kurumlarımızın bünyesindeki akademik çalışmalar sayesinde Türkiye, bilimsel yayın sıralamasında dünyada on dokuzuncu! Parlak bir konuma benziyor…

Bilgiyi bize veren Deutsche Welle’den Gülsen Solaker’in aktardıklarının geri kalanı pek parlak bir manzaraya işaret etmiyor. Solaker’in görüştüğü eski ODTÜ rektörü Ural Akbulut, dünyada bilimsel makalelerin dört gruba ayrıldığını, üstteki dörtte birin en yüksek kaliteye sahip çalışmaları içerdiğini, ikinci dörtte birin bir tür ikinci küme oluşturduğunu, üçüncü dörtte birinin pek ciddîye alınmadığını, en alttaki çeyreklik grubun ise “saygın bile denemeyecek” metinlerden oluştuğunu belirtiyor. Akbulut’a göre dünya ortalaması ilk iki grupta, “üçüncü ve dördüncü dilimde dünyada çok az makale var”. Sonuç: “Türkiye’de ise tam tersi.

Yayın sayısında on dokuzuncu, Türkiye, ama bu yayınların büyük bölümü kimse tarafından dikkate alınmıyor, bunlara atıf yapılmıyor; kısaca, bilimsel geçerlilikleri yok. Haberde bunun nedenlerine de değiniliyor. Hepimizin bildiğini kısaca hatırlatayım: Çünkü bizim üniversitelerimiz sahiden her alanda doğru dürüst araştırma yapılabilen kurumlar değil, akademisyen sûretinde ortada dolaşan birçok insanın cehalet düzeyi her kurumu içeriden patlatacak nitelikte; alanında doğru dürüst çalışan, bilgili, sorumlu öğretim elemanlarının çoğunu ayıklayıp dışarı atıyoruz; çünkü maksat bilgi biriktirmek, kafayı çalıştırmak değil, hizmetkâr yetiştirmek, devletin kırmızı çizgilerinin aşılmamasını, yalanlar üzerine kurulu kültür hayatımızın bizi var eden o darlığına halel gelmemesini temin etmek.

AMA İSTİYORUUZ!

Üniversiteyi üniversitelikten çıkarıp faşizan kafalı cahil milis yetiştirme projesine önemli bir itiraz yok. İçeriği konusunda taraflar anlaşmazlığa düşebiliyor! Uluslararası saygınlık maygınlık da bizim umurumuzda değil. Bunun bilimsel çalışma gibi alanlarda bir sağlamlık göstergesi oluşunu da önemsemeyiz. Nasıl olsa cihan hakimiyeti kurduğumuzda hepsine biz hükmedeceğiz. Fakat beri yandan bir razı olmazlığımız, gözü doymazlığımız var; onu nasıl gidereceğiz? Öğrenmek istemiyoruz, beğenmediğimiz, bizi rahatsız eden gerçekleri istemiyoruz, karşı görüş istemiyoruz, tartışma istemiyoruz… fakat doktor olmak, doçent olmak, profesör olmak, makaleler kitaplar yazmak istiyoruz, bize fikrimiz sorulsun, şurada burada -hele televizyonlarda- ahkâm kesebilelim istiyoruz, kongrelere gidelim, her şeyi Türklerin kurduğunu, İslâm’ın her şeyi çözdüğünü anlatalım, dinlesinler istiyoruz. Kıyafet istiyoruz. Kap istiyoruz. Kabuk istiyoruz. Ambalaj istiyoruz. Üstümüze oturmayan pahalı takımların içi o kadar da boş görünmesin istiyoruz.

İşte bu yüzden, sektörler oluşturup ciroları patlatıyoruz. Sektör? “Sahte dergi” sektörü, meselâ. Bilimsellikle uzaktan yakından alâkası bulunmayan, bunu da dünyada ilgili herkesin bildiği, yani aslında kendi kendini rezil etmelik operasyonlarla, -naylon diyelim daha doğru- naylon dergiler çıkarıyoruz, fakat münasip şartları yerine getirenlerin yazılarını bunlara basıyor ve bu kimseleri doçent, prof, şu bu yapıyoruz. Ne uyanığız di mi usta!

Deutsche Welle haberinde, böyle dandik değil de doğru dürüst bir bilimsel dergide yayımlanan bir makaleye atıfla şu bilgi yer alıyor: “dünyada en çok sahte dergi çıkaran ülkeler arasında Hindistan ve Nijerya ile birlikte Türkiye de var”. Aa! Hayret ayol! Anlaşılan şimdiye kadar iktidar yalakası veya resmen “vazifeli” yeteri kadar boş kafa birtakım sıfatlar elde edip gerekli pozisyonlara yükseltilmiş ki, YÖK geçen martta karar almış, artık akademik derece yükseltirken birtakım dandik dergilerdeki yayınları dikkate almayacakmış. İhtiyaç fazlası yaratmışız yani. Sahte dergicilikte bir nevi Yavuz Selim ve Osman Gazi köprüleri hadisesi.

ÖBÜR BAŞARI SAHASI

Bu yüzden ülkemiz akademik âleminin yaratıcılıkta gerileyeceğinden endişe edenlere teselli armağanı olarak gelsin: Türkiye bir alanda daha dünya liderliğine oynuyor! Eski ODTÜ rektörü şöyle diyor: “Sahte kongre olayında herhalde dünyada maalesef belli bir yere gelmişizdir diye düşünüyorum.” Niye ‘maalesef’ olsun, muhterem? Sahte bilimsel kongre sektöründe, bildiğim kadarıyla, ülkemiz “maalesef” öncü değil. Bakın burada olur işte “maalesef”. Fakat belli ki arayı çabuk kapatıp finişe doğru ilk sırayı yakalamak üzereyiz. Bu kongreler, kongre görünümü altında herkesin akla gelen her konudaki saçma sapan metinlerini “sunduğu”, sonunda sertifikalar şunlar bunlar dağıtılan, sonra da söz konusu akademisyenlerin sahte değil sahici olduklarını ispat için kullandıkları referanslar oluşturan, dandik organizasyonlar. Sahte kongre işinde uzmanlaşmış, logosu, amblemi, adı sanı her yerde görülen, fakat yeri yurdu, adresi bir türlü tam tespit edilemeyen, Güney Koreli bir şebeke üzerine kısa bir belgesel izlemiş, o esnada ilgilenmemiştim. Basbayağı uluslararası suç örgütü vardı ortada. Ülkemizin, insanımızın bu alandaki başarıları hakkında bilgim olsaydı mutlaka konuya eğilir, Millî Güç’ün vazgeçilmez unsurlarından akademyamızın uluslararası alanda hak ettiği birinciliği elde etmesi için katkıda bulunmaya çalışırdım.

AKADEMYAMIZ KİMDİR, NEDİR?

Akademyamız, haksız yere işlerinden atılan, itilen kakılan bir avuç dürüst, sorumlu, sahici bilim insanı değil, onlar atılırken odalarına, konumlarına konma hesabı yapan, meslektaşlarını ihbar eden, varolmayan üç milimlik donanımını faşizan propaganda veya gayriresmî devlet hizmetine feda eden, icabında frak giyip darbe liderinin karşısında biat resmigeçitinde saf tutan, gençlere göz açtırmamak, özgür düşünce - özgür davranış denen şeyleri ucundan bile tattırmamak için gönüllü bekçiliğe soyunmuş, okuluna polis çağırırken en ufak onur kırılması yaşamayan, velhâsıl, bilimle şununla bununla alâkasız, asalak güruhtur esas olarak. Ötekiler, sahte dergiyle, sahte kongreyle işi olmayan, yazdıkları, öğrettikleri sahici emeğin ürünü olan ve dünyanın neresine gitseler dikkate alınacak olan, doğru dürüst akademisyenler, her dönemin muktedirlerince yolu bulunup akademyadan atılmasına çalışılanlardır.

Siyaset bilimci Umut Özkırımlı, Türkiye üniversitelerinde yaşanan kıyım -insan kıyımı, birikim kıyımı, kalite kıyımı…- yokmuş gibi âsûde akademya masalları anlatan bir meslektaşına “e insaf artık” demek üzere yazdığı yazıda, bütün bunların somut, basit sonucuna dair bilgiler verdi: “Times Higher Education’ın tüm üniversiteleri kapsayan sıralamasında Türk üniversiteleri kaçıncı sırada biliyor musun? En üst sıradaki Sabancı Üniversitesi 351-400 arasında. Dikkat edersen, tam bir rakam verilmiyor bu kadar gerilerde olunca. Onu Koç Üniversitesi izliyor, 401-500 arasında. Bu hem genel sıralama, hem de senin üzerine methiyeler düzdüğün Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında. Sence Avrupa’da, Amerika’da yayımlanan emsallerini aratmayan kitaplar üretebiliyor olsak 351-400’ün üzerinde bir yerlerde olmaz mıydık? Times Higher Education’ı beğenmiyorsan QS Üniversite sıralamasına bakalım istersen. Ne de olsa bu sıralama da yaygın olarak kullanılıyor. İlk Türk üniversitesi Koç, ikincisi Bilkent. Sıralamadaki yerleri 448 ve 456!

Şimdi bizim öğrendiklerimizi bir araya getirmemiz gerekiyor. Tabiî bazı soruları cevaplayabilirsek. Bilimsel yayın sayısında 19'uncu, üniversite kalitesinde en iyi ihtimalle 351'inci sırada nasıl olunabiliyor? Çok sayıda sahte dergi çıkararak ve sahte kongre düzenleyerek olabilir mi? Şu çıkarsama mâkûl mü: Yıllardır memleketimizde sahte akademisyen üretiyoruz. Peki bununla kim kandırılmış, ne elde edilmiş oluyor?

Başka bir soruyu süreceğim ortaya. Şimdi aktaracağım vaziyetle şu akademik sefilliğin alâkası var mı?

BAŞKASININ ÇÖPLERİNİ ALMAK

Vaziyet uluslararası “çöp ticareti”yle ilgili. Gelişmiş ülkeler çöplerini azgelişmiş ülkelere satıyorlar. Biz, hâlihazırdaki güçlü ekonomimiz ve bilimsel çalışmadaki ileri seviyemiz nedeniyle elbette azgelişmiş ülke sayılmayız, fakat nedense ABD, İngiltere ve Japonya’nın başını çektiği çöp ihracatçılarından -‘çöpünü başkasına sokuşturanlar’- en çok plastik atık satın alan üç ülkeden biriyiz! Hindistan ve Nijerya ile birlikte. Gazete Duvar’da Mühdan Sağlam, bu ticaretten kârlı çıktıklarını iddia eden çöp ithalatçısı devletlerin iddiasındaki tuhaflığa işaret etti: Madem kârlı, teknolojide ilk beşte yer alan üç ülke neden kendi işlemiyor da başkasına satıyor? ABD, İngiltere ve Japonya’nın sahip olmadığı, akıl edemediği, beceremediği hangi yetenekleri var da Hindistan, Nijerya ve Türkiye plastik atıkları ton ton alıp topraklarına getiriyor?

Çöp ticareti haberini görür görmez, sahte dergi-sahte kongre, dayama akademik çalışma, yersen akademisyen âlemi aklıma düştü. Sırf çöp lafı geçince bile düşebilirdi tabiî, haklısınız.

Bir ülkenin kaliteli akademisyenlerini kâh bilerek kâh farkında bile olmayarak ülkeden kaçıran veya hınçla, hunharlıkla işinden atan, hattâ hapse koyan, buna karşılık, naylon dergilerde, sahte kongrelerde bir araya getirdikleri abuk sabuk laflarla bilim insanı rolü yapan asalaklara mevkiler makamlar veren, o esnada da “hepsi bizi mahvetmek istiyor!” diye yeri göğü inlettikleri Batılı büyük devletlerin çöplerini alıp getiren muktedirler sizce ülkenin insanlarına ne yapmaktadırlar?

Şahsen, plastik atıktan nükleer enerji elde edip robot atlar ve ışın kılıçları imal edileceğini -aileden birilerinin yönetiminde, ROBATVAK ve IŞKILVAK bünyesinde- öngörüyorum. Cihan hakimiyeti için ok-yay yeterli olmazsa diye. Nasıl olsa bilgi, teknoloji, hepsi fazlasıyla var.

Haydi, Emre Belözoğlu’na fırça tuttular diye millî hisleri arşa yükselen aslanlar kaplanlar, bir yaklaşın da manzaraya bakalım beraber, ne görüyoruz... Belki bizden birine tutulunca sahibini çarpıp Pontusluya dönüştüren fırça da yaparız.

Tüm yazılarını göster