Sabah ve Türkiye’de ‘kısık ateşte’ iktidar eleştirisi!

İktidar medyasının iki ‘kale’sinde, Sabah ve Türkiye gazetelerinde, aynı gün içinde yayınlanmış, ‘kısık ateşte’ pişmiş iki eleştiri. Biri daha çok ima yoluyla, ikincisi doğrudan, açıkça...

Abone ol

AKP’nin bazı eski ‘kurmayları’ eleştirel pozisyona geçtiklerinde ya da bazı eleştirel sözler söyleme ihtiyacı hissettiklerinde kendi medyalarının kapıları sımsıkı kapandı.

Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Cemil Çiçek…

Genellikle uluslararası basın kuruluşlarının Türkiye servislerine (BBC, Deutsche Welle gibi) ya da ülke içinde ‘muhalif’ olarak bilinen, hiç değilse iktidarla organik bir ilişkide olmayan mecralara konuştular. Belki de söylediklerinin ancak o mecralarda yayınlanabileceğini biliyorlardı.

Bunlardan Bülent Arınç’a çok sert tepkiler de gösterildi, partiden atılması istendi. Belki en az Hüseyin Çelik dikkat çekti. Ama Cemil Çiçek, geçen yıl BBC’ye konuştuğunda ve Sedat Peker’in ifşaatı için “Binde biri bile doğruysa…” diye başlayan sözler söylediğinde, yaygın bir sessizlikle karşılanmıştı iktidar muhitinde. Belki onun AKP tarihini de aşan bir ‘devlet adamı’ kimliği taşıyor olmasının, öyle görülmesinin etkisi vardı bunda. AKP’nin kuruluşunda yer almış, meclis başkanlığı yapmış, başkanlık sistemine geçildikten sonra Saray’ın İstişare Kurulu’nda yer almıştı…

Çiçek’in eleştirileri itibar görmedi, ama kimse de onu ‘hain’ ilan etmedi, kellesini istemedi.

İşte o Cemil Çiçek bu kez iktidar medyasının ‘kalbinde’, Sabah gazetesinde göründü. Yavuz Donat’ın köşesinden, belirsiz, güçsüz, nokta adresi açık olmayan; ama iktidarın bazı söylem ve icraatlarını ima ettiği de ayan beyan ortada olan ‘uyarılarda’ bulundu.

Merkez sağ siyasetin kıdemli kâtibi Yavuz Donat, Bayram tatili öncesi Ankara'da bir “son Dostlar Meclisi buluşması” yaptıklarını söyleyerek başlıyor yazısına. Bu buluşmaya, “Siyasetçiler... Eski Meclis Başkanı... Eski bakanlar... Milletvekilleri... Değişik siyasi görüşteki arkadaşlar... Sivil toplum liderleri... Yüksek bürokratlar... Bilinen isimler” katılmış. Ama Donat ‘eski meclis başkanı’nın, kendi deyimiyle “uyarılarını” aktarmayı görev edinmiş.

Ne diyor Çiçek?

  • Bu coğrafyada, devlet ve millet olarak sonsuza kadar yaşayabilmemizin ön şartı barış, huzur, birlik ve dirlik içinde olmamızdır… birliktelik sorumluluğunu hepimiz kendi vicdanlarımızda hissetmeliyiz.
  • Birbirimizin aklına ve sağduyusuna hitap eden bir söylem geliştirmemizde sayısız fayda var. Başka türlü bu coğrafyada yaşama şansımız yok.
  • Bir duygu toplumu olmak yerine, akıl toplumu olmanın zamanı çoktan geldi.
  • Birçok yanlışı yapıyoruz, sonunda pişmanlık duyuyoruz ama iş işten geçiyor.

 Görüldüğü gibi, gazetecilik tabiriyle söylersek ‘manşetlik’ bir ifade yok bu sözlerde. Ama ağız içindeki bir çakıl taşı gibi yuvarlanan bu birlik, birliktelik, birbirimiz gibi kavramların mevcut siyasal gerilime yönelik olduğu da açıkça görülüyor.

Tam da Erdoğan, “küskünler” denen bir kesimle arayı düzeltmek, onları yeniden kazanmak konusunda telkinlerde bulunurken Cemil Çiçek’in küstürülmeden konuşturulması öneme haiz elbette. Erdoğan’ın en çok terennüm ettiği klişe olan “Bir olalım… diri olalım…” sözlerindeki ‘birlik’ vurgusuna bir ince gönderme de var sanki Çiçek’in sözlerinde.

Diyor ki: “Birlik ve beraberlik bir siyasi söylem değil, mecburiyettir.”

Ve ekliyor: “Bunun yolu da birbirimizin hukukuna saygı göstermekten geçiyor.”

Çiçek’in sözleri cari AKP siyasetinde ne kadar etkili olur? Yanıt herkes için açık galiba: Olmaz.

Ama kötü gidişat karşısında destekçi tasarrufuna giden ve küskünleri kazanalım, yeni küskünler yaratmayalım talimatları veren Erdoğan’ın en tutkulu destekçisi Sabah, biraz da bu talimatları çiğnememek için olsa gerek, Yavuz Donat’ın köşesindeki bu yazıya ‘izin vermiş’…

FUAT UĞUR’DAN İKTİDARA ‘ARMUT’LU ELEŞTİRİ

İktidarı destekleyen medyada aynı gün içinde ikinci bir eleştiri ise Türkiye gazetesindeydi. Uzunca bir süredir İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya verdiği açık destekle dikkat çeken gazetenin ‘şahin’ yazarlarından Fuat Uğur bugünkü yazısında, toplumda ‘sansür yasası’ olarak bilinen sosyal medya düzenlemesinin yeni yasama yılına kalmasını eleştiriyor.

Önce Almanya’dan ‘yalan habere karşı yasal önlemler’ konusunda 10 maddelik bir buket hazırlıyor. Kimlik tespiti, çeşitli boylarda, hapis cezaları, ağır para cezaları vs.. Almanya’nın ‘kıskandığı’ bir pozisyonda değil, Almanya’ya ‘imrenen’ bir pozisyonda… Zaten bu 10 maddelik buketi takdim ettikten sonra, sadede geliyor: “Elin oğlu yapıyor, bizim elimiz ise armut topluyor.”

“İktidar” diyor Fuat Uğur, “yıllardır konuyla ilgili yasayı çıkarmakta geç kalmakta.”

Neredeyse alaycı bir dille sürdürüyor eleştirilerini:

“[Yasa] Geçenlerde ortaya çıkar gibi oldu ama yine ortadan kayboldu.

[…] komisyondan geçen yasa teklifi Meclis’e geldi gelecek derken bir baktık ki Meclis tatile girdi.

Bize de ‘Elma dersem çık, armut dersem çıkma’ demek düşüyor herhâlde.”

Sosyal medya düzenlemesinin AKP ile MHP arasında bir anlaşmazlığa yol açtığı, MHP’nin çok istemesine rağmen bazı tereddütlerle sonbahara bırakıldığı konuşulurken…

Bazı Sabah gazetesi yazarları, teklifin masada olduğu sıralar açıkça “Aman ha, bizim başımızı yakar bu tasarı” diye yazmışken…

Soylu ve dolayısıyla MHP’ye daha cana yakın davranan Türkiye gazetesinde böyle açık bir eleştiri… Geçen gün tüm muhalefete, “Göreceksiniz hepinizi tutuklayacağız” diye seslenen yazardan…

İktidar medyasının iki ‘kale’sinde, aynı gün içinde yayınlanmış, ‘kısık ateşte’ pişmiş iki eleştiri. Biri daha çok ima yoluyla, ikincisi daha açıkça. Söküleni dikerken bir matematik çıkıyor ortaya ister istemez: Diken terzi mi daha hızlı, yoksa ilerledikçe yıpratıcı etkisi ağırlaşan zamanın sökmesi mi?