RUSİHAK Başkanı Can Feyzioğlu: Hastanelerde anlatılandan fazlası yaşanıyor

Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi gören Ömer Burçin Özkişi'nin aktardığı tanıklıklar sağlık çalışanları ve hekimler arasında da tartışılıyor. Özellikle elektro şok tedavisinin hastanın rızası olmadan kullanılmasının etik olmadığını belirten uzmanlar, hastanelerin ve hastalara ayrılan sürelerin yetersizliğinden yakınıyor.

Abone ol

İZMİR - Gazete Duvar’da, "15 günde 5-6 kez elektroşoka götürülenler oldu" başlıklı haberin yayımlanmasının ardından Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yaşananlar, tartışmaları da beraberinde getirdi. Söz konusu haberde hastanede bir süre tedavi gören Ömer Burçin Özkişi, hastaların sıkıştırılmış bir halde tecrit edilerek insan hakları ihlaline varan ortamlarda nasıl yaşadıklarını anlatıyordu. Sorularımızı bu kez de Manisa Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde görevli, Manisa Tabip Odası Başkanı Sahut Duran ve Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği (RUSİHAK) ekibinden Can Feyzioğlu’na yönelttik.

Hastane tanıklığı: 15 günde 5-6 kez elektroşoka götürülenler oldu

'HASTAMIZIN YAŞADIKLARINI OKUDUM'

Ruh sağlığı hastalarının tecrit edilmesinin artık kabul edilemez bir durum olduğu görüşünde olan Sahut Duran, bu tip hastanelerde yaşananların eleştiri anlamında gündeme gelmesinden memnuniyet duyduğunu ifade ediyor.

Dr. Sahut Duran: Ruh ve Sinir Hastalıkları hastaneleri Orta Çağ'ı hatırlatıyor

"Hastamızın yaşadıklarını okudum. Bundan daha kötü hikayeler de vardır emin olun. Koşulların kötü olduğunu biz de kabul ediyoruz, ruh sağlığında tedavi hizmetleri ile ilgili ciddi bir sorun olduğunu biliyoruz. Ancak asıl sorun bu konuda devletin bir çözümünün olmaması. Manisa'daki bu hastane Alanya'dan Çanakkale'ye kadar Ege Bölgesi’nin tamamına hizmet veriyor. Bu kadar kötü koşullara rağmen bu hastanede ağır hastalar için bile yer yok. Aileler çaresiz ve bu koşulları görmelerine rağmen yatırmadığımızda tepki gösteriyorlar. Koşulların düzeltilmesi için bu tür haberlerle konunun üzerine gidilmesini de önemli buluyorum. Medya çok önemli bir araç bizim için.’’

'ORTAÇAĞ'I ANIMSATAN HASTANELERDE RUH SAĞLIĞI HİZMETİ VERİYORUZ'

Asıl sorunun bu tip hastanelere hâlâ muhtaç olunmasından kaynaklandığını belirten Duran, sözlerini şöyle sürdürüyor:

"En önemlisi bir ruh sağlığı yasamız yok. Düşünün Afrika ülkelerinde bile ruh sağlığı yasası var ama biz de yok. Standardımız o yüzden gelişmiyor. Bir ruh sağlığı yasamız olsaydı hekimleri ama özellikle hastaları koruyacak bir ortam oluşurdu. Bu yasa tasarısı yıllardır mecliste bekliyor. Çünkü ruh sağlığı hizmetinde Türkiye'de ne yazık ki hâlâ altyapı koşulları tamamlanmış değil. Bir yandan övünerek 7 yıldızlı oteller şeklinde şehir hastaneleri kurduklarını söylüyorlar. Ama hemen dibinde hâlâ Orta Çağ'ı anımsatan hastanelerde ruh sağlığı hizmeti veriyoruz."

"Bırakın fiziki koşulları bir hekim tarafından hastaya ayrılan süre çok yetersiz. Bir psikiyatri hastası için halen 10 dakikada bir randevu veriliyor. Fakat çoğu zaman 10 dakika bile ayrılamıyor. Çünkü randevuların arasında da başka hastaları almak zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle hekim de ilaçla tedaviye yöneliyor. Ama rehabilite edici koruyucu ruh sağlığı anlamında herhangi bir yöntem için zaman yok. Hastanede kaldığı süre içinde örneğin saldırgan bir hastayla, depresyon hastası bir arada bulunabiliyor. Bu yüzden hastalar arasında şiddet yaşanıyor. Sigara çok büyük bir problem ruh sağlığı hastalarında. Sigara bulamayan hastalar izmaritleri içiyorlar. Bu tür görüntüleri halen görebilirsiniz. Buna yönelik bir iyileşme yok. Yani çok farklı bir dünyadan bahsediyoruz, bildiğimiz hastaneler gibi değil."

'EKT TEDAVİ İÇİN SON SEÇENEKTİR'

Elektro şok (EKT) ile ilgili görüşlerini de sorduğumuz Duran, "Belli rahatsızlıklarda çok etkin bir tedavi yöntemi. Ama koşulları var" diyor.

"EKT, özellikle ağır depresyonda ya da çok ajite saldırgan hastalarda hızlı bir şekilde hastayı kontrol etme, kendine getirme anlamında kullanılan etkin bir tedavi yöntemi. Endikasyon anlamında ise çok geniş bir alanı var. Yani hangi hastaya yapılır, hangi hastaya yapılmaz diye baktığınızda ucu çok açık. İlaç tedavisine rağmen cevap vermeyen, saldırgan, başkasına zarar vermek, öldürmek gibi düşüncesi olan psikotik hastalarda uygulanması doğru."

Kendisine EKT talebi ile gelen hastalardan oldukça olumlu sonuçlar aldığını da ekleyen Duran, etik olarak istemeyen hiçbir hastaya EKT yapmadığını söylüyor.

"Tedavi için alternatifler üretmek lazım. Her EKT yapılan hastaya gerçekten EKT yapılması gerekiyor mu o da ayrı bir soru işareti. Aslında EKT tedavi için son seçenektir. Ama çok fazla yoğun hasta sirkülasyonu içinde çaresizlik de bazen bu yönteme itebiliyor. Tabii ki buna daha kolay başvuran hekimlerin olduğu doğrudur. O yüzden anlatılanlara çok itiraz edemiyorum. Ama EKT’ nin kötü bir tedavi yöntemi olduğuna dair söylem yanlış bir şey. Mesela son dönemlerde antidepresan kullanımın çok arttığını biliyoruz. Herkese, her hastaya bir antidepresan veriyoruz. Gerekiyor mu? Hayır. O hastalara yeterli bir süre ayırsanız, görüşebilseniz, sosyal faktörleri de ele aldığınızda inanıyorum ki birçok insanın ilaçla tedavi ya da psikiyatrik tedavi ihtiyacı kalmayacak. İşte EKT’ deki durum da böyle."

'ESAS MESELE EKT’NİN HASTANIN RIZASININ ALINMADAN YAPILMASINDA'

"RUSİHAK’ın kuruluşuna vesile olan ilk rapor, bugün adı 'disability rights international' olan bir kuruluş tarafından yayımlandı. Bizim 2006 raporumuzun yayınlandığı tarih aynı zamanda Türkiye’de EKT’nin anestezisiz yapılmasının yasaklandığı tarihtir. Çünkü o vakte kadar EKT anestezisiz uygulanıyordu ve bu bir skandala yol açmıştı.

Can Feyzioğlu: Zayıf olanın istismarı çok yaygın

Bu raporun arkasından işkence karşıtı sözleşmeye bağlı çalışan bir komite, anestezisiz yapılan EKT’nin bir 'işkence' olabileceğini söyledi. Tabi bu hekimleri zor bir duruma soktu" diyen RUSİHAK ekibinden Can Feyzioğlu ise bugün gelinen noktada kendileri açısından esas meselenin EKT’nin nasıl kullanıldığı değil kişinin rızasının alınmadan yapılmasında olduğunu söylüyor:

"Rıza diye bir anahtar kavram var ve rızanın alınıp alınmaması gerçekten insan hakları açısından bir tür sınır çizgisini oluşturuyor. Ve aslında bu tedavinin bütün şekilleri için geçerli. Bugün bir dişçiye de gitseniz kendi isteğinizle gidersiniz. Ama size sorulmadan, başkasının verdiği bir onay yeterli değildir. Sizin rızanızın alınması gerekir. Ancak bu tip hastanelerde EKT için hastanın rızası alınmadan iki doktor imzasıyla hastaya bu işlem yapılabiliyor. Ve bu aslında iki doktorun değerlendirmesi anlamına gelmiyor. Pratikte bir hekim karar veriyor. Diğer doktor da prosedürü tamamlıyor. Bir de genelde bir tür ön kabul var tabii. Ruh sağlığı hastanelerine gelen kişiler zaten anlayacak durumda olmazlar gözüyle bakılıyor. Ya da ‘’bu bir tıbbi alanın konusudur. Dolayısıyla hekimler bilebilir, onların bilgi alanıdır’’ diye bir genel kabul var. Türkiye’nin kabul etmiş olduğu ‘’Engelli Hakları Sözleşmesi’’’nin yaklaşımı ise bunun aksini söylüyor, eskiden medikal alanın konusu olduğu düşünülen ruh sağlığı alanını, interdisipliner bir alan olarak yeniden tanımlıyor. Yani zorla uygulamayı kabul etmiyor. Bizim ısrarla vurgulamak istediğimiz; kişinin rızası, tedavinin her aşamasında olmazsa olmaz olarak aranmalı. Hastanelerin zaten anlamazlar deme lüksü yoktur; gerektiğinde o kişilere ulaşmanın yollarını bulmak ve geliştirmek mecburiyetindeler. Zorlayıcı yöntemler ise halihazırda çeşitli uluslararası sözleşmelerle yasaklanmış durumda. Biz bunların uygulanmasını ve kurumların denetlenebilir olmasını talep ediyoruz."

'ANLATILANLARDAN ÇOK DAHA FAZLASI YAŞANIYOR'

RUSİHAK olarak anlatılanlardan çok daha ağır koşullara tanık olduklarını dile getiren Feyzioğlu, tüm bu koşulların dönüşmesinin tek yolunun dışarıdan bir gözün ara sıra da olsa bir değerlendirme yapabilmesinde olduğunu söylüyor. Feyzioğlu, 2011 yılında yaptıkları izleme ziyaretinde yaşadıkları bir tanıklığı ise şu sözlerle anlatıyor:

"Bunlar maalesef benim tanık olduğum bildiğim durumlar. Anlatılanların hepsi doğru hatta çok daha fazlası yaşanıyor. Özellikle zayıf olanın istismarı çok yaygın. Sizin yazınızda konu edindiğiniz Manisa Hastanesi’nde, adli servisler var. Suç işleyenler bir şekilde tescilli ruh hastalığı da varsa bu bölüme yatırılıyor. Avukat arkadaşımız bu servise girdiğinde tek başına bir kadının yer yatağında, kirli bir çarşaf ve boyaları akmış rutubetli duvarlar arasında yattığını görüyor. Parmaklıkların ardında ise tek başına erkek bir gardiyan bekliyor. Bugün bu sahneyle herhangi bir ceza evinde bile karşılaşamazsınız. Adli servis iki alanın arasında kaldığı için Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı topu birbirine atıyor. Dolayısıyla hiç kimseye ait olmayan bir yer, denetim yok. Bir kadın tutukluya bir erkek gardiyanı emanet edebiliyorsunuz, çünkü orada hiç kimse yok."

'ORADA İNSANLAR ASLINDA KİŞİLİKLERİNİ KAYBEDİYOR'

Hastaların kişisel eşyalarını kullanma haklarının olmaması konusunda düşüncelerini sorduğumuz Feyzioğlu’nun bu soruya yanıtı ise şöyle:

"Korkunç şeyler… Bilmiyorum benim ayrıca bir şey söylemem gerekiyor mu? Kurum mantığı bunu üretiyor. En düşük fiyatlı çözüm ne ise öyle olmak zorunda! Bu yüzden orada insanlar aslında kişiliklerini kaybediyorlar. Eğer varsa onu kendi yapan aidiyetleri, okuduğu kitabı, sevdiği rengi her şeyini kaybediyor. Maalesef birçok konuda olduğu gibi Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmiyor. Nasıl kadın haklarında İstanbul Sözleşmesi varsa ruh sağlığı konusunda da bir yol haritası sunan Engelli Hakları Sözleşmesi var. Ama maalesef bu kurumlarda, hastanelerde çalışanlar engelli olarak tanımlandıklarını bile bilmiyorlar. Ruh sağlığı hastaları engelli mi oluyor diyorlar? Çünkü engelli denilince fiziksel hastalar akla geliyor. Engelli hakları sözleşmede tanımlanmış ama hem kimse bilmiyor, hem de o sözleşmeler rafta duruyor."

'MANİSA’DAKİ HASTANEDEN DAVET ALDIK'

Başhekim değiştikten sonra Manisa’daki hastaneden bir davet aldıklarını ve bundan büyük memnuniyet duyduklarını belirten Feyzioğlu, Bakırköy’deki hastanede ise tamamen farklı bir tavırla karşılaştıklarını söylüyor.

"Kurumda birçok değişiklik yaptığını, yeni servislerin açıldığını söyleyen bir başhekim bizi davet etti. Henüz gidememiş olsak da böyle bir daveti almış olmak bile çok güzel. Diğer taraftan Bakırköy Hastanesi, 'RUSİHAK buraya ayağını basamaz' diyor. Bunu neye dayanarak söylüyor bilmiyorum ama bizim orada daha önce yaptığımız çalışmalar olmasına rağmen bu tavır hoş değil. Bizim vesile olduğumuz Hasta Konseyi kurulduktan 6 yıl sonra bir güçlendirme çalışması için izin almaya gittiğimizde olumsuz bir tepkiyle karşılaştık. Bu yüzden Manisa’nın bu yaklaşımı çok iyi. Şu an bir başvuru sürecindeyiz, eğer hibe alırsak Manisa bizi davet eden kurumlardan birisi olacak."