'Reddetmek birçok zaman medeniyetin başlangıcıdır'

En büyük sansürün insanın kendi içinde başladığını söyleyen yönetmen Mehmet Bahadır Er, "Festival baronlarının beğenisi için sığıntı filmler üretmeye koşullanmak otosansürü bence hepsinden fena" diyor.

Abone ol

DUVAR - "Yönetmenler İlk Filmlerini Anlatıyor!" adlı röportaj dizimiz için Mehmet Bahadır Er ile bir araya geldik. İlk uzun metrajlı filmi "Kara Köpekler Havlarken"i 2008 yılında çeken Er, 21'inci Ankara Uluslararası Film Festivali'nde "Sinema Yazarları En İyi Film Ödülü"nü kazandı. Eşi Maryna Er Gorbach'la birlikte ikinci filmi "Sev Beni"yi 2008'de çeken Mehmet Bahadır Er, birçok uluslararası film festivalinde ödüle layık görüldü.

Filmlerin politik temelli olarak kategorize edildiği söyleyen Er, “insani/evrensel/istisnai filmler” belirtti. İşte Mehmet Bahadır Er'e sorularımız ve yanıtları:

Yönetmenler ilk filmlerine her zaman ayrı bir önem gösterir. Yaşamları boyunca ilk yaptıkları filmle anılacaklarını düşündüklerinden diye sanıyorum. ‘Kara Köpekler Havlarken’ filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu? Aynı kaygılar ‘Sev Beni’ ya da yönetmenliğini yaptığınız diğer filmlerde de öne çıktı mı?

Evet ilk film yönetmenin yüzüdür diyebilirim, yönetmenin dünyaya, insana, dramaya bakışını hesapsızca dile getirme şansı vardır. Benim için böyle oldu. Sonra da bunu defalarca doğrulama şansım oldu, üzerinden yıllar geçmesine ve birçok film dizi vs. çekmemize rağmen, bir ilk aşk tadında hep özel hatırlandı "Kara Köpekler Havlarken." Çünkü güçlü ve samimi duyguları vardı herkesin. "Kara Köpekler Havlarken"i ve sonraki filmlerimizi eşim olan Maryna Er Gorbach ile birlikte çektik. Kendisiyle kısa film yaptığım dönemde yurtdışında bir festivalde tanıştım. Öğrenciyken evlendim. Sinemanın bana kattığı en güzel şeydir kendisi.

Film meselesine dönersek; tabi ilk filmlerin bir de maddi yanı var. Bizde acı bir tecrübe olarak kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Filmi bitirdiğimizde yapım sonrasının hiçbir işi için paramız ve borçlanacak imkanımız kalmamıştı. 16 mm negatif çektiğimiz filmi tek ışık telesine anca yaptırdık, elimizde renk ve sesi yapılamamış kaba kurgu ile gezmeye başladık, daha önceki kısa filmlerimizle katıldığımız uluslararası büyük festivallere gösterdik davetler aldık ama filmi tamamlamak ne mümkün. Tam da bu günlerde filmin kaba kurgusunu izleyip beğenen reklamcı Tolga Erener bizi Ali Taran’a tavsiye etti. Ali Taran ilginç bir proje yapmak istiyor, genç yetenekli birilerini arıyordu. "Kara Köpekler Havlarken"i izleyip kendi filmini bizim çekmemizi teklif etti, teklif edilen ticari bir reklam/sinema filmi (Ali Taran Special Project)… Yönetmeseydik "Kara Köpekler Havlarken" laboratuvarda kalacaktı. Teklifi kabul ettik. Böylece kısa zamanda ikinci bir film yönetmiş olduk. Hoş bu filmi çekim aşamasından sonraki tüm işlemleri Ali Taran tarafından yapıldı, dahil olmadık ve filmin bitmiş halini görmedik. Bu manada festival kataloglarında auteur listesine yazılmıyor. Bu parayla "Kara Köpekler Havlarken"i tamamladık, dünya premierini Rotterdam Film Festivali’nde yaptık ve birçok davet almaya başladık. Film bize dünyayı dolaştırdı... Güzeldi.

"Sev Beni" de Maryna’nın lokomotifliğinde gelişti. Zaten insan olarak özünü ve isteklerini bildiğim birisi. (En beğendiğim yönetmenle evlendim diye takılırım bazen). Senaryoyu beraber yazdık. Sonra da yine birincil yönetmen Maryna olmak üzere İstanbul ve Kiev'de beraber çektik. Aşk ve mülkiyet üzerine insanın umutları ve kaygıları üzerine bir filmdir. Yapımı için Ukrayna’dan bir ortak yapımcı Olena Yershova ile anlaştık. Maddi kazanç sağlayalım önceliği ile yapmadık ama filme koyduğumuz para için kaygılanmadık diyemem.

"Sev Beni" de derin duyguları olan bir filmdir. Ukrayna ve Post Sovyet bloğundan güçlü tepkiler aldı. Aynı salonda film izlenirken insanın kahkahaları arasında hüngür hüngür ağlayan başka insanları defalarca gördük. Ellinin üzerinde kalbur üstü dünya festivaline katıldı bu film de ‘’Kara Köpekler Havlarken’’ gibi birçok ödül aldı.

Şu anda 2017’de çekmeyi planladığımız yeni filmimizin hazırlıklarını yapıyoruz.

'ESER SANATÇIYA, SANATÇI DA BESLENDİĞİ TOPRAĞA BENZER'

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması vs. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?

Bu tanımlar politik temelli tasnif çalışmaları gibi geliyor, yönetmen olarak kendime böyle bir yer biçmeyi doğru görmüyorum. Ülkesini ve insanını seven birisiyim, değerlerim, önceliklerim, özelliklerim var, bunlarla barışığım. Tabii olarak eser sanatçıya benzer, sanatçı da beslendiği toprağa benzer. Kendi adıma “İnsani/evrensel/istisnai filmler” yapmak istediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bu filmler tarih, sanat ve sosyoloji olarak nerelere tekabül eder bunu zaman gösterecek.

.

'ŞEKİLDEN ÇOK ÖZ VE KONUM ÖNEMLİDİR'

Özellikle "Kara Köpekler Havlarken" filmi, kentin varoşlarına dair sağlam göstergeler bulunduruyordu. Bu göstergelerin filminize politik bir hava kattığını söyleyebilir miyiz?

Ben asıl dikkat edilmesi gereken politik tavrın filmdeki karakterlerin mülkiyetle olan ilişkisinden kaynaklandığını düşünüyorum. Hayat da böyledir film de böyledir. Şekilden çok öz ve konum önemlidir.

'ÖNCE DUYGUYU SONRA KARAKTERİ YAZIYORUM'

Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?

Yatırım amaçlı film yapmak isteyen kişileri ikna etmekte zorlanıyorsunuz. Çünkü geniş dağıtım ağına girmeyen film başarılı olsa bile ekonomik anlamda uzun vadeli bir getirisi oluyor. Oysa kısa sürede çok para kazanmak isteyen yatırımcılar başka filmlere yöneliyor. Ben bir iki film sonra bu sorunu çözebileceğime inanıyorum.

Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?

Ben önce duyguyu sonra karakterleri yazıyorum. Daha sonra hikaye ve senaryo geliyor. Duygu + teknik + sıkı çalışma.

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizi kategorize eder misiniz?

Ben ayrımın iyi filmler ve kötü filmler olduğunu düşünüyorum. İzleyicinin içinde yüksek duygular uyandıran İyi filmler yapmaya talip oluyorum.

Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Hayır etmiyor, hikayenin hakkını vermeye konsantre oluyorum.

'KAYNAĞA FİLM YAZAN SİNEMACILAR NE KADAR BAĞIMSIZ?'

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?

Türkiye'de stüdyo sisteminde ticari film yapan yalnızca birkaç şirket var. Bu filmler dışındaki herkes bağımsız diyebiliriz ama işin pahalı olmasından sebep kapitale bağımlıyız. Yatırımcı kapital kaynakları az olunca, filme kaynak bulmak yerine kaynağa film yazmaya yönelen sinemacılara ne kadar bağımsız sinemacı denebilir bu da ayrı bir soru ?

Türkiye'de her yıl çekilen filmlerin yüzde 70-80'i ilk film. Bu arkadaşlar genelde batıp ikinci filmlerini çekemiyorlar. Kişisel tatmin için film yapılabilir, hatta çok güzel filmler de yapılabilir ama hedefte bir süreklilik varsa ticari koşulları doğru değerlendirmekte fayda var.

İlk filmini yapacak arkadaşlar müthiş filmler yapsınlar, gören hayran olsun, gidip bir arkadaşına izletmek, gelip sizinle tanışmak istesin. Yoksa doğal seleksiyon fena çalışıyor :)

'POLİTİK SİNEMA RANT KAPISI HALİNE GETİRİLDİ'

Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı? Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır?

Tabiki sinema toplumsal duyarlılıkları halkın gözü ve vicdanı önüne taşır ama ben maalesef sektöre kümelenen bozuk insan malzemesinin Türkiye’deki Politik/Vicdan sinemasını bir rant kapısı haline getirdiğini düşünüyorum. Tüm sinema yapmak isteyenlere özellikle ilk filmini yapacaklara çarpım tablosu kadar düz bir politik şablonu ezberlemelerini ve tekrar etmelerini bastırıyorlar. Bunu yapanı ödüllendirip yapmayanı sanat dışı ilan etme çabaları var. Bu sebeple yapılan sosyal/politik filmlerin toplumla hiçbir bağı yok, çok kısıtlı bir insan gurubuyla iletişim kurabiliyor. Yılmaz Güney ve Tarık Akan’ın filmlerinin halkta yaptığı etki ile bu günkü sosyo/politik diye adlandırılan filmlerin temsil ettiği fraksyonlarına bile yarım yamalak hitap eden halleriyle kıyasladığımızda farkı rahatlıkla görüyoruz. Anlattığım bağımlı düzlemden kurtulduğumuz vakit güzel filmler yaparız.

Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Yönetmenlerden çok filmleriyle ilgileniyorum saymaya kalksam birçok film saymam gerekir ama illa yönetmen söylemek gerekirse gönül rahatlığıyla Aronofsky, Nolan,Spielberg, Scorsese büyük yönetmenler diyebilirim. Asgar Ferhadi, Sorentino’nun bakış açısı da ustaca. Yeni tavsiyelere her zaman açığım.

'İNSAN ÖNCE KENDİNİ SONRA HAYATI OKUMALI'

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

Benim için de senaryo ve edebiyat çok yakındır. Ama iş senaryodan yapım aşamasına geçtiğinde birçok başka sanat ve zanaat devreye giriyor. Film yapacak kişi içinde hayat olan şeyler okumalı. Çok kitap var çok film var, insan önce kendini sonra hayatı okumalı. Kitap ismi vermek ne kadar doğru olur bilemedim.

Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar/Sinema mezunuyum, anlattıkları şeyleri öğrendim, bir kısmını uyguluyorum, faydasını da gördüm ama öğrenciliğim zamanında uygulanan yöntem ve öğretme biçimlerini doğru bulmuyorum. Sistemli, ölçülebilir, kişilerin egolarından bağımsız, nesnel, güncel ve evrensel bir eğitim verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu öğrenciyken de dile getirdim hala da söylüyorum.

Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?

Yapımcı filmin senaryodan başlayıp, yapım, tanıtım, dağıtım süreçlerinde her türlü arz talep dengesini ayarlayan, koruyan ve uygulatan yada bunları yapması gereken kişidir. Yönetmen ve yapımcı maddi ve sanatsal ilişkisi her proje özelinde önce sözlü sonra yazılı karşılıklı mutabakat ve evrensel haklar çerçevesinde bir anlaşmayla sabitlenmeli. Ben profesyonellik yanlısıyım, birçok ticari dizi ve reklamda yönetmenlik yaptım, doğru yapımcılarla çalışmak yönetmeni yapım streslerinden koruduğu için üretime daha konsantre çalışmasını sağlıyor diyebilirim. Yapımcı/yönetmen arasında dürüst ve karşılıklı kazanç doğuracak üretim memnuniyetine dayalı ticari ilişki kurulmalı. Ben çalışmalarımda buna özen gösteriyorum.

'REDDETMEK BİRÇOK ZAMAN MEDENİYETİN BAŞLANGICIDIR'

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?

Festivallerde gösterilen filmlerde bazen içerik çoğu zaman bürokratik sorunlar yaşayan projeler olduğu doğru. Yasal düzenleme içerisinde çözülebilecek konular olduğunu düşünüyorum. Herkes insani vicdani politik durumuna göre konum alabilir ama karşılıklı uzlaşmacı ve sorunu giderici öneriler yapılması taraftarıyım. Kamplaşma üzerinden konuşmayı doğru bulmuyorum. Ayrıca Türkiye henüz ilişki ağının bir kısmı ortaya çıkmış kötü niyetli insanların hukuk eliyle yaptığı yüzlerce hukuksuzluğu çözmeye uğraşıyor; Ahmet Şık yazmadığı kitaptan ceza gördü, Pana Filmin Kurtlar Vadisi Terör dizisi yayından sebep göstermeksizin kaldırtıldı vs... Onlarca örnek sayabiliriz. Sansürden bahsedilecekse gerçekten bunlar sansürdür. Sansürün büyüğü kafada başlıyor, festival baronlarının beğenisi için sığıntı filmler üretmeye koşullanmak otosansürü bence hepsinden fena. Ve o zihniyet sanatı körleştiriyor, kısırlaştırıyor. "La" diyebilmek lazım. Reddetmek birçok zaman medeniyetin başlangıcıdır.