Rahatsız edici, cesur bir kalem: Elfriede Jelinek

Elfriede Jelinek'in 'Piyanist' romanı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Jelinek kitapta, annesiyle yaşayan, cinselliği bastırılmış piyano öğretmeni Erika Kohut'u anlatıyor.

Abone ol

Elfriede Jelinek'in dünya çapında ünlü ve son derece tartışmalı, beyazperdeye de uyarlanan romanı ‘Piyanist’, İthaki Yayınları tarafından Süheyla Kaya çevirisi ile mayıs ayında yayımlandı. Viyana Konservatuarı'nda çalışan otuz sekiz yaşındaki piyano öğretmeni Erika Kohut'u konu alan roman, çok farklı açılardan incelenmeye müsait olsa da kuşkusuz Jelinek'in en önemli eseridir: Simbiyotik bir anne-kız ilişkisinin hastalıklı yanlarını bütün boyutlarıyla ve cesur bir üslupla ele alışı anlamında çarpıcı bir anlatı olarak edebiyat tarihinde öne çıkar.

YAZARIN HAYATI VE EDEBİ DURUŞU

Elfriede Jelinek, 1946 yılında Avusturya'nın Mürzzuschlag kentinde doğdu. Yahudi kökenli bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Jelinek, Katolik okulunda baskıcı bir eğitim gördü ve annesi tarafından bale ve müzik eğitimine itildi. Çocukluğu ve gençliği boyunca çeşitli enstrümanlar çaldı. Tiyatro ve sanat alanında başladığı üniversite eğitimine, o dönem baş gösteren psikolojik sorunları yüzünden ara verdi. Bu esnada babası da akıl hastanesinde idi.

Jelinek, Alman yazar Hans-Jürgen Heinrichs ile yaptığı bir röportajda, "Benimki, bilgi ve deneyimden değil, onlardan kaçınmaktan kaynaklanan bir sosyal zeka" demiştir. Bu söylediği, kendi anksiyete ve sosyal bozuklukları nedeniyle hayattan kopmuş olmasının yarattığı uçurum ve yine sahip olamadığı bir hayata olan özlem ile açıklanabilir ve bu çelişki yarattığı karakterlerde de sıkça görülür.

Elfriede Jelinek, romanın yanı sıra drama ve şiir alanında da eserler vermiştir. Hatta ilk eserleri şiir alanındadır. Yapıtları her zaman keskin, dürtüsel ve açık sözlüdür. Çalışmalarında kapitalizm ve ataerki eleştirisi yapar, alışılmışın dışında ilişkileri, cinsiyetçilik ve kadının toplumdaki yerini irdeleyerek kendi üslubunca savaş sonrası modern toplumu hicveder.

Yazar 2004 yılında, "olağanüstü dilbilimsel coşkuyla toplumun klişelerinin saçmalığını ve onların boyun eğdirme gücünü ortaya çıkaran romanlardaki ve oyunlardaki müzikal ses akışı ve karşıt seslerinden dolayı" Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü fakat sosyal fobisi nedeniyle Stockholm'e gidemedi ve ödülü kendisi alamayıp video ile katıldı. Bununla birlikte, ona verilen ödül, Nobel Komitesi içinde de görüş ayrılığı yaratmıştır. Hatta Nobel Komitesi üyelerinden biri, Jelinek’in yazınını "neşesiz bir kamu pornografisi" ve "sanatsal yapı olmadan bir araya getirilmiş metinler yığını" olarak nitelendirerek komite üyeliğinden istifa etmiştir.

RAHATSIZLIK VEREN BİR ROMAN: PİYANİST

Elfriede Jelinek'in 'Piyanist' romanı, burjuva bir cephe arkasında otoriter annesi tarafından terörize edilen bir kadının rahatsız edici hikâyesidir. Romandaki bütün karakterler bilinçli olarak antipatik şekilde yazılmış ve tasvir edilmiştir. Romanda nadiren sempatiye rastlarız, o da olduğundan daha farklı bir şekilde resmedilir; düpedüz bir manipülasyon aracı olarak.

Piyanist, Elfriede Jelinek, Çevirmen: Süheyla Kaya, 288 syf., İthaki Yayınları, 2021.

Erika otuzlarının sonlarında, annesi ise neredeyse iki katı yaşındadır. İkisi birlikte aynı evde yaşamakta, aynı yatakta yatmakta ve zihinsel bir kısır döngü ve inat içerisinde aşk-nefret ilişkisi ile birbirlerine bağlıdırlar. Yazar, kitap boyunca her yönüyle hastalıklı ilişkileri tasvir eder. Roman, dramatik, endişe verici ve rahatsız edicidir. Üslup bakımından da karakterlerin ve anlatılan öykünün insanı buz eden etkisinin pekiştiricisi niteliğinde, üstten bakan, didaktik, soğuk bir dış ses tarafından anlatılır. Hikâyenin tüm kasveti, yer yer alaycı bir mizah ile süslenir.

TABULARI YIKAN BİR ANLATI

Virginia Woolf, 'Kendine Ait Bir Oda' adlı kitabında, ‘kadın oluşumuzu geri dönüp annelerimize bakarak algıladığımızı’ yazmıştı. Erika’nın dönüp baktığı annesinde görebildikleri ise iktidar saplantıları, toplumun ona verdiği annelik yetkisini maksimum otorite ile icra edişi, baskı ve zorlamadır. Erika, kadın oluşu bu şartlar altında nasıl algılar ve kendi kadınlığını ne üzerinden kurabilir?

Hayatı boyunca yalnızca bir piyano öğretmeni olabilmiştir, ancak bu kadar ileri gitmesine izin verilmiştir. Bunun haricinde yegâne görevi evde ve annesinin yanında, iyi bir evlat olmaktır. Kuralları anne koyar. Erika istediği hiçbir şeyi yapamaz, kendine bir elbise bile satın alamaz. Bir aşk hayatı veya cinsel hayatı olamadığı için, parkta yabancıların seks yapmasını izler, gözetleme şovlarına ve erotik shoplara gider, başka cinsel hayatlara ilgi duymaya çalışır ancak her şeye karşı kayıtsız ve arzusuzdur. Bir şeyler hissedebilmek için kendisine fiziksel olarak zarar vermeye başlar.

Erika’nın kendi bedeniyle de başka bedenlerle de olan ilişkisi kitapta dikkatlice kurgulanır. Bedenle ilgili her şeyden tiksinmiş gibidir. Kendine (cinsel anlamda) dokunmaz, karşı cinsle bildiğimiz anlamda sağlıklı bir cinsel ilişki kuramaz. Ellerini kullanması gereken en önemli anlarda bile eldivenlerini çıkarmaz. Yaşayamadığı, onu eksik bırakan birçok arzusunu bilinçaltında annesine yöneltir, bunlar şiddetli duygu patlamaları yaratır. Neticede Erika hem duygusal hem de cinsel olarak eksik ve kısır kalmıştır.

Kitabın yayınlanmasından sonra Jelinek, tabuları yıkan bir yazar olarak görülmüş ve sert üslubuna rağmen Nobel ödülüyle de birlikte bu anlatı onu önemli bir yere getirmiştir. Bunun haricindeki çalışmalarında da Avusturya’nın Nazi geçmişi, toplumun şiddetle ilişkisi ve sosyolojik meseleler hakkında her zaman eleştirel bir tavır takınmıştır. Eserleri ve etik duruşu tartışmalı bulunsa da bir yazar olarak tasdiklenmiş ve Nobel jürisinin deklare ettiği gibi – kendine özgü ve benzersiz dil tutkusu için kutlanmıştır.

PİYANİST'İN BEYAZPERDEYE YANSIMASI

Romanın film versiyonu da en az yazılı hali kadar etkileyicidir, 2001 yılında beyazperdeye uyarlanır ve usta yönetmen Michael Haneke’nin ellerinde gergin ve tekinsiz bir başyapıta dönüşür.

Okuyucu/izleyici, kitabın film uyarlamasında Erika Kohut karakterine hayat veren Isabelle Huppert’ın Elfriede Jelinek’e olan fiziksel benzerliğini fark etmiş olabilir. Huppert’ın bu rolü canlandırmak için seçilmiş olmasının tesadüf olmadığını düşünmekle beraber, beyazperde uyarlamasında yine Elfriede Jelinek katkısı bulunan "Malina" filminde Huppert’ın yine karşımıza çıkmış olmasını da es geçmek olmaz. Her iki filmde de karakterlerin içinde kapalı kaldığı ‘ev’ teması, insanlarla ilişki kurma biçimindeki anormallik ve akıl hastalıkları tematik olarak birbirini andırır.

Jelinek’in filmin havasına da sinmiş olan, kimi zaman okuyucudan çok uzaklaşan ve neredeyse soğuk bulunan dili için belki de tek bir özet cümle yeterlidir: Hiçbir kadın yazar aile mefhumu, tabular, cinsellik, mazoşizm ve duygusal manipülasyon hakkında bu kadar sert yazmamıştır. Belki burada yine yukarıda bahsi geçen 'Malina'nın yazarı olan ve tıpkı Jelinek gibi Avusturyalı olan Ingeborg Bachmann’ın kulaklarını çınlatabiliriz.

JELINEK'İN OTOBİYOGRAFİK CESARETİ

Elfriede Jelinek, kitabın yayımlanışından sonra eleştirmenler ve yazarın hayatını bilenler tarafından otobiyografik bulunan ‘Piyanist’ kitabının bu yönünü hiç yadsımamıştır. Yazarı eserle bağdaştırmanın sorunlu yönleri olsa da, Jelinek'in Erika'yı neden bu kadar donuk ve anlayışsız şekilde yansıttığını merak etmemek elde değil. Şüphesiz kendi çocukluğunun içinde yarattığı olumsuz duygular ve sorunlarla dolu öz yaşam öyküsü bu kurguda etkili olmuştur.

Jelinek'in gerçek hayatta da kızının klasik müzik kariyeri için yüksek beklentileri olan annesiyle gergin bir ilişkisi vardı. Yazarın kendisi de romanın piyano öğretmeni Erika gibi piyano çalmayı konservatuarda öğrenmiştir. Annesinin istekleri doğrultusunda gitseydi şayet, o da piyanist olarak bir kariyere başlayacaktı. Ancak kurgusal karakterinden farklı olarak Jelinek, annesinin beklentilerine karşı gelerek, biraz da psikolojik problemler nedeniyle üniversiteyi yarıda bıraktığından erken yaşta yazmaya başladı. Ancak annesinin ölümüne kadar ondan gerçek anlamıyla ‘kurtulamadı’. Hatta tıpkı Erika gibi onunla bir dönem aynı evde yaşadığı da bilinmektedir.

Yazarların, romanlarında otobiyografik ögelere yer vermesi, hatta kendi hayatlarını yazmaları yaygın bir durum elbette fakat Elfriede Jelinek’in bir kadın olarak tabuların sınırında gezmesi, anne-kız ilişkisine bıçak sırtı bir yerden bakması ve neresinden bakarsanız bakın ‘cüretkâr’ olarak nitelenecek bu kitabı ile otobiyografik anlamda kendini gözler önüne serme cesareti onu benzerlerinden ayrıştırır.

Piyanist, bile isteye okuru dehşete düşürecek sularda gezerken, dönemin ataerkil Avusturya toplumunu ve kadının toplumdaki duruşunu da acımasızca eleştirir. Bugün eleştirmenler ve akademik çevreler, Elfriede Jelinek’in kendine has üslubunu toplum eleştirisi ile harmanlayarak muazzam bir iş başardığı konusunda hemfikir.