Rabia Naz'ın adaleti dört duvar arasına kapatılabilir mi?

Şaban Vatan, gözaltına alındığı 21 Mart günü suçlu, yirmi gün sonra ise akıl hastanesine zorla yatırılması gereken bir hasta olarak bizzat düzen tarafından dört duvar arasına kapatılmak istenmektedir. Bu ülkenin her bir yurttaşı olarak Şaban Vatan’ın adalet arayan sesine ses katmaz isek korkarım Rabia Naz için tırnakları ile aradığı adalet de onunla birlikte duvarların arasında kalacak.

Abone ol

Yeşim Akın*

Kapatma pratiğinin bir yönetme mekanizması olarak kullanılması dört yüz yıl öncesine dayanıyor. Kapatma, iktidarın meşrulaştırılması için kullanılan asayiş yöntemlerinden en kitlesel, aynı zamanda da kapatmanın kendine özgü koşulları nedeniyle bir o kadar da bireysel olanı. Peki dört yüz yıllık süreçte kapatmanın aldığı biçimler nelerdir ve bu sorunun ötesinde Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’ın akıl hastanesine yatırılma talebi ile bu talebin hukuki yol aracılığıyla yapılıyor olmasının bizlere anlattığı hikaye nedir?

BİR YÖNETİM BİÇİMİ OLARAK KAPATMA PRATİĞİ

Foucault, Avrupa’da (Fransa’da, Almanya’da ve İngiltere’de) on yedinci yüzyılda oldukça önemli bir değişikliğin meydana geldiğini belirtmektedir. Büyük Kapatılma olarak adlandırdığı bu değişim sürecinin nedenleri doğrudan doğruya ekonomik ve politiktir. Modern kapitalist dünyanın çalışamayan ve/ya çalışmak istemeyen, delileri, hastaları, yoksulları, eşcinselleri ve toplumda tehlike oluşturduğu düşünülen daha kimi ‘’farklı’’ nitelikler taşıyan insanları kitlesel olarak kapatmaya tabi tuttuğu dönemdir on yedinci yüzyıl. Ancak on sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyıl başında ikinci bir değişim daha gözlenmektedir: kapatılanlar kategorilenmekte, artık "akıl hastaları tımarhaneye, gençler ıslahevlerine, suçlular hapishaneye" gönderilmektedir. Kapatma yalnızca hapishane ve akıl hastaneleriyle sınırlı kalmamış, zamanla daha genel bir yönetim biçimi haline gelmiştir. Okul, kışla, fabrika gibi disipline edici iktidarların uygulandığı kurumlar kapatma uygulamasının farklı görünen ancak özdeş biçimleridir. Aldıkları form ile kapatma mekânları dönüştürücü kurumlar olarak işlevselleşmişlerdir.

Foucaultcu anlayışa göre kapatma kurumlarından ilki olan hapishanenin ortaya çıkışı aynı zamanda bir yönetme formunun da ortaya çıkışıdır. Tarihin hiçbir döneminde hapishanenin suçu azaltıcı, suçluları ıslah edici bir etkisi ve hatta buna yönelik bir amacı olmamıştır. On sekizinci yüzyıl sonlarında Avrupa’da modern hukuk sistemlerinin ortaya çıkması ile birlikte ceza ekonomisinin yeniden tanımlandığı, cezalandırma hakkının siyasal ve ahlaki açıdan meşrulaştırıldığı görülmektedir. Günümüzdeki anlamda hapishanenin doğuşunun gözlemlendiği bu dönem aynı zamanda Ortaçağ celladının yerini geniş çaplı bir teknisyenler ordusunun aldığı dönemdir. Gözetmenler, hekimler, papazlar, psikiyatrlar, psikologlar ve eğitmenlerden oluşan bu ordu artık yeni yönetme formunun uygulayıcısı konumundadırlar.

Hem hapishanelerin hem de akıl hastanelerinin birer kapatma mekânı olarak işlev görmesi ilk olarak yoksulluğun denetlenmesi ve aylaklığın önlenmesi amacında kendini göstermiştir. Çitleme hareketi sonrasında büyük kentlere göç ettirilen insan yığınlarını ve yoksulluğu yönetme ile birlikte toplumsal güvenlik projesinin en geniş kapsamlı uygulama araçlarından biri kapatma pratiğidir. Neocleous’a göre, disipline etme ve zapt etme işlevinin her ne kadar kurumsal formu on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar boyunca yeni hegemonik liberalizmin baskısı altında dönüşüme uğramış olsa da günümüze dek varlık nedenini korumuştur.

İKTİDARIN MEŞRULAŞTIRILMASI VE PSİKOLOJİNİN POLİTİKLİĞİ

Bireyin dünyayı anlamlandırma eylemi üzerinden duygu ve davranışların ahlaki ve yasal sorumluluğunun bulunduğu kabulünde psikolojinin bir tarifleme alanı haline gelmesi modern toplumla birlikte ortaya çıkan bir gerçekliktir. Yirminci yüzyılda psikoloji disiplininin modern toplumun duygusal bağları aile başta olmak üzere toplumsal kurumlarda görülen olgular psikoloji aracılığıyla ‘’bilimsel’’ nitelik kazanmaya başlamıştır. Sadakat, otorite, aile içi roller, suç ve suçluluk gibi kavramsallaştırmalar; ulusal, evrensel ve siyasal bağlamlar içinde psikolojinin nesnesi olarak tanımlanagelmiştir.

Bu tanımlamanın günümüze dek şekillenmesi tarihsel düzlemde önemli kırılma noktaları ve dolayısıyla önemli nedenler barındırmaktadır. Toplumsal alanın yüzlerce yıllık gelişiminin ardından bütün bireylerin liberal yasal yollarla eşitlendiği ve aynı zamanda denetim altına alındığı bir noktaya erişilmiştir. Denetleme mekanizmasının üretilmesine içkin olarak eşit bireylere eşit normallikler ve eşit akıllar biçilmesine psikoloji disiplininin araçsallığı ile ulaşılmış; psikoloji bu işlevsellikte tek değil ancak en önemli sacayaklarından biri haline gelmiştir. ‘’Sağlıklı kılınmış akıllar’’ ve ‘’normallik’’ çerçevesinde devamlılığı gereken hep ‘’iyi düzen’’ olagelmiştir. Bilimsel olarak tanımlanmış ‘’psikolojik akılsallık’’, üretici güçlerin gelişimi ve yeniden üretimi ile buna bağlı olarak ekonomik yapıların değişmesiyle, bulunduğu dönemin koşullarına göre konumlanmakta, egemen ideolojinin ihtiyaçları ve onun biçimlendirmesi doğrultusunda evrilmektedir.

Egemen akılsallığın toplumsal ve siyasal yapıda iktidar mekanizmalarının meşrulaştırılmasında önemli bir rolü bulunmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl hem psikolojinin felsefi ve insan-bilimi temellerinden ayrılıp bir doğa bilimi niteliğiyle başat hale gelmesinin hem de Avrupa’da görülen yoğun politik hareketlerin, dönüşümlerin ve endüstriyel devrimin yaşandığı dönemdir. Toplumsal bir kurum olarak psikoloji bilgisi değişen yönetme pratiklerinde (gözetim, kapatma, disiplin) bizzat ve yoğun bir biçimde yer almış, yönetsel iktidarda önemli bir işlev üstlenmiştir. Cinsel haz ve pratikler, suçluluk ve cezalandırma, norm oluşumu, normallik ve akılsallık bu yeni yönetim iktidarının ağlarıdır. Psikoloji bilgisi bu ağlarda karar verici, denetleyici, eleme işlemini gerçekleştirici ve gerekirse dışlayıcı bir yetki mercii konumu üstlenmektedir.

YAKIN GEÇMİŞTEN BİR ÖRNEK: MUZAFFER SARISÜLÜK

2013 yılında Gezi Eylemleri’nde Muzaffer Sarısülük’ün oğlu Ethem Sarısülük Ankara’da bir polis tarafından başından vurulması sonucu hayatını kaybetmiştir. Bu durumu protesto etmek amacıyla Çorum Sungurlu’da bir trafonun altında ateş yakan ve bir diş polikliniğinin kapısına ‘’Maddi Tıp Şeytandır’’ yazan Muzaffer Sarısülük bir gün tutukluluğunun ardından, cezai ehliyetinin olmadığını ifade eden tek hekim raporu ile serbest bırakılmıştır. Ancak yargılama süreci devam etmiş ve Muzaffer Sarısülük kamu malına zarar vermek iddiasıyla açılan iki davada 12 yıl ceza istemi ile karşı karşıya gelirken diğer yandan da savcılık tarafından, topluma zararlı olduğu gerekçesiyle Samsun’da "yüksek güvenlikli bir hastanede" gözetim altında tutulması kararı verilmiştir. Ethem Sarısülük’ün yaşamını kaybetmesine neden olan polisin aynı dönemde beş yıl ceza istemi ile yargılanmasına karşılık Muzaffer Sarısülük’ün 12 yıl ceza istemi ile karşılaşması 2014 yılında basında yer bulmuş ve bir kamusal vicdan meselesi haline gelmiştir. (1)

Muzaffer Sarısülük’ün bu süreç sonunda savcılık tarafından hem hastaneye yatırılma hem de 12 yıl süre ile cezaevine kapatılma çifte talepleriyle karşılaşmış olması kapatmanın kendisinin amaçlanan yönetim biçimi olduğunu ortaya koymaktadır. Her iki yöntemde de gerekçe "topluma zararlı olmak" şeklinde kavramsallaşmakta, akıl hastanesinin ve cezaevinin kesiştikleri bir yönetme pratiği olarak kapatma ekonomisi karşımıza çıkarmaktadır. Muzaffer Sarısülük örneği psikoloji ve hukukun yönetim edimi içinde kapatma pratiği üzerinden aldığı konumu ortaya çıkarmaktadır. Aynı kararda, kapatmada örtüşen yargıların bu konum içinde birbirini değillermiş olması çarpıcıdır.

ADALET İÇİN DİRENMEK

Şaban Vatan bir yıl önce yaşamı ellerinden alınan 11 yaşındaki kızı Rabia Naz için adalet arayan acılı bir baba. Siyasi örüntüler nedeniyle katillerin iktidar tarafından korunduğu bir vakada tümüyle kendi çabalarıyla sesini duyurmaya çalışıyor. Bu süreçte karşısına çıkarılan her türlü örtbas etme, tehdit, gözaltı süreçlerine direnmeye devam etmekteyken son olarak akıl hastanesine yatırılması gerektiğine dair hukuki bir süreçle karşılaştı. Giresun Sulh Ceza Mahkemesi, Şaban Vatan’ın polis marifetiyle Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürülmesi kararını aldı. Şaban Vatan’ın akıl sağlığının yerinde olup olmadığı kontrol edilecek. Kızı katledilmiş ve siyasi ağların içindeki katillerin korunduğunu bilen ve bu duruma isyan eden bir babanın akıl sağlının, egemen akılsallığa ne derece tabi olduğu ve ne kadar "tehdit" içerdiği tespit edilecek.

Tüm bu çıkmazı ortadan kaldırmak elbette uzun erimli bir karşı çıkış gerekmekte. Ancak yukarıda anlatılan tarihselliğin ve daha özelde Muzaffer Sarısülük ve Şaban Vatan’ın maruz bırakıldığı kapatılma taleplerinin ifşası elzemdir. Diğer yandan suç ve akıl sağlığı tanımları sorgulanmaya mecburdur ve bu sorgulama edimi politiklik barındırmaktadır. Örneğin siyasi mahkûmların hasta olarak tanımlanması ile akıl hastalığı tanısı koyulan bireylerin ise tehlikeli ve suça eğilimli olarak görülmesi bir geçişgenliğin göstergesidir.

Şaban Vatan, gözaltına alındığı 21 Mart günü suçlu, yirmi gün sonra ise akıl hastanesine zorla yatırılması gereken bir hasta olarak bizzat düzen tarafından dört duvar arasına kapatılmak istenmektedir. Bu ülkenin her bir yurttaşı olarak Şaban Vatan’ın adalet arayan sesine ses katmaz isek korkarım Rabia Naz için tırnakları ile aradığı adalet de onunla birlikte duvarların arasında kalacak. Ancak umudum korkumdan büyük. Türkiye’de cezaevine kapatılan kişi sayısının 2006-2016 arasında yüzde 161 arttığı ve bu nüfusun 70 bin kadarının öğrencilerden oluştuğu bilgisi mevcut olsa da tüm ülkenin dev bir hapishaneye ya da akıl hastanesine dönüşmesinin ancak dirençle karşılaştığında mümkün olmayacağını iktidar kadar iyi biliyorum.

*Psikolog

(1) Örneğin, http://todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1416&bolumId=1

http://www.radikal.com.tr/turkiye/vuran-polis-serbest-baba-sarisuluk-akil-hastanesine-1179195/