Putin-Rusya kader ortaklığı: Başkanlık seçimleri ve sonrası

2018 seçimleri bir devlet başkanı seçiminden ziyade Rus toplumunun Putin’in önceki yıllarda izlediği politikayı tasdik edici bir onay mührü ve yeni dönemde takip edeceği stratejilere de vereceği güvenoyu anlamına geliyor.

Abone ol

Kerim Has*

18 Mart tarihinde Rusya’da yapılacak devlet başkanlığı seçimleri kazananın çok önceden belli olması nedeniyle oldukça geç başlayıp sönük geçen seçim kampanyalarına sahne oldu. 2018 ve sonrasında Kremlin’de kimin oturacağından ziyade Moskova’nın iç ve dış politikada hangi stratejilerle yoluna devam edeceği cevap bekleyen sorular arasında ilk sırada yer alıyor. Bununla beraber, sahip olduğu toprakların yüzölçümü ve coğrafi konumu, küresel güç dengelerindeki ağırlığı, birçok bölgesel sorunda tavrının gidişatı belirleyici olduğu Rusya’nın önümüzdeki altı yıl boyunca “nasıl” yönetileceği haliyle başka birçok aktörü de yakından ilgilendiriyor. Sovyetler Birliği’nin kudretli liderlerinden Joseph Stalin’e atfedilen “Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemlidir” sözünün günümüz şartlarında kısmi bir değişime uğrayarak “sayılan oyların kimleri ve neleri hangi yönde etkileyeceği” gibi bir kıymet-i harbiye ve anlam kazandığı görülüyor.

'GELENEKTEN GELECEĞE' 2018 SEÇİMLERİ

Fiili olarak 2000 yılı başından beri Rusya’yı yöneten Vladimir Putin’in 2018 seçimlerinde de yine kendisiyle yarıştığı açık. Putin haricinde yedi başkan adayının katıldığı seçimlerin pratikte iki temel bileşeni mevcut. Birincisi, Rus siyasal sistemine muhalif adayların -olup olmaması bir yana- seçimlere katılımına sistemin izin vermemesi. İkincisi ise başkanlık seçimlerinde yarışın yeterince adil bir çerçevede gerçekleşmesinin önünde önemli ölçüde engellerin bulunması. Putin’in dışındaki aday profillerine yakından bakıldığında ve yine adayların yürüttüğü seçim kampanyaları ve katıldıkları medya organlarında kendilerine ayrılan oldukça sınırlı alan dikkate alındığında bu tablo daha net bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Ancak geleneksel ve tarihi bir perspektiften bakıldığında bu durumun Rusya’daki yönetim biçimi ve demokrasi deneyimiyle ciddi bir zıtlık oluşturmadığı da belirtilmeli. Rusya Çarlığı-Rus İmparatorluğu-Sovyetler Birliği-Rusya Federasyonu mirasıyla devam eden bir siyasal geleneğin Çar-İmparator-Komünist Parti Genel Sekreteri-Devlet Başkanı çizgisinde piramidin başında liderin yer aldığı ve çoğulculuktan ziyade “dikey iktidar” olarak tanımlanan bütüncül ve hiyerarşik bir devlet aygıtını öncelemesi Rusya’daki mevcut iktidar dengelerinin de ana parametrelerini oluşturuyor. Dolayısıyla, Putin’in alternatifinin olmaması tek başına Putin’in sorunu olmadığı gibi Putin’e gerçek bir alternatifin çıkmasına sistemin izin vermemesinin “günahı” da tek başına Putin’in hanesine yazılmamalı. Toplumdan ciddi bir talep gelmediği müddetçe önemli bir fizik kanunu olan “statik güç dinamiği belirler” ifadesi neticede sosyolojik bir taban üzerinde hayat bulan Rus siyasal sistemi için de geçerliliğini korumayı sürdürüyor.

2018 seçimlerinde Putin’in kendisine koyduğu oy hedefi ise yüzde 70 barajının aşılması. Muhtemel ki bu hedefine fazla zorlanmadan ulaşacağı söylenebilir. Parti üyesi olmamakla birlikte Birleşik Rusya Partisi’nin adayı olarak katıldığı 2012 seçimlerinde Putin’in aldığı oy oranı yüzde 71,3 idi. 2018 seçimlerine ise meşruiyetini toplumsal tabanda artırma amacıyla yine partisiz ama bununla beraber bağımsız aday olarak katılan Putin, özellikle geçen altı yılda izlediği politikaya desteğin onaylanması anlamında 2012 rakamlarının üstüne çıkmayı hedefliyor. Seçimlere katılım oranının ise 2000 ve sonrası başkanlık seçimlerinde olduğu gibi yine yüzde 65-70 aralığında seyretmesi Kremlin’ce olumlu değerlendirilecek iken yüzde 70’i geçmesi durumunda da sonuçların Putin’e bundan sonrası için toplumun güçlü bir desteği şeklinde yorumlanması söz konusu olacak.

PUTİN'İN SİSTEM-İÇİ 'RAKİPLERİ'

Daha öncekilerde olduğu gibi bu seçimlerde de Putin’in “rakipleri” arasında sistem-dışı veya sistem-karşıtı bir adayın olduğunu söylemek oldukça zor.

Parti üyesi olmamakla beraber Komünist Parti’nin adayı olarak seçimlere katılan Pavel Grudinin bir işadamı. Komünist Partisi lideri Gennadiy Züganov’un muhtemelen siyasi kariyerini düşen bir oy desteği grafiğiyle sonlandırmamak için geleneksel olarak katıldığı başkanlık seçimlerinden bu sefer imtina edip Grudinin’i partinin adayı olarak ilan etmesi birçoklarına sürpriz yaşattı. Grudinin, 2000’li yıllarda bir süre iktidar partisi Birleşik Rusya’nın da milletvekili olarak Moskova Bölgesi Duma’sında görev almıştı. Uzun yıllardır Lenin Solhozu isimli tarım işletmesini başarılı bir şekilde yöneten Grudinin’in seçimlerdeki lakabı, işletmenin simgesine atfen “çilek aday”. Komünist Parti’nin adayı Grudinin seçim kampanyası mesaisinin önemli bir kısmını ise İsviçre’de milyon dolarlık banka hesapları olduğuna dair iddiaları yanıtlamaya ayırdı.

Aşırı milliyetçi görüşlere sahip Liberal Demokrat Parti lideri Vladimir Jirinovski ise başkanlık seçimlerinin daimi adaylarından. 1991’den günümüze değin altıncı kez başkanlık seçimlerine katılan Jirinovski henüz ikincilik başarısı dahi elde edemedi. Mevcut Rus siyasal sisteminde daha ziyade toplumda zaman zaman nükseden milliyetçi oyları iktidarın meşruiyetini artırıcı bir yola kanalize etme rolünü üstlenen Jirinovski’nin koltuğunu Kremlin’e taşıma gibi bir hedefi olduğu hususu oldukça su götürür bir tez olur. 2018 seçimlerinde seçmenlere “Rusya’da en sert diktatörlük kurma” sözü veren Jirinovski’nin halihazırda yürüttüğü “muhalefet” rolünü bir süre daha sürdürmesi yüksek ihtimal.

Parlamento’da yer almayan Rusya Halk Birliği lideri Sergei Baburin ise Sovyetler Birliği’nin dağıldığı yıllarda ve 1990’lardaki aktif siyasetçi kimliğiyle izlediği politikadan dolayı hâlâ ciddi eleştirilere tabi. 2000’li yıllarda siyasetten uzak kalan ve üniversite rektörlüğü görevi yürüten Baburin, geçtiğimiz yıllarda da Moskova Şehir Duma’sı milletvekilleri seçimlerinde Komünist Parti’nin adayı olmuş, ancak başarı sağlayamamıştı.

Rusya şartlarında liberal görüşlere sahip Yabloko Partisi liderlerinden Grigoriy Yavlinsky de yine Sovyetler Birliği’nin dağıldığı çalkantılı yıllarda izlenen özellikle ekonomi politikalarının yıkıcı faturasının kesildiği siyasetçilerden ve dolayısıyla birçokları nezdinde sicili hâlâ oldukça kabarık bir isim. Kendi içerisinde sıklıkla iç çekişmelerin yaşandığı Yabloko’nun zaman zaman iktidar partisi de dahil diğer başka partilere önemli üyelerini kaptıran bir toplumsal hareket olmanın ötesine henüz geçemediğinin altı çizilmeli. Başkanlık seçimlerine daha önce de katılan Yavlinsky’nin 2018’de sürpriz yapması değil, seçimlerde çoğulculuk anlamında mevcut iktidarın meşruiyetini artırması söz konusu.

Adaylar arasında genç bir isim olarak öne çıkan Maksim Suraykin ise yine kendisi gibi henüz oldukça genç bir parti olan “Rusya Komünistleri” lideri. Daha öncesinde Komünist Parti’de çeşitli görevler alan Suraykin, 2012 başkanlık seçimleri sonrası parti olarak kaydı gerçekleşen “Rusya Komünistleri”nin başına geçti. Stalin’i ve Stalin dönemi uygulamalarını yücelten söylemleriyle Suraykin’in 2018 seçimlerinde başkan seçilme şansının olduğundan bahsetmek mümkün değil. Büyük ölçüde Komünist Parti’nin oylarını bölerek belli seviyede tutma gibi bir görevi olduğu gözlenen Suraykin, sistem-içi adaylar arasında geleceği parlak bir isim olarak öne çıkıyor.

Sadece iki yıl önce kurulan Yükseliş Partisi yöneticisi Boris Titov ise dolar milyarderi bir işadamı olmanın ötesinde halihazırda Putin’in girişimci hakları konusunda yetkili bir bürokratı. Putin’in altı yıl önce atadığı Titov hâlâ bu görevini yürütmekle beraber yine bağlı olduğu Putin’e karşı başkanlık seçimlerinde bir “yarış” içerisinde. Titov’u önemli kılan hususlardan bir diğeri ise Washington’ın geçtiğimiz aylarda Putin’in yakın çevresindeki işadamı ve siyasetçilere yönelik açıkladığı “Kremlin Dosyası”nda yaptırım uygulanması olası isimler arasında yer alıyor oluşu. Titov şu sıralar, mal varlığını yurtdışında tutan Kremlin muhalifi işadamlarının sermayelerini Rusya’ya transfer etmeleri halinde affedilmeleri için Putin’e bu kişilerin listesini hazırlama işiyle de meşgul.

Adaylar arasında tek kadın aday olarak dikkatleri üzerine toplayan isim ise TV sunucusu ve gazeteci Kseniya Sobçak. Putin’in 1990’lı yılların başındaki amiri St. Petersburg Belediye Başkanı Anatoliy Sobçak’ın kızı olan Kseniya’nın Putin’le belli bir hukuku var. Parlamento dışında yer alan Sivil İnisiyatif’in adayı olarak seçimlere katılan Kseniya Sobçak’ın partiyle bağı ise ancak geçen aralık ayında resmi bir hüviyet kazandı. Yavlinsky gibi Rusya şartlarında liberal görüşlere sahip ve Kırım’ın Rusya’ya ilhakına karşı çıkan iki adaydan biri olan Sobçak’ın seçimlerden zaferle çıkması değil, toplumsal tabanda ve uluslararası arenada Putin’in zaferinin kabulünü kolaylaştırıcı bir fonksiyon icra etmesi bekleniyor.

Pek tabii bütün bu tablo, Rusya’da Putin’e toplum düzeyinde ciddi bir desteğin olmadığı anlamına da gelmiyor. Uzun yıllar iktidarda olmasına rağmen Rusya’da hâlâ toplumun büyük çoğunluğunun mevcut şartlarda Putin’i ilk sıradaki lider ve başkanlık için en yetkin isim olarak gördüğü kesin. 1990’lı yılların kabus türü iklimine geri dönmeyi önemli bir risk olarak addeden Rus toplumunun bahsi geçen adayları bu risk parantezi içerisinde değerlendirdiği de. Putin’den beklentisi olan hâlâ büyük bir kesimin varlığı ise önümüzdeki altı yıl için Kremlin’e önemli ve yeni sorumluluklar da yüklüyor.

EKONOMİ: YENİ DÖNEMDE KREMLİN'İN ÖNCELİKLİ EV ÖDEVİ

Putin’in yeni dönemde iç politika bağlamında ekonomiyi birinci gündem maddesi yapması 2024’e giden yolun sancılı geçmesini engelleme açısından da hayati önemde. Kırım’ın ilhakı sonrası Batılı ülkelerin uyguladığı yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşmesi Rus ekonomisini 2014-2016 arasında ciddi bir darboğaza sokmuştu. Ön tahminlere göre 2017’de yüzde 1,5 civarında oldukça mütevazı bir büyüme gerçekleştiren Rusya ekonomisinde kriz büyük ölçüde atlatılmış olsa da ilerleyen yıllarda toplumsal sarsıntı ve huzursuzlukların yaşanmaması için bu oranın çok daha artması gerekiyor.

Öte yandan, son yıllarda ekonominin hidrokarbon kaynaklarına bağımlılığında nispi açıdan azalma kaydedilse de petrol ve doğalgaz gibi enerji ürünleri Rusya’nın ihracatında hâlâ yüzde 63’ler seviyesinde rol oynuyor. Ekonomide yapısal reformların her geçen yıl daha da gerekli hale geldiği Rusya’da üretimin çeşitlendirilmesi ve gelirlerin enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtarılması şart. Zira mevcut durum, devasa enerji şirketlerinin ve bu sektörde faaliyet gösterenlerin refah paylaşımında ayrıcalıklı kesim olarak büyük paya sahip olmalarına yol açarken, siyasi ve toplumsal istikrarın bir nevi garantisi olan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin ekonomideki payının ise yüzde 25’lerin üstüne çıkmasına engel oluyor. Yine üretim çeşitlenmesinin, Rusya’nın geleneksel açıdan güçlü olduğu maden kaynaklarının çıkarımı ve silah sanayii gibi ayrıcalıklı sektörlerin de ötesine geçmesi gerekiyor.

Ekonomide sermaye kaçışının önüne geçecek şekilde yatırım ortamının iyileştirilmesi de Kremlin’in seçimler sonrasında öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Sadece özel sektörde 2017’de ülkeden sermaye çıkışının önceki yıla göre yüzde 60 oranında artarak 31,3 milyar dolara ulaştığı göz önüne alındığında Kremlin’in bu konuda alması gereken mesafenin boyutu daha iyi anlaşılabilir. 20 milyon insanın fakirlik sınırında yaşadığı Rusya’da yeni iş imkanlarının oluşturulması, yaşam standartlarının iyileştirilmesi, reel gelir düzeyinin artması, sistemsel hale gelen yolsuzluğun azaltılması, vergilerin adaletli bir şekilde toplanması gibi başlıklar hep 2018 ve sonrasında Putin’in önem vermesi gerekli konular arasında ilk sıralarda.

Şüphesiz ekonomide hedeflenen ilerlemenin ülkedeki Batı karşıtlığı söylemler, demokrasi ve insan haklarının durumuyla da yakından ilgisi var. Son iki başlıkta 2024’e kadar köklü bir değişim zor, Rusya’nın bu alanlarda kendine özel bir yorumla ve pek tabii toplumsal talebe göre mesafe kat etmesi söz konusu. Ancak yabancı yatırımların her ülkede olduğu gibi Rusya’da da aradığı en temel koşulların başında kolay iş yapma ortamının yanı sıra hukuk sisteminin nasıl işlediği geliyor. Gelişmiş ülkelerden Rusya’ya yapılan doğrudan yabancı yatırımların 2017’de son dört yılın en yüksek düzeyi olan 23 milyar dolara ulaşmış olması olumlu bir sinyal. Bunun sürdürülebilirlik kazanması ise Rusya ile Batılı ülkeler arasındaki ilişkilerin seyriyle yakından alakalı olacak.

Bu çerçevede, özellikle 2013’ten itibaren Ukrayna kriziyle yükselen anti-Amerikancılık özelinde Batı karşıtlığına dayalı söylemin seçimler sonrası belli bir yumuşama göstermesi veya en azından bu yönde Kremlin tarafından bir çabanın ortaya konması mümkün. Putin’in seçimlerden sonra başbakanlık görevine iyi bir emanetkar olan Dmitri Medvedev’in yerine Batılı ülkelerle ekonomik planda daha iyi çalışma becerisi gösterebilecek yeni bir isim ataması olası. Adaylar arasında ise mevcut Moskova Belediye Başkanı Sergei Sobyanin, eski Maliye Bakanı Aleksei Kudrin, Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina, daha önceden Duma Başkanlığı da yapan Dış İstihbarat Servisi (SVR) şefi Sergei Narışkin gibi isimler öne çıksa da sürprizlere de hazırlıklı olunmalı.

DIŞ POLİTİKA: PUTİN'İN KENDİNDEN EMİN OLDUĞU AMA RİSKLERLE DOLU BİR CEPHE

2012’deki başkanlık seçimlerinin aksine 2018 öncesinde Kremlin karşıtı protestoların oldukça düşük düzeyde kalmasının en büyük nedeni Putin’in geçen süre içerisinde dış politikada elde ettiği kazanımlar oldu. Bu noktada, Kırım’ın Rusya’ya ilhakı çekilen birçok ekonomik sıkıntıya rağmen Rus toplumundan hemen hemen bütün anketlerde hala yüzde 85’lerin üstünde büyük destek görüyor. Rusya’yı 1990’lı yıllardakine benzer bir kaosa sürükleyebilecek olağanüstü bir durum olmadığı takdirde bu desteğin devam edeceği rahatlıkla söylenebilir. Halihazırda Moskova, iç işleri olarak tanımladığı Kırım dosyasını hiçbir uluslararası platformda tartışmaya açmıyor. Seçim gününün farklı hukuki yorumlarla Kırım’ın Rusya’ya ilhakı tarihinin yıldönümüne denk getirilmesi de bu açıdan Rus siyasetindeki sembolizme dikkat çekici bir örnek teşkil etti.

Rus dış politikasında Batılı ülkelerle ilişkilerde kırılmaya neden olan Ukrayna krizinde Donbas üzerinden süren askeri mücadelenin ise 2018 sonrasında bir müddet daha devam etmesi yüksek olasılık. Kırım’a dair tek bir atfın yer almadığı, bununla beraber Donbas’taki krizin siyasi açıdan çözümüne dair taraflarca imzalanan Şubat 2015 tarihli Minsk protokollerinin göreceli açıdan daha somut bir çerçevede uygulanmaya başlaması ancak önümüzdeki yıl Ukrayna’da gerçekleşecek parlamento-başkanlık seçimleri sonrasında mümkün duruyor. Mevcut şartlarda Donbas’ta Rusya sınırını da içine alacak şekilde değil de sadece Kiev güçleri ile isyancılar arasındaki cephe hattına sınırlı sayıda BM gözlemci gücünün konuşlandırılması, esir takası gibi konularda ağır aksak ilerleyen kırılgan diyalog sürecinin Rusya-Ukrayna arasındaki son doğalgaz gerilimiyle yeniden bir çıkmaza girip bölgede çatışmaların artması dahi olası. Pek tabii bu tarz bir senaryo, Moskova-Brüksel hattı kadar Moskova ile Washington arasında da yeni gerginlikleri beraberinde getirebilir.

Rusya’nın oldukça alerjik yaklaştığı NATO’nun Doğu Avrupa ve Baltıklarda son yıllarda artan askeri varlığı da bu anlamda Putin’in yeni dönem ajandasında Ukrayna dosyasıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir başlık olarak yerini alacak. Bir yandan Kıta Avrupası’nın lider ülkelerinden Almanya, Fransa, İtalya gibi aktörleri Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı projeleri başta olmak üzere enerji ilişkilerinde yanında görme hedefine yönelik politikalar izleyen Moskova’nın Avrupa güvenlik mimarisinde bu ülkelerle zıtlık içerisine girmemesi önem arz ediyor. Bu durum ise Brexit sonrası İngiltere-ABD ikilisinin Doğu Avrupa ve Baltıklarda NATO’nun askeri varlığının artmasına yönelik takip ettikleri stratejiye karşı Moskova’nın dengeleyici adımlarını Kıta Avrupası’nın ağır toplarıyla birlikte atmasını gerektiren bir tabloyu karşımıza çıkarıyor. Bu nedenle muhtemel ki Kremlin yeni dönemde Kıta Avrupası ülkelerle AB üzerinden çoklu mekanizmalarla değil de ikili çerçevede başkentler bazında bir ilişki modelini ilerletmeye çalışırken, Londra-Washington hattıyla da NATO perspektifli yeni jeopolitik meydan okumalarla karşı karşıya kalacak. Ancak her halükarda Moskova için Kıta Avrupası ile Anglosakson ittifakı ilişkilerinin zayıflatılmasının kolay bir dış politika hedefi olmadığını belirtmek lazım.

Suriye özelinde Ortadoğu’daki güç mücadelesi ise Rusya-Batı ilişkilerinin önümüzdeki 6 yıl için de uluslararası planda en önemli gündem maddesi olmayı sürdürecek. 2015 Eylül sonunda Suriye’de başlattığı hava operasyonlarıyla sahadaki güç dengesini kısa sürede rejim lehine değiştirebilme kapasitesi sergileyen Moskova için siyasi ve askeri kazanımlarını tahkim etme süreci beklediğinden zor geçebilir. Esad rejimi ile muhalifler arasındaki iç savaşta ibre şimdilik Şam’ın kazançlı çıktığını gösterse de sahadaki mücadelenin farklı aktörlerle yeni boyutlar kazandığı not edilmeli. Yine benzer şekilde, IŞİD’le savaş da nihai bir sürece doğru girmiş gözüküyor, ancak bu durum da bölgedeki terör örgütleri ve radikal grupların mevzilerini önemli oranda korudukları gerçeğini değiştirmiyor. 2017’de Suriye’de savaşın önemli bir etabı sona erip güç mücadelesinde yeni bir süreç başlarken bu sürecin Moskova’nın arzuladığı siyasi müzakerelerle aynı hızda ilerlemeyeceği tehlikesi her geçen gün daha bariz bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.

Öte yandan, halihazırda Moskova, Ortadoğu’da devlet ve devlet-dışı hemen hemen her aktörle görüşebilme ve belli ölçüde de uzlaşabilme kapasitesi ve becerisi gösterebilen tek başkent olma özelliğini koruyor. Bu durumun Suriye’nin ötesinde bölgede Rusya’ya önemli kazanımlar sağladığı bir gerçek. Ancak sahada çatışmaların çok boyutlu hal aldığı bir dönemde bu risklerin yönetilmesinde Rusya’nın sorumluluğunun arttığı da. Rejim ile muhalifler arasındaki siyasi uzlaşı haricinde Kremlin’in 2018 ve sonrası ajandasında Suriye’de yönetmesi gereken çatışma dinamikleri ve riskler oldukça fazla: Suriye’nin yeni devlet yapısı, PYD/YPG meselesi ve bunun sadece Türkiye’yle değil ABD ile ilişkilerde de önemli bir pazarlık aracına dönüşmesi, geniş anlamda bölgedeki Kürt sorunu, dış güçlerin askeri varlığı ve bunun kalıcılığı sorunu, İran-Suudi Arabistan çekişmesi, İran-İsrail nüfuz mücadelesi, İran ile Rusya arasında uzun vadede ortaya çıkması muhtemel enerji rekabeti vs.

Bahsi geçen konuların her biri tek başına Moskova’nın çözebileceği meseleler olmadığı gibi bir kısmının da Kremlin’in boyunu aştığı açık. Bu denklem de ister istemez Kremlin’in ekonomik imkanlarını önemli ölçüde zorlayarak elde ettiği dış politikadaki yeni mevzilerden yeri ve zamanı geldiğinde feragatte bulunabileceği anlamına gelir ki bu, sahadaki her aktör için fırsat penceresinin açılmasını sağlayabileceği gibi daha çatışmalı bir süreci de beraberinde getirebilir. Bu bağlamda, Ankara’nın Afrin ve ötesinde PYD/YPG’ye karşı yürüttüğü ve ilerletmeyi planladığı operasyonlarda Moskova’nın diğer aktörlerle hangi konularda ne gibi zamansal/mekânsal/stratejik parametrelerle uzlaşmaya gidebileceğine dair seçenekleri iyi hesaba katması gerekiyor.

Öte yandan, Rusya’nın bir ölçüde Ukrayna’da test ettiği yeni nesil hibrit savaş tekniklerinin Suriye’de daha profesyonel boyutlar elde etmesi ve bunların da 2018 sonrası Putin’in dış politikasının önemli enstrümanları olarak kalıcı bir perspektif kazanması da dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus. Rus dış politikasında özel askeri şirketlere açılan alanın genişlemesi, propaganda faaliyetlerinde medyanın daha etkin bir şekilde kullanılması, siber teknolojinin farklı hedefler için araçsallaştırılması, Türkiye ile ABD/NATO arasında S-400’lerde yaşanan sürece benzer şekilde stratejik silahların Rusya karşıtı ittifak ilişkilerini sarsmak için kullanılması, özellikle AB içinde Birliğe şüpheci ve mesafeli yaklaşan partilerle ilişkilerin geliştirilerek AB’nin Moskova karşısında yekvücut olmasının önüne geçilmesi gibi hususlar muhtemel ki yeni dönemde Kremlin’in üzerine daha yakından eğileceği konu başlıkları arasında yer alacak.

Son olarak, yine Batı’yla ilişkilerinde yaşanan sıkışmayı aşmak için Asya’ya açılım adı altında Çin’le yürütülen diyalogun da Moskova için ilerleyen yıllarda yeni perspektifler kazanması olası gözüküyor. Şi Jinping’in yeni anayasa değişiklikleriyle uzun yıllar süreceği anlaşılan liderliğinde Pekin’in “Bir Kuşak Bir Yol” inisiyatifinin Orta Asya başta olmak üzere geniş Avrasya coğrafyasında Rusya’nın hareket alanını daraltmaması ve bunun için de ortak çıkarlarda kesişim kümelerinin oluşturulması Kremlin için şart. Bu anlamda “Bir Kuşak Bir Yol”un gerek Şanghay İşbirliği Örgütü gerekse de Avrasya Ekonomik Birliği’yle uyumlulaştırılması yeni dönemde önemli dış politik hedeflerinden biri olacak Moskova’nın. Bunun için de yine Kremlin’in ülke içindeki petrol-doğalgaz projelerine ve Rosneft gibi dev Rus enerji şirketlerine ortaklık tekliflerinin ötesinde Çin’e yeni önerilerle gitmesi gerekecek. Her halükarda Moskova ile Pekin’in birbirlerini “Batı’yı dengeleme amaçlı işbirliği yapılması gerekli güç olarak görme” eğiliminin yeni ekonomik olanaklarla ilişkileri perçinlemesi ve stratejik boyutlarla derinleşecek bir seyir izlemesi yüksek olasılık.

2018 seçimleri bir devlet başkanı seçiminden ziyade Rus toplumunun Putin’in önceki yıllarda izlediği politikayı tasdik edici bir onay mührü ve yeni dönemde takip edeceği stratejilere de vereceği güvenoyu anlamına geliyor. Seçim sonrası Rusya’nın iç siyasetinde daha zamana yayılan evrimsel bir dönüşüm söz konusu iken ekonomi politikasında 2018 öncesine nispeten daha sonuç odaklı değişimler beklemek mümkün. Dış politikada ise seçimler dolayısıyla alınmayan bazı taktiksel ve geçici risklerin uzun vadeli stratejilere ayarlanması olası. Şüphesiz her seçim öncelikle seçimin gerçekleştiği o ülke toplumunu ve o ülkenin hinterlandını ilgilendirir. Ancak Rusya gibi nüfuz hinterlandı özellikle son yıllarda sadece coğrafi açıdan değil, silah sanayiinden medyasına siber teknolojisinden siyasi diyaloğa girdiği aktörlerin çeşitlenmesine kadar genişleyen bir ülkede gerçekleşen devlet başkanlığı seçim sonuçları merasiminin bu sefer Kremlin’in Andreyevsky Salonu’nda düzenlenen klasik yemin töreninin çok ötesine geçeceği kesin.

*Dr. Moskova Devlet Üniversitesi Öğretim Görevlisi