Psikiyatri'nin tele ile imtihanı

Hoşumuza gitsin ya da gitmesin telepsikiyatri zorunluluk haline geldi. O yüzden itiraz etmek yerine bu yeni mecranın çerçevesi ve kurallarını belirlemeye ve standartları geliştirmeye çalışmak daha iyi bir fikir gibi.

İlker Küçükparlak ikucukparlak@gazeteduvar.com.tr

Yaşamlarımız teknolojiye bağlı olarak öngöremediğimiz hızla değişiyor. Ömrümde tanıklık ettiğim iletişim yöntemlerini hatırlayınca kendim bile şaşırıyorum. Köylerde her evde telefonun olmayıp kahvehanelerin aranılarak kişinin kahvehaneye çağırılıp görüşme yapıldığını hayal meyal hatırlıyorum. Mektup gönderdiğimizi de hatırlarım. İlk olarak üniversite öğrencisiyken cep telefonum olmuştu. O zamanlar telefonla konuşmak o kadar pahalıydı ki AVM’de telefonla konuşuyormuş gibi yaparak hava atarken telefonu çalan adam söylencesi türemişti. O yüzden haberleşme biçimi olarak çaldırıp kapatmak da türemişti. Bir kere çaldırmanın ayrı, iki kere çaldırmanın ayrı anlamı olacak şekilde giderek şekilleniyordu bu iletişim biçimi. Daha sonra pratisyenlik yapacağım köyde ise cep telefonu hiç çekmeyecekti. İnternetle de üniversite öğrencisiyken tanışmıştık. Önce Çukurbostan’da bir tesiste internet olacaktı. Orada açılış sayfasında büyük resimler olan sitelere girmemeyi öğrenmiştik, büyük resimleri olan bir açılış sayfasının yüklenmesi bazen 10 dakikayı bulurdu.

Şimdi teknoloji ile mesaim bu başlangıca göre hiç fena değil gibi. Pek hazzetmesem de aciliyeti olan mailleri cep telefonumdan yanıtlayabiliyor ve ajandamı online olarak sekreterimle senkronize biçimde kullanabiliyorum mesela. Facebook ve Twitter hesaplarım var ama soluğum bu noktada kesilmiş gibi hissediyorum. Snapchat ile ne yapacağımı bilemedim, Foursquare gibi yer bildirimli uygulamalarda ise “lurker” olarak var olabiliyorum ancak yani paylaşım yapmıyorum ama yazılanları takip edebiliyorum. Bundan sonraki iletişim teknolojisi atılımları açısından da kendimden daha fazla beklentim yok şimdilik.

İletişim teknolojilerinin iletişimi ve dolayısıyla ilişkileri etkilediğinden şüphe yok, zaten etkilesin diye geliştiriliyorlar bir yandan. Üniversitede cep telefonu aldığım zamanlarda cep telefonuna prensip olarak karşı çıkan bir arkadaşım vardı. Cep telefonunun yaşam biçimimize zarar verdiği gerekçesiyle ilkesel bir itirazı vardı. Halen var ama geçen hafta telefonunu kaybettiği için fazla telefonumuz varsa talip olmak için Whatsapp ile haber gönderdi. Skype sayesinde kıtalararasında devam edebilenler gibi Instagram nedeniyle sonlanan ilişkileri de biliyoruz. İnsanın alamet-i farikası tam da bu işte; evrimsel olarak uyumlandığı ortamı değiştirip daha sonra da bizzat kendisinin değiştirmiş olduğu bu ortama tekrar uyumlanmaya çalışmak ve elbette uyumlanamadan tekrar değiştirmek…

Bütün bu değişiklik-uyumlanma dinamiğinin elbette meslek yaşantıma da izdüşümleri olacaktı. Şimdi kendimi İstiklal’e papyonsuz çıkmama nostaljisi yapan dede gibi hissetmeye başlayacağımdan bu hikayeye sondan başlayacağım: Telepsikiyatri. İnternette her şey var, kurumsal firmalar toplantılarını online gerçekleştiriyorlar, bankalar ve devlet bile internette, psikiyatrist neden olmasın? Bu soruyu en erken soran hatta soru üzerinde pek de durmayıp doğrudan “arz-talep dengesi açısından karlı pazar” algısıyla doğrudan harekete geçen meslektaşlarla ilgili pek de olumlu bir izlenimim yok, bu izlenim yöntem olarak telepsikiyatriye de yansıyordu. Sanki her kuşun etini yemiştik de bir leylek kalmıştı, memleketin onca sağlık sorunu varken telepsikiyatri neydi…

Sonrasında telepsikiyatrinin “Şimdi kim gidecek oraya” durumundan çok daha fazlasını vaat edebileceğini gördüm. Evet, 10 Ekim’de Türkiye’nin dört bir tarafından insanlar Ankara’ya gitmiş ve yaralanmıştı. Bu insanlardan İstanbul’da ve diğer büyük kentlerde yaşayanlar travma için terapi alabiliyorlardı. Peki, Kars’ın Digorunun köyüne geri dönen öğretmen ne yapıyor acaba? Ayda 1 kez Kars’a inme şansı var ya da yokken neyin terapisinden bahsediyoruz? Hele de Kars kişi başına düşen psikiyatrist sayısı en düşük illerimizden biriyken…

Bunları düşünedururken daha da travmatik bir grupla, Suriyeli göçmenlerle ilgili çalışmalar da yürüyor bir yandan. Alpak ve arkadaşları Suriyeli göçmenlerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu oranını %33 olarak saptadılar örneğin. Her 3 Suriyeliden biri. Ülkemizde, psikoterapiye şiddetle ihtiyacı olan ve anadili Türkçe olmayan en az 1 milyon kişi var yani. Bu devasa durumla Türkiye’nin sağlık sisteminin baş etmesi olanaksız, bu nedenle Lancet’te Suriye meselesi için telepsikiyatri uygulamasının yaygınlaştırılması gerekliliğini anlatan bir çağrı yayınlandı. Benim lüks diye algıladığım yöntem dönüp dolaşıp tam da esas karşılanmamış ihtiyaçları olan kesimlerin yarar görebileceği bir uygulamaya dönüştü yani.

Bir aile dostu için Uruguay’da Türkçe konuşan psikiyatrist arayan psikiyatristi gördü bu gözler. Artık dünyanın 72 milletinden insan Türkiye’de yaşıyor ve dünyanın dört köşesinde de anadili Türkçe olan insanlar yaşıyor. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin telepsikiyatri zorunluluk haline geldi. O yüzden itiraz etmek yerine bu yeni mecranın çerçevesi ve kurallarını belirlemeye ve standartları geliştirmeye çalışmak daha iyi bir fikir gibi.

Alpak, G., Unal, A., Bulbul, F., Sagaltici, E., Bez, Y., Altindag, A., ... & Savas, H. A. (2015). Post-traumatic stress disorder among Syrian refugees in Turkey: A cross-sectional study. International journal of psychiatry in clinical practice, 19(1), 45-50.

Nassan, M., Frye, M. A., Adi, A., & Alarcón, R. D. (2015). Telepsychiatry for post-traumatic stress disorder: a call for action in the Syrian conflict. The Lancet Psychiatry, 2(10), 866.

Tüm yazılarını göster