Prof. Dr. Murat Somer: Trump 'kutuplaştırma yoluyla dönüştürme' siyaseti uyguluyor

"Amerika, Türkiye'ye benzer şekilde çok kutuplaşmış bir ülke" diyen Prof. Dr. Murat Somer, Trump'ın izlediği siyasetle ilgili şu tespiti yaptı: Trump başka birçok otoriter lider gibi, benim 'kutuplaştırma yoluyla dönüştürme' diye adlandırdığım bir siyaseti uyguluyor. Ahlak ve demokrasi açısından doğruyu yapsaydı, mesela aileyi ziyaret etseydi, empati kursaydı, birleştirici, kutuplaşma karşıtı bir siyaset olurdu. Oysa bu liderler 'dalgakıran' siyaseti izleyip kendi taraflarının yanlışını asla kabul etmiyor ve kutuplaşmayı pekiştiriyorlar. Böylece kendi açılarından bir taşla iki kuş vuruyorlar: Tabanları savunma refleksiyle konsolide oluyor, karşı taraf da provoke olarak, alternatif dönüştürücü programlar üretmek yerine enerjisini 'dalgakıran'la savaşa harcıyor. Oysa bence asıl yapması gereken, toplumun beklediği alternatif programlar üretmek.

Abone ol

DUVAR - Koç Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Somer, ABD'nin de Türkiye gibi kutuplaşmış bir ülke olduğunu, ABD Başkanı Donald Trump'un kutuplaştırıcı siyaset izlediğini söyledi.

Yeni Yaşam Gazetesi'nden M. Ali Çelebi'ye konuşan Somer ABD'de siyahların polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve Avrupa kentlerine de sıçrayan isyanın arka planının ne olduğuyla ilgili soru üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:

GEORGE FLOYD OLAYI NEDEN BU KADAR BÜYÜDÜ?

Öncelikle ırka dayalı ayrımcılık problemi ABD’nin “kurucu fay hatlarından” bir tanesi. Birçok ülkede böyle, kapsamlı reformlar olmadan, yeni bir “Toplumsal Sözleşme” olmadan aşılamayacak kurucu fay hatları var. Bir ölçüde bu ulus devletin ırka dayalı bir eşitsizlik üzerine kurulduğunu, dengelerin buna göre inşa edildiğini söyleyebiliriz. Irk yanında, yerli Amerikalılara karşı yapılmış soykırım, kadın-erkek eşitsizliğinin de ABD’nin birer kurucu fay hattı olduğunu söylemek mümkün. Ama 200 yıldır siyasete en çok yansıması olan ırk meselesi.. Özgürlük taleplerinin çıktığı dönemler karşı dalgalarını da yaratıyor. Örneğin 19. yüzyılda iç savaş sonrası kölelik kaldırıldı ve hukuki-siyasal eşitlik geldi. Ama buna beyazların bir kesiminin karşı tepkisi, seçim bölgelerini ve kurallarını değiştirerek oy hakkını etkisiz hale getiren politikalar olmuş. 1960’lardaki Sivil Halklar Hareketi sonrası da benzer bir karşı dalga var. Beyazları da bölüyor bu olaylar, bir kesim demokratikleşme yanında konumlanırken diğeri bildiği ülkenin elinden kaydığını düşünerek direniyor, hatta saldırganlaşıyor. Siyahları temsil eden siyasetçi ve hareketlerin de bazı bencillikleri ve vizyonsuzlukları olduğu söylenebilir. Trump’ın başkan seçilmesiyle de bu ayrımlar iyice açığa çıktı. Protestolara destek veren beyazlar daha önce Obama’nın başkan olmasından çok kültürlülük ve gerçek eşitlik adına ümit besleyen kesimken, Trump ise tam da bu bu eğilimlerden rahatsız olan beyazları temsil ediyor. Polisin siyahlara karşı ayrımcılığına toplumsal tepkiler son yıllarda sık sık olmuştu. Ama neden George Floyd olayı büyük bir toplumsal harekete dönüştü? Toplumsal hareketleri ateşleyen bir olay olduğu zaman bazen o olayla ilgili tepkilerin yanında bütün diğer rahatsızlıklar, talepler hepsi onunla birleşir, toplumsal harekete yansır. Dolayısıyla bu kadar büyümesinin altında Amerika’daki iki başka olgu daha var.

Nedir hareketin büyümesine yok açan bu iki olgu sizce?

Bunlardan bir tanesi kutuplaşma. Amerika Türkiye’ye benzer şekilde çok kutuplaşmış bir ülke. İnsanlar birbirlerinin farklı tepkilerini anlamamakla kalmıyor kendi hayat tarzlarına ve temel çıkarlarına tehdit olarak görüyorlar. O zaman da toplumsal tepkiler hareketi tetikleyen olaydan bağımsızlaşıp bu iki grubun rekabetinden ve birbirine tepkisinden beslenmeye başlıyor. Yani George Floyd olayı da Trump karşıtları ve taraftarları arasındaki kavganın nesnesi haline geldi. Sadece ırkla veya polisle ilgili değil, kadın-erkek eşitliğiyle ilgili olsun ekonomik sistemle ilgili olsun, rakip modellerin çatışmasına dönüştü.

İkinci meseleyse, Amerikan toplumunda son 30 yıldır özellikle sosyo-ekonomik konularda bir rahatsızlık söz konusu. Her ne kadar çoğu kez kültürel-ideolojik değerler üzerinden ifade edilse de, maddi rahatsızlıklar var. En son 2008 finansal krizinde, Amerikan hükümeti tam anlamıyla sermaye sınıfını koruyan, üstelik de orta sınıflardan, yoksul sınıflardan kaynak aktararak sermayedarları kurtaran, finanse eden politikalar izledi. Amerika’da refah seviyesi çok yüksek ama aynı zamanda muazzam bir eşitsizlik var. Son 30 yıldaki ekonomik büyüme orta sınıfların refah düzeyini çok da artırmadı. Asıl yararlanan en zengin kesimdi. Yeni kuşaklar eskisi gibi ebeveynlerinden daha müreffeh olacaklarına, yani Amerikan rüyasına o kadar da inanmıyor. Bunun yarattığı içten içe bir rahatsızlık var ama farklı siyasal çizgilerin koyduğu teşhisler ve önerdiği reçeteler çok farklı.

Onca olay, onca tartışmaya rağmen Kenosha’da polis sırtı dönükken Jacob Blake’e nasıl 7 kurşun sıkıp felç edebildi. Trump nasıl 1 Eylül’de itirazlara rağmen kenti ziyaret edip acılı aileyle görüşmezken polisleri övebildi. Olayların büyümesini umup Kasım 2020 seçiminde beyazları konsolide etmeyi mi hesapladı?

Trump başka birçok otoriter lider gibi, benim “kutuplaştırma yoluyla dönüştürme” diye adlandırdığım bir siyaseti uyguluyor. Ahlak ve demokrasi açısından doğruyu yapsaydı, mesela aileyi ziyaret etseydi, empati kursaydı, birleştirici, kutuplaşma karşıtı bir siyaset olurdu. Oysa bu liderler “dalgakıran” siyaseti izleyip kendi taraflarının yanlışını asla kabul etmiyor ve kutuplaşmayı pekiştiriyorlar. Böylece kendi açılarından bir taşla iki kuş vuruyorlar: Tabanları savunma refleksiyle konsolide oluyor, karşı taraf da provoke olarak, alternatif dönüştürücü programlar üretmek yerine enerjisini “dalgakıran”la savaşa harcıyor. Oysa bence asıl yapması gereken, toplumun beklediği alternatif programlar üretmek…

RÖPORTAJIN TAMAMI