Politik edebiyatta öykünün sesi: Dad

Demirtaş’ın öykü kitabı 'Dad', dilsel ortaklığı, siyaseti, sınıfsal ilişkileri, toplumsal cinsiyeti ve daha pek çok konuyu edebiyatın nesnesi haline getirebilen bir kitap olarak karşımıza çıkıyor.

Abone ol

Onur Bütün

Zamanın akmadığı, nasıl yas tutacağımızı dahi bilemediğimiz, ağır koşullarının açığa çıktığı bir dönemdeyiz. İnsan iyileşmek için ne yaparsa yapsın bu acının yası içinde kavruluyor. Çoğumuzun hayatı bin bir nedenle kesintiye uğradı, yok oldu. Çok ama çok uzun bir süredir kolektif travmalar yaşıyoruz, son derece politik nedenlerden ötürü. Bu travmalar birbirinin üstüne biniyor, birbirine bağlanıyor ve ne yaparsak yapalım ancak yoksulluğumuzu, yoksunluğumuzu paylaşabiliyoruz.

“Birbirimizin çaresiyiz” sözü bu nedenle içinde olduğumuz, donup kaldığımız zamanı en iyi ifade eden söz belki de…

Vicdan duygusunun katalizör olduğu dayanışma fikriyatı ile hepimiz kısmen, parçalı, tedirginlik dolu da olsa günlük hayatımızı, üretimlerimizi sürdürüyoruz. Benim için okumak ve yazmak bu sürecin en zorlu kısmını oluşturuyor. Yas tutarken odaklanmak kimse için kolay değil ve okumak, yazmak gibi faaliyetler için hep erkenmiş gibi geliyor.

Bu hafta memleket meselelerini kendine dert edinen iki yazarın iki öykü kitabını okudum, ikisi de Dipnot Yayınları tarafından yayıma hazırlanmış metinler; 'Dad'/Selahattin Demirtaş ve 'Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu'/Deniz Faruk Zeren. Editörlerinin de emeğine sağlık. Bu yazıyı 'Dad' üzerine bir inceleme olarak tasarlamıştım ama iki metinde de birbirine benzer dünyalar bulunca, Deniz Faruk Zeren’in edebi emeğini de selamlamak istedim.

KURMACANIN VE POLİTİKANIN BİR İMKÂNI OLARAK 'DAD'

Selahattin Demirtaş’ın üçüncü öykü kitabı 'Dad', birbiriyle çoğul dünyalar oluşturan; tam da bu sebeple anlatılar arasında ilişkiler kurulabilen, dilsel ortaklığı, siyaseti, hukuku, sınıfsal ilişkileri, toplumsal cinsiyeti ve daha pek çok konuyu hem tematik hem kurgusal veçheleriyle edebiyatın nesnesi haline getirebilen bir kitap olarak karşımıza çıkıyor.

Yazar her ne kadar, “Başlangıçta niyetim bu değildi. Yani birçok kitabı yayımlanmış bir yazar olmayı hiç hedeflemeden başladım yazmaya. Ama iş inada bindi artık. Beni ne kadar burada, 12 metrekarelik bu hücrede tutarlarsa o kadar zaman boyunca yazma serüvenimi sürdüreceğim,”(1) dese de okurların, edebiyatla yaşayanların ve toplumsal direnişin içindeki herkesin, Demirtaş’ın üslubuyla yayılan, nitelik değiştiren bir politik edebiyata ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz.

Kurmacayı politik bir vesile olarak kullanmak, estetik kaygıları kaybetmemeyi içeren -baskıcı rejimlerde edebiyatın estetik niteliklerden uzaklaştığını iddia eden 1. ve 2. Dünya Savaşları boyunca devam eden fikir- zorlu bir üretim sürecidir. Dünyada idealize edilen estetik birkaç yüzyıl boyunca, edebiyatı ve politik olanı farklı tözlerle tanımladı. Bizim coğrafyamızda da bu yaklaşımın etkileri henüz tamamen ortadan kalkmış değil.

Dad, Selahattin Demirtaş, 152 syf., Dipnot Kitap, 2023.

Bu bağlamda 'Dad'ın ilk öyküsü Çöplük bir deneme tadında açılıyor. Öyküde katmanların giderek sarihleştiği, iyileşme mekânları olarak çöplüğün ve mülteci kamplarının hikâyelerinin birbiriyle dolayımlandığı bir dünya yaratılmış. Çadırlarda yaşam savaşı veren binlerce depremzedenin şimdiki zamandaki gerçek hikâyesi okurun zihninde ister istemez canlanıyor, kitap 6 Şubat Maraş depremleri öncesinde basılmış olduğu halde.

“Hemen o gün, o saatte, elinizden ne geliyorsa işte, onlar için bir şeyler yapmak istersiniz. Aksi takdirde o keder bir daha silinmemek üzere yeryüzünü teslim alacakmışçasına koşturursunuz. Gelenler yorgundur, açtır ve de korku vardır gözlerinde. Kürtçe ağıtlar yakar, siz onları Kürtçe avutursunuz ama yine de uzaya savrulmuş toz zerrecikleri kadar boşlukta, belirsiz, sahipsiz, topraksız hissederler kendilerini öz vatanlarında. Hiçbir beddua, hiçbir dua işe yaramaz. Lanet okuyacağınız bir düşmanınız bile yoktur. Cephe gerisidir burası, top sesleri yerine ağlayan çocukların, inleyen kadınların, ağıtların sesi yükselir ki artık çok geçtir. Şimdi yaşama zamanıdır; hayata tutunma, umuda sarılma bir lüks değil, mecburiyettir, görevdir orada.”(2)

Kitabın adını alan ikinci öykü Dad, Demirtaş’ın karakter adlarıyla küçük alt bölümler oluşturmayı sevdiği/seçtiği -'Efsun' adlı romanında olduğu gibi- bir edebi üslupla ve daha önemlisi farklı karakterlerin aynı olgu veya olayı farklı görme/yorumlama biçimleriyle yazılmış diyalektik bir öykü. Özellikle bu öykünün hermeneutik bir yanı olduğunu söylemek mümkün. Bazı cümleleri ufak farklılıklarla tekrar etmenin ya da “tekrarın” yaratıcılıktaki etkisini bu öyküde gözlemlemek aynı zamanda keyif verici.

Benim için 'Dad'ın en kuvvetli anlatısı, tecavüzcüleri cezalandıran bir kadın örgütünün hikâyesini taşıması.

Üçüncü öykü Ben’i Unutma, gerçekliğin kendisini dikkatle gözlemlemenin gerçeği anlamaya yetmediği zamanları anlatan, kurgusuyla dikkat çekici bir öykü. Dördüncü öykü Haydar Haydar, Demirtaş’ın beceriyle neşeye bulayabildiği -öyküde tekrar eden, koşup Siirt otobüsüne binmekle temsil edilen kendi sınıfına, kültürüne bağlılık- devrimci özne/burjuva özne tartışması, "Görevimiz Tehlike" tadında hafif aksiyon alan müthiş bir öykü haline gelmiş.

Beşinci öykü Kader, her gün ayrı bir hikâye yazmak karşılığında Tanrı’yla anlaşma yapan ve karısını bu sayede hayatta tutabileceğini zanneden bir adamın hikâyesini anlatıyor. Müthiş katmanlı ve becerikli bir kurgusu var öykünün, hakikaten merak ediyor insan neler olacağını.

Altıncı öykü Kartonpiyer benim favori öyküm. Eminim pek çok okur da sevecektir Kartonpiyer’i… Eleştirel erkeklik çalışmaları açısından, genç bir erkeğin, yoksul bir inşaat işçisinin, cinselliğin, aşkın ironiye, espriye dalıp dalıp çıktığı bir öykü olmuş. Bu öykü için Demirtaş’a özel olarak teşekkür ederim. Neşelenmeye duyduğumuz ihtiyacı anlamış da yazmış, sağ olsun.

Yedinci öykü Uçurum, tıpkı Kader adlı öyküdeki gibi iki ayrı hikâyenin ve ana karakterin bir mekân ve zamanda ilerlediği, bu özel kurguyu bir üslup olarak okurun zihninde oturtan, kurmacanın olanaklarını geliştirip genişleten bir öykü. Hastanenin sendika temsilcisi Zelal Hemşire’nin ölümüyle, dolaylı bir kadın cinayetinin cezasını çeken kocanın hikâyesi de toplumsal cinsiyet hassasiyetinin edebiyattaki önemli veçhelerinden biri olarak okunabilir.

Düriyemin Güğümleri adlı sekizinci öykü, çürüyen bir iktidarda vergi müfettişi olan iki erkek karakter ve birinin eşiyle karakterize edildiği, rüşvetin nasıl çığ gibi büyüdüğünü, yayıldığını anlatan önemli bir örnek.

Kitabın son öyküsü Çıplak, kanser hastası bir adamın ölmeden önce yapmak istediği on şeyi, her birimizin hayatından eksilenleri tamamlar gibi anlattığı, Covid-19, Mahsa Amini gibi göndermelerle zenginleşmiş bir hikâye. Öykünün finaliyle yazımı da tamamlayayım.

“Yaşamak için ilk şart sağlıklı olmak değil istekli olmaktır. Ben bunu on altı ay dört gün önce yitirdim. Doktorumu değiştirmem gerekir, kemoterapi seansları, moral geceleri falan… Ölmek daha kolay geliyor. Ölmeden önce yapacağım ikinci şey Nilgün’ün mezarının başında çırılçıplak amuda kalkmak olacak. Amin! Kaldı sekiz şey. Hayal kurmak, umut etmek, gerçekleştirmek… İlkini herkes yapar, ikincisini direnenler, üçüncüsünü ise riski göze alanlar. Risk alıyorum, tedavi olmayacağım, ölüm çıkıp gelsin istiyorum. Nilgün’ün mezarı başında çırılçıplak dans edeceğim. Allahım, bir şey dememe gerek var mı? Kaldı yedi. Molla rejiminin bütün cellatları saçının tek teline kurban olsun Mahsa; saçımı kazıtıp başımı Nilgün’ün mezar taşına vura vura ağlayacağım bir gece. Allah hepinizin belasını versin! Kaldı altı. Hayat sizin olsun, gülmeler sizin; çirkeflikler, rezillikler, sevişmeler, cinayetler, ağlamalar, aldatmalar, mutluluklar, pespayelikler, ucuz yaşamalar sizin olsun. Ben Nilgün’ün mezarının yanına çırılçıplak uzanıp öleceğim, geri kalan beş de sizin olsun.”(3)

Dipnotlar

1. DAD, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları, sy: 147
2. A.g.e. sy: 10-11
3. A.g.e. sy: 146