'Plasebo' ve yan etkileri

N. Ahmet Erözenci'nin yeni romanı 'Plasebo', Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Erözenci romanında okuru, Plasebo'nun yönetimde olduğu, ütopya ve distopyalar diyarına; Ada’ya götürüyor.

Abone ol

C. Hakkı Zariç

Müflis bir duygunun sarmalında bazen ne yapacağını bilmeden, bazen her şeyden vazgeçmiş gibi boşlukla dolu geçen yıllar birikti içimizde. Yanıt aradığımız sorular çoğaldıkça öfke de kabardı içten içe. Gidecek yerimizin olmaması değil mesele, gitmeyi tercih edip etmeyeceğimiz.

Zaman geçti, zaman geçti ve olasılık tanımadığımız nice şey geldi başımıza. Bu kadar da olmaz dediğimiz her şeyi anlamak zorunda kaldık, bir sonraki hamle hep daha şiddetli geldi ve özlediğimiz, gitmek ve orada olmak istediğimiz zamanlar çoğaldı nihayet.

Bir ada hikayesi niyetine okuyabiliriz yaşadığımız günleri. İçinde bulunduğumuz koşulların hazırlandığı zamanlara gidip şimdiye ilenmek ve gelecekten kahırla bahsedecek olmak ne kadar anlaşılır değil mi? Bir yalancı mutluluk romanı gibi de okunabilir yaşadıklarımız. Belki bizden önce başka bir yerde, başka bir zaman diliminde yaşanmış ve tecrübe edilmiştir. Napolyon’dan kalma bir miras olabilir mi? Ya da bir devrin Almanyası’ndan. Hani bıyıklarınız benzemesin ama bu coşku insanı ürkütüyor muhterem memurlar…

N. Ahmet Erözenci, Ayrıntı Yayınları’ndan yakın zaman önce çıkan, yeni romanı 'Plasebo' ile bize bir kapı aralıyor sanki. Araladığı ütopik bir kapı ama pekala distopik de olabilir. Her şey çok tanıdık bir yanıyla, bir yanıyla da bilmediğimiz bir yerden sesleniyor gibi. Heyecanı ve hızı gittikçe artıyor mu, yoksa yazar bizi bir fazda tutup ritmimizi bozmak mı istemiyor çok anlamış değilim. Romanda bir düzen kurmuş yazar, Plasebo eleştirilemez! Neden? Çünkü seçimle gelmiş. Seçilmek kadar daha meşru ve anayasal bir hak olabilir mi? Bunu önemsiyor Plasebo, bunun yaşanır ve anlaşılır kılınmasını, buna biat edilmesini, bununla herhangi bir çelişki üretilmemesini örgütlüyor. Aksi bir durum mu söz konusu? O zaman kahverengi gömlekliler giriyor işin içine, başınıza geleceklerden elbette siz sorumlusunuz. Bir Ada’da geçiyor olay, her depremden sonra korkunç bir tsunami olacağını bilmesine karşı bir daha depreme ve tsunamiye maruz kalmamak için herhangi bir şey yapmıyor, herhangi bir önlem almıyor.

Plasebo, her şeye muktedir bir tek adam. Seçilirken tek adamlığını perçinleyeceğini, geçmişten alacaklarını getirip milletin ortasına yıkacağını ve geleceği ipotek altına alacağını söylemekten geri durmuyor. Olayın nerede geçtiğini bilmiyoruz elbette. Bir grup çocukluk arkadaşı, neredeyse bütün ömrü Ada’da geçmiş bir grup arkadaş, bir araya gelip günü güzel kılmaya, unutmaya, içmeye, flört etmeye, hayal kurmamaya, öfkelenmeye falan çalışıyor.

Plasebo - Bir Yalancı Mutluluk Romanı, N. Ahmet Erözenci, 208 syf., Ayrıntı Yayınları, 2021.

Hali vakti yerinde hepsinin. İşsizlik ve yoksulluk görmüş gibi değiller. Herhangi birinin bir ihtiyacı var gibi de durmuyor. Yoksulluktan şikayet edeni yok. Para sözü geçmiyor neredeyse roman boyunca. Yenilip içiliyor, sürekli arkadaş grubu bir araya gelip o günün sabahından akşamına kadar masalarda yiyip içiyor. Büyük şirketlerin yöneticisi de var içlerinde, düzene çomak sokmak isterken Anakara’da başından türlü çeşitli haller geçen de, bir nedenle başı ağrıyan, havasız kalan, mutsuzluk üreten de…

Plasebo yönetime geldiğinde kimse onun hakkında bir fikre sahip değildi, hakkında hiç haber çıkmamıştı neredeyse; hangi okulları bitirdiğini, annesini, babasını, ailesini bilmiyordu kimse. Bu bilinmezlik zamanla başlarına ne iş getirecekti? İlk başlarda ciddiye alan da yoktu kendisini. Herkes çarkın bir biçimde döneceğini ve Ada’nın belirgin bir biçimde kendi bildiği hayatı yaşayacağını düşünüyordu. Böyle gelmiş böyle gidecekti alt tarafı. Bir gün etraflarına on metre yüksekliğinde, iki metre genişliğinde bir duvar örüleceği, televizyonların ve gazetelerin kapatılıp eser miktarda basın yayın organının belli sayfa ve belli saatlerde haber vereceğini, bunun dışında televizyon kanallarında sadece dizi yayınlanacağını Ada halkına söyleseler kimse buna olasılık vermezdi.

Meczuplarla kahramanların, ayyaşlarla mahcupların ayrışması gerekiyordu ve Plasebo bunu en masum biçimde yapmalıydı. Ahşap masalardan kimsenin eline kıymık batmamalı. Hem o kötü görüntüler de kalkmalı, değil mi? O zaman siyah masa örtüleri gerek meyhanelere… Hey gidi, içki yasaklanırsa siyah kadehlerde masaları donatan Plasebo yanlıları işlerini elbette yönetecek. Masalarına siyah örtü çekme işini öne alan esnafa elbette önden bir ödeme ateşlenecek. Ada burası ve yönetmenin bütün kuralları Plasebo ile onun tek adamlığı sayesinde refaha kavuşacak.

Bizimkiler ne yapıyor bu arada? Balkonda sigara içip içlenen birtakım orta sınıf, evli olmaktan canı sıkılanlar, boşandığı ve çocuğa bakmak zorunda kaldığı için neden sonra canı sıkılanlar, bir yere gitmek isteyip çakılı kalanlar ya da çakılı kalmaktan şikayeti olmayanlar; Ada sakinleri. Akşam gidip yıkılacak bir meyhane derdinde, unutmanın bütün olanaklarını içmeli ve hayal kurmadan bir günü daha geçirmenin yataklarına uzanmalı.

Çok bilen adamlar, etrafa bilgi, testosteron kalabalık, var olma mutluluğu ve ünlü arkadaş takdim etme yetkisi elinde olanlar da var içlerinde. Üstat dedikleri yazar da onun sayesinde katılıyor içlerine zaten. Uzaklara yakın bir yerde birlikte zaman geçirmek istediklerinde Üstat da katılıyor aralarına ama içlerindeki en yetersiz kişi bana kalırsa, klişelerle dolu, ne dediğinden emin olmayan, herkesin onu dinleyip etkileneceğini düşünen ama buna cesareti de olmayan biri. Zaten arada bir yerde kaynayıp gidiyor toplama ve kendinden bahsedilecek durumlar geride kalıyor. Güzel asistanı da olayların içinde; olay ne derseniz Ada’da geçiyor ve Plasebo her şeye muktedir bir tek adam rejimi kurmuş durumda. Bizimkiler de içiyor haliyle. Canı sıkılanlar o gün geç geliyor masaya biraz. Karanlık bir tip var; Şahid.

Adalılar kendilerini çekip çeviren insanlar, Şahid ise garsonluk yapıyor. Hristo’nun Yeri’nde sol elini mümkün olduğunca kullanmak istemeyen bir garson Şahid. Nereden nasıl geldiği, kim olduğu anlaşılmıyor ilk zamanlarda, bir yerden gözü ısıranların rahat bırakmaması sonucu ortak noktaları çıkıyor neden sonra ama bununla kalmayacağını görüyoruz kurgunun ilerleyen sayfalarında.

Gidip nereye bağlayacak bu Ada hikâyesini? Ağaçları kesiyor Plasebo, parklara çöküyor. Miting meydanlarında sayacak ne kadar çok ağaç kestiğini, parkları ne hale getirdiğini söylüyor ama kitlesi ateş içinde destekliyor kendisini. Üstelik seyyar parklar hediye ettiği için, parklarına çöküp yaşam alanlarını betona çeviren Plasebo hakkında dokunulmaz bir hayranlık ve bağlılık gösteriyor herkes, en azından herkesin yarısı bu durumda. Evlerinde zorla tutulup tutulmadıklarını bilmiyorum.

Herkes bir neden oluşturmaya çalışıyor yaşam için, herkes bir başka yerden tutmaya çalışıyor ama kaybedecek çok şeyi yok kimsenin. Yaşam alışkanlıklarını, yaşam alanlarını, yaşam ayrıntılarını yitirmek istemeyen bir güruh sadece. Sigara içmekte usta olanlar, bacağını sürüyerek ortama girip çıkan Egemen’in piposu hakkında yorum yapmadığı gibi sonradan zenginler arasına katılan bu görgüsüzle aynı gemide olmanın nedenlerini de sorgulamıyor.

Ama sürekli bir gerilim var, “buralar birazdan karışacak, vaziyet alın” durumu söz konusu akışta. Kurgu bizi o vaziyeti almaya sürüklüyor. Plasebo bundan rahatsız değil, sürekli ekranlarda, dev ekranlarda. Kendine ya da iktidarına karşı olabilecek her şeye karşı. Siz uyuyun diyor Ada halkına, siz uyuyun biz çalışalım. Alkış, kıyamet gibi… Ama bizimkiler tahterevallinin yukarısından izliyor olan biteni. Hayata karşı o kadar anlamsız ve nedensizler ki.. İçlerinde Plasebo ve onun politikalarını destekleyen arkadaşları var ama 'yok canım, olamaz, bizi kızdırmak için öyle söylüyor', diye düşünüyorlar. Haklılar mı, haksızlar mı akışta o da çıkıyor meydana.

'DİLE GETİRMESEK BİLE HEPİMİZ MAĞLUBUZ'

Ne özel okullar, ne yollar, ne hastaneler… Bildiğimiz gibi değil hiçbir şey. Yaşadıklarımızla bu durumu anlamamız olası değil sanki… Bir distopik zamanın adasından ve orada bir tek adam Plasebo kişisinden bahsediliyor ki, gezmek ve tatil yapmak için Neşeli Ada’ya gidiyor insanlar. Ama o da ne, boğulan iki kız çocuğu için şu açıklamayı yapıyor yönetici kişi: “Aileleri bırakmasalardı kızlarını. Üstelik bikini de giymişler (…)” Bunlar bizim ezberimizde olan şeyler değil elbette.

Bir Ada’da geçen 'Plasebo' romanında kurgunun olanakları ve genişliğini kullanarak farklı bir yaşam için pencere aralamaya çalışmış yazar. Aklımızda olan nice soruya yanıt olabilir belki, hani biz bilmiyor olsak da belki yeryüzünde tek adam rejiminde yaşamak zorunda kalan ve buna anlam veremeyen 'Yetmez Ama Evet' cephesinde bir gedik açabilir.

Öte yandan çok zaman önce Ada yönetimine gelen sanatçı kişinin iktidardan nasıl düştüğü, mazot, odun ve sigara kuyruğunun nasıl uzayıp gittiğini neye yormalı bilemedim. Parası olanlar ve kuyruğa girmek zorunda olmayanların darbesiyle sanatçı kişinin iktidardan nasıl düşürüldüğü, onun Ada yönetiminden uzaklaşmasıyla her şeyin bir günde nasıl piyasaya sürüldüğü de anlatılmış romanda.

O kişi yaşasa ve uzun yıllar sonra iktidar olsa da sanatçı olmayı sürdürür, belki şair olmaya da heves eder ve şiir kitapları da yazardı kuşkusuz. Nice zaman sonra tekrar Ada yönetimine seçilirdi belki de, hapishaneleri yeterli bulup bütün tutsakları hücrelerde yatırmak için F tipi duvarları inşa eder, tutsakları oralara sürüye sürüye götürmek için de Hayata Dönüş Operasyonu ile nice tutsağın ölmesine, nicesinin sakat kalmasına neden olurdu. Yok canım, Ada’da bir sanatçı kişinin bunları düşünecek olması bizim kötümserliğimiz gibi okunabilir ancak.

Roman boyunca herkese “Efendi” diyen Mustafa’nın Plasebo ve şürekasına isyan eden ve ele geçirilemeyen tek kişi olmasını da Ada duvarlarını aşıp bakla tarlasında kargaları kovmaya gitmiş olabileceğine yorabiliriz.

'Plasebo' uzun bir doktor notuyla başlıyor ki, buna ne kadar gerek vardı emin değilim. Belki Köhne’de belki Hristo’nun Yeri’nde arkadaşlarına bunun gereğini anlatmıştır N. Ahmet Erözenci. Anlatmamışsa da anlatacaktır mutlaka. Hayata Dönüş’ten sağ çıkmak çok insanın başardığı bir şey çünkü.

“Quid rides de te fabula narratur.”(1)

  1. Gülme, anlatılan senin hikayen.