Pasaportsuzluk ile imtihan!

Tahdit diye uydurdukları safsatanın aslı bal gibi hayatlarımız, varlık yokluk savaşımımız üzerindeki tehditmiş de biz saf salak şekilde tufaya gelmişiz.

Abone ol

Rawîn Stêrk

Gazete Duvar'ın bana sorarlarsa en çalışkan muhabiri ve en genç-parlak editörü meslektaşım ve kardeşim Hacı Bişkin’in haberinin başlığı şöyleydi: KHK'li kanser hastası akademisyene pasaport engeli: Yaşama hakkıma ulaşmaya çalışıyorum…

Hayatı ve dahası habere konu olan Prof. Dr. Haluk Savaş ise, “Benim şu an sağlık hakkım önemli. Ben yaşamak istiyorum…” diyordu. Sanırım başlıktaki ‘KHK’yı görüp duyup okumadığımız kısma epey alıştık. Ne de olsa bigbang yani büyük patlama sonrası hayatlarımıza, literatür ve lügatlarımıza, sanki kırk yıllık arkadaşımızmış gibi giren bu şeyle bildiğin önceki hayatımızdan tanıdıkmışız be ya. O büyük gün itibariyle düzensiz periyotlar halinde aralıklarla bu menem şey gerekçeli sarsıcı, korkunç ve utandırıcı intiharlar, ölümler ve dahası vakalarla karşılaşmak durumunda bırakılıyoruz. Bir ara kendimce hesap tutmaya çalıştım, bir ses; “ulan neyin hesabını tutuyorsun, günahın ve utancın hesabı mı tutulur…” der gibi oldu. Kaç hayat son buldu, kaç aile dağıldı, ne kadar günah birikti şahsen hesabını tutamadım. Ancak gidişata bakılırsa kimsenin de tutmadığı ve dahasının da geleceği ayan oluyor.

Bu yazının gerekçesi hem bu pasaport ve tahdit mevzusunun ne olduğunu netliğe kavuşturmak hem Haluk hocanın 'kim'liği yani kim olduğu ile ilgili olacak. Ama evvela pasaport mağdurlarından biri olduğumu, hiçbir yerden ihraç olmadığımı söyleyim. Devletin ihraç edecek yer bulamayınca aslında kendisi dışındaki tüm dünyadan ihraç ettiği donörlerden biriyim. Dolayısıyla, yine çok yakın dostumuzmuşçasına birlikte yaşadığımız ‘tahdit’ meselesinin ne olduğunu, prosedür ve aşamaların ne olduğunu çok ama çok iyi bilenlerden biri haline geldim. Meğerse Haluk Hoca ile pasaportlarımız da aynı noktada ağa takılmış. Benim de pasaportum Adana nüfusu, mahkemesi, emniyeti üçgeninde sazan sazan dolaşıyor ve bir türlü evine gelmeyi akıl edemiyor. Tek tek anlatamaya çalışacağım. Ama öncesinde biraz Haluk Hoca'ya bakmalı.

Biraz daradam zaten basit bir herhaltoloji taraması sonrasında da istemediğiniz kadar veriye ulaşıyorsunuz. Yani Haluk Hoca'yı oku oku bitmiyor. 66 Adana doğumluymuş hocamız. 53 yaşında. Yedi yaşında okula gittiğini varsaydığımızda, anlayacağımız Haluk Hoca 36 yıldır bilim ve ilim üretiyor. İlim yayıyor. Dalını ve alanını düşündüğünüzde ise huzur dağıtıyor.

Toplumun hepten patolojik vaka haline geldiğini varsaydığımıza göre de Haluk Hoca bildiğin şifa ve şefkat serpiyor 36 yıldır. İroninin tillahı ise hocanın soyadında gizli. Savaş. Haluk Hoca  insanları kendi kendileriyle, birbirleriyle barıştırmaya ömür törpülemiş yani. CV’sine baktığınızda ise görev yaptığı kurumlar, sunum yaptığı konferanslar, aldığı ödüller, sorumluluğunu yaptığı yayınlar gırla. Kendi deyimine göre CHP’liymiş ve ÖDP yöneticiliği yapmış devrimci bir Müslümanmış. FETÖ konusunun kendisi için nasıl bir işlevsel kapan olduğunu anlayamadığından yakınmış. Velhasıl bir profesör, 2018’de Nobel Tıp Ödülü alan Prof. Allison’un geliştirdiği bir terapi yöntemiyle hayatta kalmayı denemek istiyor. Belki tedavi kendine çağırıyor ve iyileşip yaşayacak. Belki o yöntem bu cüzzam çukuruna getirecek de hayır dağıtacak. Ama pasaportu Adana’da bir yerlerde takılıp kalmış. Ölüm kimseyi çağırmıyor aslında, haşmetlilerimiz bize ölümü çağırıyor.

Bu kısmı atladıktan sonra gelelim pasaport prosedürüne. Malumunuz büyük patlama yani 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ile birlikte yanlış değilsem 183 bin kişinin pasaportlarına tahdit kondu efendim. Tanıştırayım, pasaport, tahdit. Tahdit, pasaport. Aslında biz ona kibarca ‘tehdit’ diyelim. Şöyle yetişir bizim buralarda: Herhangi bir mahkemenin hakkınızda verdiği yurt dışı yasağı olmuyor bu. Devlet sizi sakıncalı bulduysa yeterli. Ya da herhangi bir mahkemede ve özellikle de TMK kapsamında bir dosyanız, soruşturmanız vs. varsa siz zaten aranan kaftansınız. Hele de gazeteci, yazar, profesör vs. iseniz en şanslılardansınız. Prosedürü mahkeme başlatmıyor, bir karar da vermiyor ama ortada bir hinlik var. Tahdit dedikleri şey gerekçesizlikten buldukları bir yöntem olduğu için kılıfı bulunan bir şey değil. Yani yasal değil. Zira mahkeme işe şuradan karışıyor: Güya İçişleri Bakanlığı'na tavsiyede bulunuyor. Bunu da yazılı yapıyor. Falanca kişinin ya da kişilerin pasaportlarına kısıtlama getirmenizi tavsiye ediyoruz. Al gülüm ver gülüm. Emniyet Genel Müdürlüğü bunu tabii ki emir telakki edip pasaportlarınıza gül gibi tahditçik koyuyor. Yani yurt dışına çıkışınız yasak değil ama pasaportunuz yok. Suya düştü inek tepti, kel gördü…

Bu durumun çözümü zaten OHAL kalkana kadar söz konusu bile değildi. O zamana kadar sürdü. OHAL kalktığında ise, demokrasinin anayurdu olmamıza yaraşır bir şekilde mahkemelerimiz yeniden bir tavsiyede bulunuyor Emniyet Genel Müdürlüğü'ne, hasılı İçişleri Bakanlığı'na. Efendim biz hani o gün öyle sözleşmiştik ya, işte süreyi doldurup OHAL’i kaldırdınız ya. Pasaportlar hani diyorum. Tehdit vardı ya. Ha işte o zaman biz size yeni bir tavsiyede bulunmak durumundayız ya hani. İşte bu sefer de tavsiye şu: …tarihte ilan edilen OHAL ile birlikte falancasının pasaportuna kısıtlama tavsiyemiz sonrası aldığınız kararın düzeltilmesi için tavsiyede bulunuyoruz.

Çadır devleti olmadığımızı düşünen? Ancak emniyet işi sıkıya alacak ya, sittin seneye çok var daha. Kısa bir süre sonra bir parti pasaportu serbest bıraktılar. Önce eş ve çocuklarınkini tabii. İşin bir de bu yanı var. Siz cüzzamlısınız sizinki tamam zaten ama siz örneğin tutukluyken doğan çocuğunuzunki dahi tahditli. Eşiniz falan… İşte çocuk ve eşlerinki verildi. Hani orada da bir yığın başka dolap döndü ya neyse. Sonraki zamanlarda yavaştan asıllarınki de parça parça verilmeye başlandı. Ama sürenin sınırı yok tabii. Hızlandırmak istiyorsanız gidip yargılandığınız mahkemeden ıslak imzalı bir tavsiye kopyası alıp getirip nüfusa veriyorsunuz. Nüfus, kağıdınızı emniyete gönderiyor. Emniyet sizinle ilgili bütün birim ve şubelerden istediği tek tek soruşturma raporlarını birleştirip sizinle ilgili bir ana rapor hazırlıyor, sonra genel müdürlüğüne ve içişlerine yolluyor oralardan olumlu sinyali yanıtı alırsa sizin pasaportunuz serbest kalıyor. Yani çeşme su vermek için yedi genç kızın gelip başında oynamasını istiyor. Yedi genç kız yedi çift ayakkabı istiyor. Yedi çift ayakkabı için köşker (ayakkabıcı) süt istiyor, süt için keçi yaprak istiyor, yaprak için ağaç su istiyor, su için çeşme kız istiyor…

İşte ben de süreci hızlandırmak için ıslak belgeyi alıp nüfusa verdikten tam dokuz ay sonra nihayetinde (aslında Emniyet Genel Müdürlüğü son pariteyi de serbest bıraktığından kelli) pasaportumun eve gelmek üzere olduğunu düşünerek ve 73'üncü kez İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gittiğimde, tamam olduğunu söylediler. Sonra pasaport harcını yatırıp pasaport başvurusu için Beyoğlu Nüfus Müdürlüğü’ne gittiğimde, pasaportumun henüz bırakılmadığını öğreniyorum. Bu kez tekrar dönüp İl Nüfus Müdürlüğü'ne gidip oradan sorduruyorum. Pasaport tahdit masasında görevli polis memurları (ki orada hâlâ polisler işlem yapıyor) Adana’da takılı kaldığını söyleyip, kendilerinin yapacağı bir şey kalmadığını, Adana nüfusuna başvurmam gerektiğini iletiyorlar. Adana nüfusu arıyorum, dilekçe vermeniz lazım diyor. İstanbul’dayım avukat olur mu peki? Olur vekalet varsa olur diyor. Arıyorum Adana’daki bir avukatı, gidip dilekçeyi veriyor. Adana nüfusu, mahkemeden resmi belge getirmesi gerektiğini aksi taktirde pasaportu veremeyeceğini söylüyor. Avukat mahkemeye gidiyor, mahkeme aynen şöyle diyor: Söz konusu şahıs ile ilgili benim verdiğim bir yasak kararı yok. Ben herhangi bir tasarrufta bulunmadığım bir mevzu için de resmi belge vermem.

Adana’da yargılandığım dava 2009 yılında açılmış bir siyasi dava, ancak FETÖ değil tabii. Ancak FETÖ’cü olabileceğimiz varsayıldığı için ve FETO’cülerin hiçbir şekilde şansları olmadığı için, FETÖ kumpası ile tutuklanan gazetecilerden biri olarak bir buçuk yıl cezaevinde yatırıldıktan sonra "hadi evine" denenlerden biri olduğum için… başım döndü… kusura bakmayın sizinkini de döndürdüm. Durum bu ne yapabilirim? Hasılı benim pasaport Adana dolaylarında malak malak bakıyor bana. Öyle sinirime dokunuyor. Şeytan diyor git, tut kulağından, ağzının ortasına iki tane indirip üzerine de bicibici dök gel.

KHK’yı hep Karar Hükmünde Kararname olarak okuduk. Ulan karar karardır, hükmünde kararname de babandır. Bu ne arkadaş. Meğerse KHK’nın açılımı ‘kahkahaymış. Çağırdıkları ölüm insanların paçalarına yapışırken, onların attığı kahkahaymış meğer. Tahdit diye uydurdukları safsatanın aslı bal gibi hayatlarımız, varlık yokluk savaşımımız üzerindeki tehditmiş de biz saf salak şekilde tufaya gelmişiz.

Durum şu ki: Quzzzilqurt ulan quzilqurt! (Zıkkımın kökü)

Binlerce insanın pasaportları üzerindeki tahdit, dolayısıyla hayatları üzerindeki tehdit bu muhatapsızlık ve sürünceme halinde sürüp giderken, basının işlevselliği ve sonuç alıcılığı konusunda da bir gelişme yaşadık. Adana Valiliği Haluk Hoca'nın pasaportunu vereceğini duyurmuş. Lütfetmişler zatıalileri. Haluk Hoca yaşama isteği ve güncel bilgi ile teknolojik gelişmelere ulaşma ve tedavi olma şansını ne güzel ki elde etmiş oldu belki de. Ona acil şifalar dilerken, bu pasaport mevzusundaki keyfi prosedür ve devletlilerinin memleketi vatandaşına adeta bir mezarlığa çevirme müptezelliğinden vazgeçmesi dileğiyle Adana Valiliği ve nüfus müdürlüğünün pasaportumdan sorumlu olduğunu ve başına bir şey gelmesi durumunda failin onlar olacağını kamuoyuna bildirmek isterim. Valiyi ve nüfus müdürünü pasaportuma işkence etmemeye çağırıyorum.

İçişleri Bakanlığı'nın serbest bıraktığını duyurduğu pasaportlarla ilgili il nüfus müdürlüklerince verilen cevap şu şekilde:

.