Onur Aydın: Sanatın temel işi aydınlanmaya destek vermektir

Yönetmen Onur Aydın'la ilk filmi hakkında konuştuk. Aydın,"Sanatın temel işlevlerinden biri aydınlanmaya destek vermektir" dedi.

Abone ol

DUVAR - Yönetmen Onur Aydın ile ilk filmini, bağımsız sinemayı ve dağıtım meselesini konuştuk. Konu politik sinema meselesine gelince Aydın, "Filmlerde bazı politik söylemlerin olması onu politik sinema yapmaz" dedi.

Onur Aydın.

Onur Aydın kimdir?

İstanbul’da doğup büyüdüm, aslen Gümüşhaneliyim. Kendimi bildim bileli sanatın her dalına ilgi duydum ve nihayetinde bütün sanat dallarının karması olan sinema ile buluştum. Şimdi de senaryo yazmaya çalışan ve sinema ile bunu herkesin seyredeceği bir görsele dönüştürmeyi amaçlayan, unvanların ne olduğu ile ilgilenmeyen, sinema aşığı bir sinema emekçisiyim.

Kısa film sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Kısa film, elbette çok anlamlı bir sanat alanı… Ama kısa filmi, sinemanın kısası gibi görmemek gerekiyor. Tıpkı belgeselde olduğu gibi, başka bir anlatım alanı olarak değerlendiriyorum. Çok kısa kabul edilebilecek sürelerde bir şeyler anlatabilmenin ayrı bir meziyet olduğunu düşünüyorum. Ben bunu başarabilmiş biri değilim.

Yağmur Kıyamet Çiçeği, Onur Aydın, 2014.

Yağmur- Kıyamet Çiçeği filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?

Yağmur- Kıyamet Çiçeği, çok büyük sanatsal kaygılarla geliştirdiğim bir projeydi. Bir film yapayım sevdasının ötesinde, sinema sanatına bir eser kazandırmak arzusu ile başladım ve son ana kadar bu duygu ile hareket ettim.

Ekonomik olarak ise, minimal imkânlarla hareket eden sinemacılar için zor kabul edilebilecek bir proje olduğunu biliyordum. Nihayetinde yazdığım hali ile filmi çekmeye ekonomik imkânlar el vermedi. Senaryonun üçte birini filmi çekerken atmak zorunda kaldım. Hala bunun üzüntüsünü duyuyorum.

'SİNEMAYI KATEGORİZE ETMEKTEN HOŞLANMIYORUM'

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?

Sinemayı kategorize etmekten çok hoşlanmıyorum aslında. Hayalim, hedefim sinema yapmak... Bunu yaparken şu başlık altında olsun, burada konumlanayım gibi bir niyetim yok. Temel kaygım sanat yapmak, bir sanatçı olgunluğuna ulaşabilmek…

Türkiye sineması kavramını doğru bulmuyorum. Ama söylenmesine karşı bir alerji de duymuyorum. Nasıl ki, Amerikan sineması, Fransız sineması, Rus sineması, İran sineması diyorsak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir insanın yaptığı film de bu bağlamda Türk sineması olarak anılmalı diye düşünüyorum.

Diğer milletlerin adlarıyla anılan sinemalarda kimsenin aklına etnik köken gelmez. Yönetmenlerin hangi kökten ve inanıştan geldiği ile ilgilenmeyiz de. Buradaki kavramlar ulusları anlatır. Yönetmenler içinden geldiği ulusu temsil eder, devletleri değil. Adına Türkiye sineması derseniz, devleti temsil eden bir sanatçı ortaya çıkar. Oysa sanatçı milletin temsilcisidir.

Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Hayır, politik sinema yapmıyorum. Filmlerde bazı politik söylemlerin olması onu politik sinema yapmaz. Sanatın temel işlevlerinden biri aydınlanmaya destek vermektir ve dünya üzerindeki politik yanlışlara gerektiğinde işaret etmektir. Zaman zaman bunu yaptığımı söyleyebilirim.

Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?

Sinema büyük bir endüstri… Yatırımcılar buna kâr marjı ile bakıyor. İnsanlara “bana yatırım yap” dediğinizde kazanç garantisi göremediği için uzak duruyorlar. Bu şartlar altında yeni üretimler çok çok zor oluyor.

Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?

Bazen çok güzel hikâyeler dinliyorum ya da aklıma geliyor. Ama her güzel hikâye film olabilir anlamına gelmiyor. Kendime günlerce bu hikâyenin film olup olamayacağını soruyorum. Eğer ikna olursam senaryo yazmaya başlıyorum. Ama ilk önce bir öykü ile yola çıkıyorum. Öyküyü yeterince içime sindirdiğimde uzun bir akış yazıyorum. Filmi zihnimde seyretmeye gayret ediyorum. Son aşamada senaryo süreci başlıyor.

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Maalesef bu kavramlar ülkemizde çok ağır şekilde yerleşti. Bir filme festival filmi ya da gişe filmi demek her zaman anlamsız bulduğum bir tavır olmuştur. Kim neye göre karar veriyor bir filmin sanat filmi olduğuna diye düşünüyorum.

Sinema bir sanattır. Festivalde bir filme ödül verilir ya da verilmez. Ama bu sanat filmi bu gişe filmi diye kategorize etmemek gerekir. Bu yanlış söylem, festival filmi ya da sanat filmi dediğimiz üretimi yapan insanların filmin pazarlaması ve dağıtım ağında çok büyük kayıplar yaşamasına neden oldu ve oluyor.

Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?

Sanatçının temel görevi, toplumsal duyarlılık olmalıdır. Aydın olmanın ön şartı ise siyasal bağlılıklar ve zincirlerden arınmış olmaktır. Bunu kim ne kadar yapıyor, herkes kendi vicdanına hesap vermelidir.

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?

Bağımsız sinema yapmak, eğer varlıklı bir aileden gelmiyorsanız, bu dünyada yapacağınız en zor işlerden biridir. Yaşanacak çok ağır zorlukları göze almadan bu yola çıkılamaz. Film çekeceğim diyen herkes kendisini yaşayacağı duygusal zorluklara ve travmalara hazırlamalı derim.

Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Herkes gibi elbette etkilendiğim yönetmenler var. Alejandro Gonzalez İnarritu, Michael Mann, Zhang Yimou, Yavuz Turgul isimlerini başta sayabilirim. Film olarak bu dört yönetmenin, Paramparça Aşklar ve Köpekler, Collateral, Hero, Gönül Yarası'nı sayabilirim. Bu yönetmenlerin çektiği hiç bir sahneyi çekmeyi istemezdim. Daha iyisini yapamayacağım bir işe girmek istemem.

'SİNEMA YAPMAK İSTEYEN ÇOK OKUMALI'

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

Edebiyat ve sinema elbette çok ilişkili… Öykü kurmak, karakter yaratmak, okunarak geliştirilecek bir şey. Sinema yapmak isteyen çok okumalı ve çok seyretmeli. İsimler vererek bunları seyretsin diyemem, yeter ki okunsun, kim neyden keyif alıyorsa, neyi seviyorsa onu okusun, ama yeter ki okusun.

Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?

Hiç bir mesleğin okulu yeterli değildir. Teorinin pratikle birleşmeden olgunlaşması mümkün değildir. Pratik ise sektörde çalışılarak öğreniliyor. Sinema okullarında ki hocalar ellerinde geldiğince teori ile donatıyorlar diye düşünüyorum.

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir?

Hiç bir otorite, irade, erk, aydınlanmanın karşısında direnemez. Sanat ve bilim, coşkun akan bir şelaledir. Önüne set çekerek durduramazsınız. Hayatın akışı içinde zaman zaman zorluklar ve süreçler yaşanır ve biter. Endişe edecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.