Olumsuzlamanın olumsuzlaması

Ayşegül Tözeren, edebi düşünme geleneğini, felsefi yanı çok güçlü olmasa da metninde temellendiriyor. Sisteme muhalif, feminist, ırkçı ve faşist olmayan bir kuramsal zemini hemen fark edebileceğimiz tartışmalar yürütüyor. Hapishane Edebiyatı, Müebbet Edebiyatı, Gösteri Edebiyatı gibi nadiren kullanılan kavramları dayanaklandırarak sunuyor.

Abone ol

“Her eleştirel deneyimde, yazın yapıtının artık bir bitim, bir tamamlanma noktası, bir son değil, bir çıkış noktası, üzerinde ikinci yapıtın ilk yapıtı yeniden yapılandırdığı bir temel olarak belirdiği olur.”

Raymond Jean

Onur Bütün

DUVAR - Karşıtların birliği ve savaşımıyla, nicelikten niteliğe geçiş yasası olarak bilinen ve diğer evrensel yasalarla birlikte olumsuzlamanın olumsuzlanması yasası; doğanın, bilincin ve toplumun evriminde geçerli olan evrensel bir yasadır. Sonsuz ve sınırsız evrim, tüm evrende bu üç yasanın işlemesiyle gerçekleşir. Üç yasa da idealist bir açıdan ve mantıksal düşünce alanına özgü olmak üzere Hegel tarafından ileri sürülmüştü.

Yine Hegel’in diyalektik tartışmalarının kilit kavramı, Aufhebung (içerip aşma), sosyal bilimler, kültür ve edebiyatın hâlâ en temel tartışmalarının merkezinde yer alır. Yaşadığımız konjonktürün zihinsel üretimleri bu içerip aşma yöntemini felsefi temellendirmeye haiz olmasa da nadiren uygular. Eleştiri mekanizmaları bu yolun sabırlı yolcularının açtığı tünellerle gelişir ya da geriler.

Ayşegül Tözeren’in Manos’tan yeni çıkan kitabı, Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi de aynı tartışma minvalinde Türkiye Edebiyatı açısından önemli bir yere sahip. Bu yerin bazı niteliklerini, tartışmalarını incelemeden önce, Türkiye Edebiyatı açısından (özellikle öykü türünde) iyi bir araştırma yapılmış olduğunun hakkını teslim edelim.

Ayşegül Tözeren

Eleştiri sözcüğü, Antik Yunan’da kritikos (κριτικoς) sözcüğünden türetilmiştir. Her ne kadar Kant’ın kritiği ile ilişkilendirilse de bir şey hakkında yargıda bulunma, hüküm verme, aynı zamanda ayırt edebilme ve kavrayabilme yetisini kullanmayı da içerir. Kendini yıkıcı değil, olumlayan bir yaratıcı dönüşümün olasılıklarına açmakla ilişkilidir.

Türkiye’de yalnızca edebiyat eleştirisi değil, pek çok disiplinin ve siyasetin eleştirisi-mekanizmaları ağırlıkla eşitlikçi olmayan, tahakkümcü ve erkek egemen bir aklın himayesi altında yaşıyor. Düşünme geleneği; eğitim, kültür ve politik yaşamın kuruluğuyla cebelleşiyor. Gruplaşmış zihniyetlerin mensupları, kendi dışında kalan ve yine kendilerince ötekileştirilen grup ya da kişilerin zihinsel üretimlerini eleştiriyorlar ve görmezden geliyorlar. Sağlıklı bir eleştirinin olmazsa olmazlarından biri eşitler arası ilişkidir. Mekanizmanın eşitsiz işlediği her fikir ve duygu patalojik olana evrilir veya öykünür.

Ayşegül Tözeren bu bağlamda Türkiye Edebiyatı’nın patalojisine çomak sokmuş ve kısa da olsa edebiyat eleştirisi tarihindeki bazı figürlerle kitabının açılış bölümünü düzenlemiş. Edebiyatta yerli yersiz övgünün, yerginin anlamsızlığını ortadan kaldırabilme çabasına girişmiş. Bu çaba uzun erimli ve inatçı bir edebiyat, kültür ve politika çalışan toplulukların, figürlerin, dergi, dernek, atölye, yarışma jürisi vb. gibi yapıların kolektif çabasıyla anlamını arttırabilir. Tekil çalışmaların önemsizleştirilmemesi kaydıyla… Biz kadınların bu çabada da görünür olması, görünür olmaktan öteye geçip söz söylemesi ve eylemesi çok ama çok önemli.

Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi bu bağlamda da cesaret verici bir metin. Kitapla ilgili yazılan daha çok tanıtım yazısı niteliğindeki yazıların tümünü okudum. Özellikle kuramsal kitaplar üzerine düşünürken, yazı da yazacaksam bu ön hazırlık ilk elden yaptığım bir çalışmadır. Bu çalışma, içinde yaşadığım entelektüel yordamı anlamlandırabilmek, kontrol ve serbestlik ilişkisini tanımlayabilmek arzumdan kaynaklanır. Ardından kitabın öncelikle felsefi, multidispliner, politik, edebi kökenlerini de bir yapısöküm çalışmasıyla analiz etmeye çalışırım. Başka bir deyişle, belirli bir sorunsal eşliğinde yöntemsel okuma yaparım.

Ayşegül Tözeren, edebi düşünme geleneğini, felsefi yanı çok güçlü olmasa da metninde temellendirmiş. Sisteme muhalif, feminist, ırkçı ve faşist olmayan bir kuramsal zemini hemen fark edebileceğimiz tartışmalar yürütmüş. Hapishane Edebiyatı, Müebbet Edebiyatı, Gösteri Edebiyatı gibi nadiren kullanılan kavramları dayanaklandırarak sunmuş. Bir kavramı ya da kavram setini bağlamlarıyla öne sürmek ve edebi yordamda işlemek kolay bir düşünce egzersizi değildir. Yalnızca yeni olanı keşfetmekle kalmaz, içerip aşmak kavram setiyle, yazının girişinde Hegel’e atıfta bulunduğum yeni paradigmalara girişin müjdecisi olması hasebiyle de mühimdir.

Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi, Ayşegül Tözeren, 152 syf., Manos Kitap, 2018

NİTELİKLİ İDDİA VE POLEMİK 

Yazar, salt edebi üretimlere değil bu üretimlerin ödüllendirildiği mekanizmalara bakmış, veriler sunmuş. Yazarların Türkiye Edebiyatı’na yüksek perdeden seslenişlerini, birbirlerine verdikleri cevapları, bu tartışmaların neresinde ve nasıl durulması gerektiğini serimlemiş. İyi ya da kötüyü tartışmak yerine onlarca fotoğraf çekmiş, bakmak ve görmek arasındaki farkta kalarak okura destek olmuş. Okuru yönlendirmemiş, fikrini ve önerilerini sarih bir biçimde sunmuş.

Eleştiri yazılarında kişi adı vermek bir iddianın da sahibi olmak anlamına gelir. Kendinizi, içinde yaşadığınız kültürel, entelektüel ve politik evreni ayırmak, sınırlandırmak ya da genişletmek gibi pek çok parametre işlemeye başlar. Bu işlem aslında polemik yapmak diye tabir ettiğimiz ilişkisel süreçlerin, zihinsel pratiklerin de ön koşuludur. Marx ve Proudhon (anarşizm ve ekonomi politik), Nazım Hikmet ve Peyami Safa (gazete ve dergi yazılarıyla, şiirlerle birbirini eleştirme) polemikleri bugün çok da karşılaşmadığımız son derece nitelikli ve üretici zihinsel pratiklerdi.

Edebiyatta Eleştirinin Eleştirisi, aslında kişileri; öykü, şiir, roman yarışma jürilerini ve tüm zihinsel üretim emekçilerini bir polemiğe davet ediyor. Kimi zaman politik vurguyu ve yordamı öne çıkararak “Öykünün camını çerçevesini indirmek mümkün mü?” kimi zamansa “Ödül kurumunun özeleştirisi mümkün mü?” gibi bölüm başlıkları ile okuru-yazarı eşitliyor. Bu nitelikli polemik davetine yanıt gelmeyeceğini, sığ bir alışkanlıkla davetin ancak ve ancak sohbetlerde geçecek oluşunu da biliyor ve ona rağmen kararlıkla, cesaretle sözünü söylüyor.

Edebiyatı salt edebiyat olarak okumaya karşı çıkıyor. Dilin kullanımından öykü dergilerine, fanzinlere, edebiyatın hegemonik yapılarından kadın seslerine, F Tipi öykülere kadar kapsamlı bir irdelemeyi gerçekleştiriyor. “Tehlikeli alan, girilmez!” ya da “Dikkat, inşaat alanıdır!” tabelalarında gördüğümüz içi boş dairenin soldan sağa çizilen çizgisini siliyor. Dokunulmaktan korkulan, çekinilen bir daireyi tartışmaya açıyor.

Metnin roman, şiir, deneme, anı, anlatı gibi diğer edebiyat türleri açısından da genişletilip, geliştirilmesini, “biz” dilinin vurgusunun arttırılmasını dilemenin, bir başka kadın yazar olarak görüşümüzü, zumlama yeteneğimizi arttıracağını düşünüyorum. Ayşegül Tözeren edebiyatta eleştiri ve eleştirinin özeleştirisi temalarında yalnız olduğunu düşünüyordur. Çünkü bu türden metin üretimleri “büyük bir çoğunlukla beraber yaşadığımız” hissini ve fikrini kendine dayanak alamaz. Popülerlikten, olağanlaştırmadan uzaklaşarak hakikatin eleştirisine kavuşuruz. Yalnızlığın üretkenliğini de önemseriz. Dolayısıyla, kitabın satır aralarındaki çığlığı duymamak için sağır olmak gerek! Bu yazı onun yalnızlığına yarenlik etmek ve birlikte yürüyebilmek için yazıldı. “Ben” dilini “biz” diline çevirebilmek arzusu ve sorumluluğuyla.

Kitapların keyifle okunmasını dilemek âdettendir. Amma ve lakin âdetler aynı zamanda bozulmak içindir. Okurken keyfiniz kaçsın, şimdiye kadar neden böyle metinlerin nadiren yazıldığını düşünün ve birlikte bu temaları konuşup, tartışacak mekanizmalarımız olsun! Yalnızlığımızı azaltalım ve nitelikli tartışmaları edebiyat metinlerinin o efsunlu dünyasında çoğaltalım! Keyif ardından gelecektir.

Küçük bir not: Kitabın kapağı “düşünme geleneği” açısından çok hoş üretilmiş. Devrim Koçlan’a teşekkürlerimizle!