O olmazsa bu - maksat saldırı

Şu günler için esas maksat saldırmak; birilerini ezmek, birilerini kışkırtmak, birilerini seferber etmek, velhâsıl, savaş ruh halini ayakta tutmak. Türkiye’nin mevcut iktidar ilişkileri, bir tür savaş hali olmaksızın sürdürülemez.

Abone ol

Diyarbakır Büyükehir Belediye Eşbaşkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı’nın gözaltına alınması, belediye binasına potansiyel suç mahalli muamelesi yapılması, protesto için toplananlara, aralarında bulunan HDP milletvekillerine uygulanan şiddet ve başta Diyarbakır, Kürt illerinde internetin, GSM bağlantılarının çeşitli çap ve sürelerde kesilmesi, şüphesiz fazlasıyla özel bir tarihî hadisenin parçaları. Bugün belki de, Türkiye”nin “normali” haline gelmiş anormal durumun dahi şu haliyle sürdürülebilir olmaktan çıkışına tanık oluyoruz.

Gerçi “tanık oluyoruz” demek ne kadar doğru, tartışılır; daha çok kurban oluyoruz çünkü.

Peki niye bugün? Neden tam da Gültan Hanım’ın Ankara’da Meclis Darbe Komisyonu’nda konuştuğu günün akabinde?

Kürt siyasî hareketine, Kürt haklarına, Kürtlerin onuruna yönelik son saldırının 15 Temmuz darbe girişimiyle alâkasının olmadığı ortada. Peki neyle alâkası var? “Bunlar nasıl olsa yapılacaktı” mı yoksa bu topyekûn saldırıyı acilleştiren bir ekstra sebep var mı?

Saldırının kapsamını asla değil, ama zamanlamasını etkilemiş olabilecek bir gelişmeyi, son zamanlarda iktidarın Kürtlerle ilişkili pek çok tasarrufunda olduğu üzre, Suriye topraklarında arayabiliriz sanıyorum.

ÖSO’CULAR NEREYE KADAR EMİR KULU?

Türk Silahlı Kuvvetleri destekli ÖSO kuvvetlerinin bizzat Türk savaş uçakları ve toplarının desteğiyle Efrin Kantonu’ndaki bazı yerlere saldırması üzerine geçen gün blog’uma yazdığım yazıda, genellikle es geçilen bir meseleye işaret etmiştim:

“TSK desteğinde hareket eden Suriyeli silahlı muhalif grupların … ülkeleriyle ilgili hedeflerini bir yana bırakıp bütünüyle Ankara'nın gündelik askerî hedeflerine tâbi davranmaları başlı başına ilgi çekici bir mevzu, o da ayrı.”

Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ahbabı Putin’in ricası üzerine “Nusra”yı Halep’ten çıkaracağına dair sözler söylediği sıralarda, Türkiye’nin gözde müttefiklerinden Nureddin el-Zengi Hareketi adına konuşan birileri, “Bizim esas hedefimiz Halep’i kurtarmak” yollu açıklamalar yapmışlardı.

TSK’nın desteği olmaksızın ilerleyemeyeceklerini bilen ÖSO’cuların Ankara’ya herhangi bir konuda açık tavır alması herhalde beklenemez. Hele onların da düşman saydığı YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) elinden biryerleri almak veya onun yeni yerler ele geçirmesini önlemek sözkonusu olduğunda, TSK-ÖSO beraberliğinin üzerine gölge düşmesi zor.

Yine de, nihaî amaçlardaki farklılığın şu ya da bu şekilde, şu ya da bu aşamada “sahaya” yansıması mukadder. Zira Ankara’nın Suriye’deki amacı, bütünüyle, Kürtlerin etkinliğini, potansiyel kazanımlarını azaltmaya hasredilmiş durumda. Çeşitli renklerdeki ÖSO’cuların istikbali, ABD veya Rusya’ya rağmen adım atamayacak olan Ankara için, en azından bir süre sonra, mevzu dahi olmaktan çıkabilir.

'BİRİLERİ' BİZE KARŞI

TSK’nın El-Bab’a ilerlemeye çalışan SDG güçlerine ve Efrin’e yönelik saldırıları, doğrudan doğruya, ABD’nin müdahalesiyle durduruldu. TSK’nın desteklediği ÖSO’cular arasında, savaşın sadece Kürtlere yönelmesi, arkalarında Türk ordusu varken rejimi hedef alamayacaklarının gitgide daha bariz ortaya çıkması nedeniyle hoşnutsuzluk olduğuna dair iddialar ortaya sürülmeye başlandı.

Bugün Erdoğan’ın muhtarlara konuşurken sarf ettiği bir cümle, böyle bir bağlam içerisinde ilginç bir anlam kazanıyor. “Birileri,” dedi Erdoğan, “ÖSO ve Türkiye’yi El Bab’tan uzak tutmaya çalışıyor.”

Yani “El-Bab’a gireriz!” babalanmalarının, ABD ve Rusya ile varılmış mutabakatlara dayanan, sağlama alınmış bir kısa vadeli stratejinin ifadesi olmadığı, kendi kendine gelin güvey olma hallerinin neticesi olduğu anlaşılıyor.

Kimdir “birileri”? Efrin ve SDG’ye saldırmayı önleyen ABD mi yoksa ÖSO’cuları Halep’e yaklaştırmayacağı kesin olan Rusya mı? Bunlar şimdi de “Türkiye”yi El-Bab’tan uzak mı tutuyor?

Buna, son günlerde Menbic meselesinin yeniden ısıtılıp ısıtılıp ortaya sürülmesini ekleyelim. Türkiye sınırına daha yakın ve Ankara’nın şimdilik denetlemesi münasip görülmüş “güvenli bölge”nin parçası yapılmaya daha uygun Menbic’teki YPG varlığı bahane edilerek oraya mı saldırılacak? Ankara’yı El-Bab’tan uzak tutan “birileri”nin, Menbic konusunda daha müsamahakâr davranacağı ve orayı, kısaca belirttiğim sebeplerle Türkiye’nin etki alanında bırakacağı mı umut ediliyor? Böylece en azından Menbic’te Kürtlere saldırma fırsatı mı yakalanacak?

Çünkü, anlayabildiğim kadarıyla, şu günler için esas maksat saldırmak; birilerini ezmek, birilerini kışkırtmak, birilerini seferber etmek, velhâsıl, savaş halini, savaş ruh halini ayakta tutmak. Devlet için ilkini, toplum için ikincisini. Türkiye’nin şu andaki devlet yapısı, devlet-toplum ilişkisi, kabaca rejimi ve esas belirleyici olan, mevcut iktidar ilişkileri, bir tür savaş hali olmaksızın sürdürülemez.

Amed belediyesine saldırı da bunun parçası. Ve, yukarıdan beri söylediklerimi toparlayarak kısaca ifade edeyim: Her tarafa saldırılmak isteniyor. Bir yerde “birileri”  engel olunca veya şartlar elvermeyince başka yere dönülüyor. Musul meselesinde olan biten de aynen bu çerçevede izah edilebilir.