Neyi gözden kaçırıyoruz, nasıl direniriz?

Sabato’nun TV ve ekran ışığı konusunda söyledikleri Ulus Baker’in kurduğu cümleyi de hatırlatıyor: Televizyon olmadığı için pencereden bulut seyretmeye başladım.

Abone ol

Son günlerde şiddet, dehşet, cinayet haberleri içerisinde kaybolmuş durumdayız. Öyle ki bazen hayatta kalmak, devam edebilmek bir direnişe ve isyana dönüşüyor. İyi geleceğini umduğumuz şeylerden bile karşılık bulamıyoruz. Böyle bir ruh hâli içerisinde salınırken dünyaya, insan türünün geldiği noktaya ve varoluşumuza dair sorgulamalar içeren Ernesto Sabato’nun, “Direniş” adlı kitabının sorgulamaları hem kendi mikro alanlarımızda direnmek hem de dünyanın geldiği noktada neleri gözden kaçırdığımızı hatırlatmak açısından önemli bir yerde duruyor.

YAŞAM REÇETESİ SUNMUYOR

Sabato bize şöyle yaparsanız sonuç şu olur şeklinde bir yaşam reçetesi sunmuyor, o kendi yaşam deneyiminden elinde kalanları belleğini devreye sokarak okuruyla dertleşir gibi bir anlatıyla, bugüne kadar dünyada ne oldu ve şimdi elimizde ne var sorusunu yanıtlamaya çalışıyor. Hız çağının içerisinde oradan oraya koştururken, hayata ve kendimize dair neleri kaçırdığımızı anımsatan yazar, direnmenin bazen büyük söylemlerin ötesinde sadece yaşama dair olabileceğini de gösteriyor.

EKRANIN IŞIĞINA KAPILMAK

Sabato’nun üzerinde durduğu ilk şey ekranın ışığına kapılmak. Onun bundan kastı TV ile başlayan ve bilgisayar ile devam eden büyüsüne kapıldığımız ve hayatımızı “robotlar” gibi bir devam ettirmemize sebep olan ekranların ışığı. Bunun yanında gürültü, bir kafeye gittiğimizde arkadan çalan müzik mesela ve mutlaka gözün bir şekilde kaydığı ekran, bu durum aynı masada otursak bile orada olmamamıza sebep olurken, iletişimsiz ilişkiler ortaya çıkarıp, insani yanlarımızın zarar görmesine neden oluyor yazara göre. Şimdiden bakınca bunu şöyle de yorumlayabiliriz, her biri başka özellikte telefonların ışığı, birbirimizin yüzüne bakma fırsatını kaçırtan, bir olay üzerine muhabbet etmek yerine sanal yorumları öncelediğimiz, sohbet etmenin hazzını artık duymadığımız bir dünya. Ayrıca, ekranın ışığına kapılmış giderken toprağın, ağacın, kuşun kısacası doğanın bize sunduğu onca şeyi kaçırıyoruz diye düşündürüyor yazar. Sabato’nun TV ve ekran ışığı konusunda söyledikleri sevgili Ulus Baker’in kurduğu şu cümleleri de hatırlatıyor: “Televizyon olmadığı için pencereden bulut seyretmeye başladım. Oradaki yayın çok iyi, haberleri daha güvenilir, gelip geçen bir iki uçak dışında pek reklam almıyorlar ve asıl önemlisi akşamları gök gürültülü sürpriz programlar var. Filmler genellikle kırlangıçların hayatı üzerine ve belki biraz monoton, ancak oldukça realist.” (1) Baker burada TV’ye eleştirel bir bakış getirirken tıpkı Sabato’nun dillendirdiği gibi ekrana bakarken kaybettiklerimi de hatırlatıyor. “Bizi çevreleyen evrenin sonsuz zenginliğinin renkleriyle, sesleriyle ve kokularıyla gözümüzün önünde yok olup gitmesini kayıtsızlıkla izlemeyelim” diyor yazar ve ışığa kapılan insan türünün etrafına karşı vurdumduymaz tavrını ortaya koyuyor böylece.

Direniş, Ernesto Sabato, Delidolu Yayınevi, 140 syf,. 2018

MODERN İNSANIN VARLIK KRİZİ

Ernesto Sabato “Direniş” adlı metninde genel olarak modern insanın varlık sorunlarına dikkat çekiyor, bu sorunlu varlık durumunun altında yatan nedenlere, kendi yaşam deneyimleriyle cevap arıyor. İnsan bedenini bir nesne gibi ele alan modern tıp uygulamalarından, insanın ruhani yanını göz ardı edip, bedenini öne çıkaran felsefi yaklaşımlara, akılcılık felsefesine, ölümün değersizleşmesine ve sonu sadece daha iyi savaşmaya yarayan teknolojik ilerlemelere eleştirel bir bakış getiriyor. Belki de insanın bu durumda olması, mitlerini, şifacılarını, hikâyelerini ve değerlerini kaybetmesiyle ilgili diye düşündürüyor okuru. Bir hikâyeye ait hissetmemenin varlığımızı nasıl boşluğa itebileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca yazar, gittikçe yalnızlığa meyleden tavrımızı, anlamsız kalışımızı, ilişkisizliğimizi masaya yatırıyor, içinde bulunduğumuz durumun nedenlerini “eski” uygarlıkların yaşam ve geçim biçimleriyle karşılaştırarak bulmaya çalışıyor.

NOSTALJİ DEĞİL BELLEK

Sabato’nun anlatısı genel olarak geçmişe özlem hissi içeriyor olsa da onun tavrı bir nostalji duygusunun ötesinde daha çok hızlı bir çağda yaşarken, elimizden alınan değerlere ve belleksizliğe atıf yapıyor bana kalırsa. “Bizim gibi uzun yaşamış olanların övünebileceği efsanevi bir zamanın özlemiyle konuşmuyorum” derken de bunu açık ediyor bir bakıma. Onun anlatmak istediği insanın derinleşen varlık krizine bugünden bakarak şimdi nasıl ve geçmişte nasıldı gibi biri soru sordurmak belki de. Örneğin; değişen ilişkilerden bahsederken, “başkalarını ancak varlığımızı ve kendimizi nasıl hissettiğimizi tanımladıkları ya da projelerimize faydalı oldukları oranda kabul ederiz” diyor. Yazarın bu cümleden kastı insanlar arası ilişkilerin artık sıradan bir karşılaşma ve bunun bıraktığı “etkilenim”ler üzerinden değil, projelerimize olan yararları ve bize hissettirdikleriyle ilgili olduğuna dikkat çekmek. Oysa ona göre: “Hayatın kalp atışlarının bir yarığa ihtiyacı vardır, bir kalp atışının yaşamak için ihtiyaç duyduğu küçücük bir aralığa ve işte bu yarıktan bir karşılaşmanın enginliği sızabilir.” Sabato’nun haksız olduğunu iddia edecek durumda değiliz fikrimce, her şeyin rekabet üzerine kurulu olduğu kapitalizmin en vahşi çağında, karşılaşmalarımız tesadüflerden çok çıkar ilişkilerine dayalı olduğu için kurduğumuz ilişkiler daha “projelere” yararlılığımız üzerinden ilerliyor ve yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz “kalp atışının küçük aralığına” ve o “karşılaşmanın enginliğine” bir türlü ulaşamıyoruz.

KÜRESELLEŞME

Sabato’nun üzerinde durduğu konulardan birisi de küreselleşme. Çünkü küresel dünya farklı kültürleri kendi kazanında eritiyor ve “başka kültürleri tanımak, hayata farklı yerden bakmak, farklı bir boyut eklemek, başka bir çıkış bulmak ve çeşitliliği taktir etmek için gerekli bakış açısını yakalamak” gibi türümüz açısından önemli olan durumları kaçırmamıza sebep oluyor. Bu başka bir tektipleştirme ortaya çıkarıyor belki de. Çünkü yine yazarın söylediği gibi; “İnsanlık kültürleri birleştiren değil de ayrıştıran ve onları dünya sistemine dahil etmek için hepsine aynı patronu atayan bir küreselleşmenin içine düşüyor.” Bu da katılabileceğimiz bir yaklaşım gibi geliyor bana aynı şeyleri yiyip, aynı şeyleri giydiğimiz bir dünyada yaşıyoruz çünkü. Küresel sermayenin şirketleri dünyanın her yerine yayıldıkça, farklı kültürlerin kendine has olan yanları da kayboluyor. Biraz tutucu bir tavır gibi gelse de üzerine düşünüldüğünde aynı “patronun” işlettiği bir dünyada olmak bizim kendimize dair olan yanımızı alıp götürüyor.

MASKENİN ARDINDAKİ GÖZYAŞI

Gündelik yaşamda farklı farklı maskelerimiz olduğundan bahsediyor Sabato. Entelektüel, öğretmen, kardeş gibi gibi… Yaşamın içerisinde maskelerimize göre hareket ederiz ama yalnız kaldığımızda, kimse bizi gözetlemediğinde, bir rol sergilememiz gerekmediğinde ne yapacağız? “Maskelerin ardında ne çok gözyaşı var” işte yalnız olduğumuzda o gözyaşları ortaya çıkıyor Sabato’ya göre. Oysa yazarın bahsettiği gibi “insan güçlüymüş havalarına gireceğine karşısındakiyle olduğu haliyle, ihtiyaç içinde biri olarak ilişkiye girerse çok daha fazla şey kazanır, yüce iyiliğe daha çok yaklaşır.” Ama yaşadığımız çağda güçlü görünmemiz gerekir, bize devamlı mutluluk dayatılır çünkü günümüz dünyasında güçsüzlüğünü göstermek, çaresiz olduğunu hissettirmek “eksiklik” gibi algılanır. Bir kaçış içerisinde olduğunuz, sindiğiniz anlamına bile gelebilir. Veya her şeyin rekabet üzerine kurulu olduğu bir düzende sizin güçsüzlüğünüz başkasının kolladığı güç fırsatına dönüşür. Sabato maskesiz olmayı önermekte haklıdır ancak şimdimizde sanırım insanların kendi “oluşunu” yansıtması o kadar kolay değil.

Ernesto Sabato’nun “Direniş”i çok boyutlu bir anlatı sunuyor. Katman katman açılan metin, özellikle insan varlığının içinde bulunduğu durumu anlamamız açısından özenli bir anlatı sunuyor. İnsan için yeni bir “oluş” söz konusu olur mu bilemiyorum şu şartlarda ancak yazarın, eğitim, insani ilişkiler, rekabet, küreselleşme, direniş, doğa gibi konulardaki yaklaşımı üzerine düşünmeye değer. Kitabın bana kalırsa cevabı hak eden önemli sorularından biriyle bitirelim: “Çevremizdeki küçük dünyada bir güzellik ortamı yaratamayacak hale gelip, aklımızı sadece giderek daha fazla insanlıktan çıkan ve rekabetçi olan işle ilgili konulara verirsek nasıl direnebiliriz?” Cevabı hep birlikte düşünelim olur mu?

1 : http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,342,0,0,1,0