Nereden tutarsan tut Bener

Metinde kurmaca, gerçeklik ve otobiyografi üçgeninde türselliği kovan izlenimle karşılaşıyorsun. Bener, gerçekte yaşamış olduğu olayları da burada yer ve isimleri değiştirip işaret ederek veriyor.

Abone ol

Mustafa Orman

DUVAR - Sen Vüs’at O. Bener’in Bay Muannit Sahtegi’nin Notları kitabını eline alıyorsun. Elinde öylece kalsın. Yazardan bir iki kelam edeyim. Bener’i ara sıra bir şeylere benzetiyor, karşılaştırıyorum. Sen nasıl bakarsın bilmiyorum. Her okurun hapsine giren nesneler, çağrışımlar farklıdır. Baksana, ben onu, ilkçağ insanın mağara taşlarına çizdiği işaretlere ve bu işaretlerin insanlığı ifşa ederken bazı noktalarda eksik kalıp sorun teşkil etmesine benzetiyorum. Nasıl mı? Reyhan Tutumlu Yaşamasız Yazabilmek kitabının önsözünde şöyle demiş: Edebiyatın yaşamla bağını bir yandan pekiştiren, diğer yandan da sorunlaştıran bir yazardır.

.

Şimdi al eline. Kapakta ‘roman’ diye geçiyor, fakat Bay Muannit geçmişte ‘tür’ konusu üzerine bazı tartışmalar da ortaya çıkarmıştır. Öykü diyenler, anı diyenler olmuş; Bener ‘mini roman’ diye tanımlamıştır. Bir de kaşlarını çatıp “Muannit Sahtegi” ne anlama geliyor?” diye içinden geçirmiş olabilirsin. Hemen konuya Semih Gümüş’ün Kara Anlatı Kitabı’nda yer verdiği bilgilerle açıklık getireyim. Gümüş, “Muannit”in (Arapça) inatçı, dikbaş; “Sahtegi”nin (Farsça) sahtelik, yalan, düzme anlamına geldiğini söyler. Yine de en iyisi mi sen metne odaklan. İlk sayfasında şöyle bir cümleyle çarpılıyorsun: “YİNE öldürgen bir intihar sabahı…” Öylece donup kalıyorsun, yutkunuyorsun, terliyorsun başka bir dünyaya geçiş yapıyorsun. Ama nafile sen de biliyorsun ki kitaptan kendini alamayacaksın. Anlatıcı kendini yargıladığı gibi seni de yargılıyor. Çünkü kitabın başucunda sen varsın.

Kitabın sayfaları arasında dünyanın uzunluğundan daha uzun mesafeler katedeceksin. Sonra cümlenin geri kalanını okumaya koyuluyorsun: “…yirmi miligram nobraksin almana karşın, ellerimin titremesini önleyemiyorum; kaydın bay Muannit Sahtegi, yapma, seni konuşmak değil, yazmak kurtarır derken, yani günlük adı altında ilk beş tümcenin yazıldığı günden tam üç yıl sonra, yeniden başlamayı deniyorum.” Anlatıcının yer değiştirip iç içe girdiği bir cümleyle vurulmak nasıl bir şey? Anlatıcı sürekli yer değiştirecektir.

Kitabı yazan Vüs’at O. Bener olsa da, Bay Muannit müdavim bir anlatıcı olarak çıkacak, ben kişisinin de anlatıcılığı sürüp geçecektir aradan. Nurdan Gürbilek konuyu böyle açıklayacaktır: “[Bu ‘ben’ler arasında] iç konuşmalar, mırıldanmalar, sayıklamalar sürüp gider. ‘Ben’in sahiden konuşabilecek birine, Sahtegi’de olduğu gibi ‘sen’e, iç monoloğon iç diyaloğa, iç diyaloğun iç konferansına dönüştüğü noktaya kadar.”

Yalnızca bu cümleyle değil, eserin bütününde dikkatini metnin yazınsal sorunu, akıp giden yaşamın ardındaki belirsiz soruların yayığı üzerine çekip karakterin bir gemideki yolcu gibi sağa sola sallandığını göreceksin. Denizin kabarmasını, kıyıya varışını, taşlara çarpışını sonra da kendi içine çekilip içiyle çekişmesini göreceksin. Anlatıcı, dalgalar gibi değişecek, kabaracak sıçratacak kendini bir yere; oradan da başka yere.

Şimdi içinden konuşmaya başlıyorsun ya her bir cümleden sonra, sana Orhan Koçak’ın Vüs’at O. Bener’i kaleminin canevinden özetleyen şu cümleyi hatırlatayım: İç savaşı da andıran bir ‘iç konferans’tır sürüp gider. Yalnızca bunlar değil! Sayfaların ara bölmelerinde, çekmece niyetine konulmuş cümlelerinde, ara sıra da kazıyarak biriktiren sözcüklerinde 1979- 1984 yıllarındaki bunalımlı döneme de denk geleceksin… Türkiye’nin siyasal kartelindeki trajik akıntıyı, Ecevit’in düşüşünü, 80 darbesinin kırıntılarına da. Görmek istiyorsan tabii, benim için mesele değil hani! “Saat 01.30. Fatoş’tan ses yok. Günlük, politik gelişmelere değinemedim. Sayın Ecevit, ‘CHP’nin gücünü kişilerde aramak yanlıştır’, diyesiymiş. Ya nerede arayacağız bu ülkede üstad? İstanbul Bayrampaşa’da terör. Kahve taraması. Altı ölü, yığınla yaralı. Buyrun cenaze namazına.” (s. 69)

Parçalı bir günlüğün akıp gittiği sayfaların içinde zamanın da duraksayan, duraksadıkça ağrıya dönüştüren akışın tepişini tam olarak hissetmesen de Nurdan Gürbilek yazılı bir levha aklına getirecektir: “Geçmişten bugüne çekilmiş düz bir çizgi boyunca biçimlenmiş bir günlükten çok, farklı zaman parçaları arasında kesintiler, yeni başlangıçlar, geriye dönüşlerle gidip gelen kırık bir çizgi, çizginin ötesinde berisinde birikmiş sonuçsuz kalmaya yazgılı öykü parçacıkları, başı sonu belirsiz sahneler, ışığı kararmış tablolarla karşı karşıya kalırız Sahtegi’de.”

Bener, zaman ve saat kullanımları arasındaki geçişi; Bay Muannit’in çalışma hayatı, tatilleri ve emeklilik hayatı işin içine girdiğinde günlüklerin çoğunun genelde gece yazıldığını bölümler ilerledikçe göreceksin. Bay Muannit’i düzensiz algılamanın yanında kendine kurmuş olduğu bu düzlem onun en has düzenidir. Buradan şu sonucu da çıkarabilirsin: Her düzensizlik de aslında bir düzendir. Unutma!

BİR MOLA İSTER MİSİN?

.

Şimdi biraz da yazarın ağzından metni okuyacaksın, tekrar devam edeceğiz seninle. İbrahim Karaoğlu, Vüs’at O. Bener ile Bay Muannit Sahtegi’nin Notları üzerine söyleşi yapmış bir zamanlar. Karaoğlu, Bener’e şöyle bir soru yöneltmiş:

İbrahim Karaoğlu: Yapıtınızın bir yerinde şöyle diyorsunuz: “Ne yapaydım yani, bir değerli eleştirmenimizin kendini tutamayıp, okuru hiçe sayıyor, kofluğuna aldanmayın diyerekten (!) pek de küçümsenemeyecek, kendi halinde bir kadın yazarımızı harcayıvermesine haklılık kazandıracak bitkisel lakırdılar mı edeyim? Ediver canım ne çıkar? Senin yazarlığından kim haberli, ki ödün kopa. Eğleniyorsun işte şunun şurasında!” Bu tümceler, bir eleştirmenin size yönelik ve haksız bulduğunuz eleştirisine yanıt amacı mı güdüyor?

Vüs’at O. Bener: İnce bir soru… Bay Sahtegi’ye, “Benim başıma gelen, senin başına da gelir. Bakarsın bu notlar basılıverir. Önlem almakta yarar vardır” dedim. “Senin hatırın için peki” dedi. O yüzden yapıtta yer aldı. Ne ki bu soru Bay Sahtegi ile Bay Bener’in özdeşleştirilmesine kanıt sayılmamalı. Anlatıda portreleri çizilen kişilerin yaşantıları benimsenmiş ise ve başlarına buyruk, inandırıcı oldukları ölçüde yapıtın başarısından söz edilebilir.

YAZAR VE ESER 

Yazarın eser üzerindeki deneyimi, denetimi; olanak ve olanaksızlığı kendi dünyasını çekiştirerek başlar kanaatine varıyorsun. Sabit kalan hiçbir şeyin olmadığını varsayıyor, durağanlaşan merkez aramayı, hatırlamayı ve değişkeni zorlama çabası içine girebileceğini görüyorsun. ‘Yalnız’ metni anıştırmanın çeperinde koşul çırpmak yerine çekimin ya da görüntünün ifşasını da görmezden gelmiyorsun. Vüs’at O. Bener’in eserlerinde genel olarak rastlayabileceğin şu soruyla baş başa kalıyorsun: Zihin mi kendini yazıya yoksa yazı mı kendini zihne teslim eder?

Bunu iki kanalla açabilirsin: Okuyucu ve yazarın üstlendiği kaçınılmaz role dikkat çekiyorsun. Metnin kilit noktası okuyucunun zihnini ele alması olduğunu kitabın ta giriş cümlesiyle anlıyorsun. Bener’in eserlerinde böyle gerçeğimsi bir tada vardığında yalnızca kendini değil çevreni de dürtüyorsun. Bunu da Bener’in karakterlerindeki dürten, çoğunluğu aynı zamanda belirsizliğe sürükleyen eşelemeleriyle anlıyorsun. Yokluğun konuşturduğu karakterler; konuşmadıkları yerlerde durarak direndiklerini görüyorsun. Kendisi dışında olan her şeyin mükemmel bir geziciyi yavaş yavaş sahneye aldığını sezinliyorsun.

KURMACANIN SINIRLARINDASIN, BİR O KADAR DA GERÇEĞİN

Bay Muannit Sahtegi’nin Notları’nda dönüşen metnin odağından başlayarak kurmaca, gerçeklik ve otobiyografi üçgeninde türselliği kovan izlenimle karşılaşıyorsun. Dehadaki “bilinç” oyuklu gösterge ironilerinde ortaya çıktıkça sivrileşen eleştirel tutumu, ağırlaşan atmosferi, sorun pervanesinde ha bire dönen bunalımlı kişileri, güce bürünen zor anlamı, atak üstüne atak düzenleyen mizahın ufkunda kendini buluyorsun. Hemen hatırlatayım sana Bener’in ironisi güldürücü değildir, susturucudur. Aykırı olana: aykırı duygular, davranışlar sergiletirken yine aynı özgünlükle kahramanın üzerine bulaşan sözcükler, imgeler taburunda sıraya diziliyorsun. Bener, gerçekte yaşamış olduğu olayları da burada yer ve isimleri değiştirip işaret ederek veriyor, görebilirsen ne ala!

Reyhan Tutumlu’ya odaklan: Öyleyse Bener, yaşamını kurmacalaştırırken nasıl bir yöntem izlemektedir? Öncelikle Bener,

yapıtlarında zaman zaman Lütfiye Aydın, Tanıl Bora, Ümit Kıvanç ve Ayşegül Yüksel gibi arkadaşlarının gerçek adlarını verir ve böylece “gerçekliğe” doğrudan göndermede bulunur.

HADİ BİR MOLA DAHA 

Havva öyküsünü bilir misin? İşte Havva’ya mektup yazmışlar vakti zamanında… Vüs’at O. Bener anısına Diyarbakırlı öğrencilerin yazdığı mektuplardan da bahsedeyim sana. Bir öğretmen varmış, Dost/ Yaşamasız kitabını geceleri elinden düşürmüyor; gündüzleri de çantasında bulunduruyormuş. Dönüp dönüp okuyormuş öyküleri. Sınıfta buluyormuş sonra kendini kara tahtanın önünde. En arka sırada bir parmak havadaymış “Hocam bugünkü konumuz mektup yazmak.” Benim geciktiğim, sizin erken buluşmanızı istediğim bir öykü okuyalım önce” demiş. Adı: Havva “Sonra da öldü.”

.

Sınıfta adımlarını usulca atmış: Madem konumuz mektup yazmak, bir öykü kahramanına neden mektup yazılmasın diye düşünmüş ve kaldığımız yerden devam ettim böylece: “Bu kez askerdeki dayınıza ya da çok uzaklardaki akrabalarınıza değil, dileyen Havva’ya mektup yazabilir” demiş. Sınıfta tuhaf bir sevinç ve peş peşe sorular: “Hocam, Havva’nın halının içindeki kuşu çıkarmaya çalışması özgürlüğünü istemesi değil mi, annelerinin eskilerini giymesi evin yoksul olduğunu göstermez mi, Havva gerçekten öldü mü?” Böyle güzel bir kıyamet sınıfı sarmış. Sonra herkes mektupları yazıp getirmiş.

Bu öğretmene de dikkat et. Yakında göreceksin kim olduğunu. Hadi seni yormayayım söyleyeyim sen de kurtul ben de: Murat Özyaşar, Ayna Çarpması ve Sarı Kahkaha adlı öykü kitaplarının yazarı. Mektupların gelişini anlatmış: “İlköğretim 6. sınıf öğrencilerinden kendisini Havva’yla özdeşleştirip Havva’nın ağzından yazılan mektuplar, Havva’nın öz ailesine yazılmış mektuplar, annenin ağzından ve daha birçok ağızdan, bir arkadaş olarak bizzat Havva’nın kendisine yazılmış mektuplar ve daha niceleri… Üstelik, mektup arkalarına bırakılmış eller ve kenar süsleri de cabası…”

Bu incelik dolu mektupların adresi ben değilim diye düşünmüş Murat Özyaşar. Bunların mutlaka Havva’ya iletilmesi lazım diye kendine söylenmiş. İşte sonrasını da böyle anlatıyor. Güzel bir sevinç ve ince bir ah da sen yaşayacaksın: “O dönem Vüs’at O. Bener dosyasını hazırlayan Düzyazı Defteri Dergisi editörünü arayıp Vüs’at Beyin telefonunu ve adresini istedim. Mektupları kendisine gönderecektim; çünkü Havva’nın en yakın tanıdığı oydu ve bir ihtimal, Vüs’at Bener eliyle bu mektuplar Havva’ya ulaşabilirdi. Nihayet ulaştım o kara anlatı yazarına. Kendisiyle telefondaki görüşmemizde çok sevindiğini ve sağlık koşulları el verirse –o ara seksen iki yaşında galiba- Diyarbakır’a gelip çocuklarla tanışmak istediğini söyledi.

Çok geçmeden de bütün sınıfa bir koli kitap hediye gönderdi. İçim rahattı ve mektuplar emin ellerdeydi. Ve mektupların yazılmasından yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra “Bir Tuhaf Yalvaç” adlı kitabı da yayıma hazırlayan Alpagut Gültekin beni arayıp, Ayşe Bener’in Havva’ya yazılan bu mektupları orijinal halleriyle kitaplaştırmak istediklerini ve benim de bu kitaba bir önsöz yazmamı istedi. Doğrusunu söylemek gerekirse; işin buraya kadar varacağını hiç düşünmemiştim. Seve seve kabul ettim. Bense, 2 Haziran 2005 sabahı uyandığımda anladım ancak: Cep telefonumda üzgün bir mesaj: Muradım başın sağ olsun. Vüs’at O. Bener Havva’ya dünya götürdü. Ah!” O kitabın adı Havva’ya Mektuplar, unutma ha!

HALK VE ŞİİR VAR BAY MUANNİT

Bay Muannit Sahtegi’nin Notları’nda gerek halk kültüründe yerleşmiş olan söz kalıpları veya ifadeler, gerekse divan şiiri ve çağdaş şairlerin mısra ve beyitleri de yer yer göreceksin. Sonra bu göndermelerin öyle boşu boşuna kullanılmadığını anlayacaksın. Vüs’at Bener bu, bir taşla iki kuşu değil üç dört hatta beş kuşu birden vurur. Asil bir göndermenin buyruğundasın, yorumlamayı da beraberinde gösteriyor, gör işte: “Sina şarkı söylemedi. O usul erkân bilir, tatlı, gür sesini esirgiyor artık. Ben de ‘iftirakınla efendim, bende takat kalmadı’yı mırıldanıyorum.” (s. 63). “Verdiğim zekât yetmiyor mu? Söz bıçkınlığım? ‘Alsanıza acımı siz de dev dalgalar biraz koynunuza?” (s. 72). “Oldu olacak, ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm!’ deyiver bari!” (s. 76).

SONUÇ NİYETİNE

Vüs’at Bener, Bay Muannit’te kendi zamanını, güncel gelişmeleri, çevresindeki insanları, tanıklıklarını, içinden kopmuş bir parça dünyayı karmaşık görünen bir anlatımla biricikleştirip önüne koymuştur senin. Bireyin sürekli kamçılandığı bir yalnızlıkla, umutsuzlukla ve ölümle saçmalığın

kayığında gezdirerek önüne sürmüştür. Arkanı toplayabilirsen topla.

Çok saçma bir yazı olmuş. Hadi itiraf et sence de öyle değil mi?