Negri: Hedef Macron ve vergiler

Fransa’da neoliberal reformlar tarafından işlenen yeni yoksulluğa karşı şiddetle yükselen bir çokluk var: Emeğin prekerleşmesini ve kamu hizmetlerinin yetersizliği dolayısıyla sivil hayatın kısıtlanmasını protesto eden bir çokluk.

Abone ol

Antonio Negri *

Kendisini "büyük hareketlerin mütevazı tercümanı" olarak tanımlayan, post-operaismo geleneğinin en önemli temsilcilerinden İtalyan filozof Antonio Negri geçtiğimiz günlerde, Sarı Yelekliler'i incelediği "Fransız Ayaklanması" başlıklı bir yazı yayımladı. Negri'nin bu önemli çalışmasının bugün Fransa'da meydana gelen toplumsal hareketlerin anlaşılması için çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Öte yandan "toplumun ve siyasetin yeni bilimini oluşturmak için kara tahtaya geri dönmek, tekrar çalışmaya koyulmak ve yeni bir araştırma başlatmak" fikriyle vücut bulan Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin, ilk çeviri çalışmasını Negri ile sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Gelin, son birkaç haftada Fransa’da olanlara bakalım. Buna bir ayaklanma diyebilir miyiz? Yanıt tabi ki de ayaklanmadan (1) ne anladığımıza bağlı. Ancak biz ne anlarsak anlayalım, Fransa’da benzeri bir şeyler oldu ve daha önemlisi olmaya da devam edecek. Bunu bize söyleyen son iki hafta sonu Paris’te gerçekleşen şiddetli eylemler değil. Şehir merkezinin sokaklarındaki barikatlar ya da yanan arabalar, hatta düzensiz jaköriler (2) ya da ülke boyu trafiğe kapatılan yollar da değil. Bunu bize, yükselen petrol fiyatlarıyla sokaklara dökülen kitleyi ülke nüfusunun üçte ikisinin onaylaması söylüyor. Ve bu onay, meydana gelen huzursuzluğun nihai olarak kınanmasının ötesine geçiyor. Bu bakımdan ilginçtir ki güvenlik güçlerinin tutumlarında da itaatsizlik belirtilerini gözlemleyebiliriz.

YENİ YOKSULLUĞA KARŞI YÜKSELEN ÇOKLUK

Şüphesiz ki Fransa’da neoliberal reformlar tarafından işlenen yeni yoksulluğa karşı şiddetle yükselen bir çokluk var: Emeğin prekerleşmesini ve kamu hizmetlerinin yetersizliği dolayısıyla sivil hayatın kısıtlanmasını protesto eden bir çokluk. Refah (kamu) hizmetlerinin vahşice vergilendirilmesini, yerel yönetimlerin finansmanı için yapılan devasa kesintileri ve Loi Travail’in (Yeni İş Kanunu) etkilerini protesto ediyorlar ve şimdi de emekli aylıklarına ve ulusal eğitim harcamalarına (üniversite ve ortaöğretim) yönelik saldırılardan endişe duyuyorlar. İşte bu yüzden, bu sefalete karşı Fransa'da şiddet ve “Macron istifa!” çığlıklarıyla yükselen bir şey var: Bu, banker Macron’un egemen sınıflar lehine yaptığı tercihlere karşı bir saldırıdır. Ayaklanmanın hedefi Macron ve vergilerdir. Bu talepler etrafında büyüyen hareket, elbette geleneksel bir hareket değildir. Ya da en azından hareket, devlet kurumlarının kabul etmesi ya da reddetmesi için sosyal organlar aracılığıyla taleplerini sunan 20'nci yüzyılın geleneksel formunu almıyor. Bu, arabuluculuk istemeyen, muazzam ölçüde birikmiş toplumsal acının ifadesi olan bir çokluk hareketi.

Sarı Yeleklilerin özellikle dikkat çeken ve onu Fransa’da son yıllarda görülen mücadelelerden -örneğin 2005’te banliyölerdeki yurttaşların mücadelesi- ayıran bir yönü var. Önceki mücadeleler bir kurtuluş belirtisi taşıyordu; 2018’inse çaresiz, umutsuz bir siması var. Burada 1968’den söz etmiyoruz. Öğrenci hareketinin kendini işçi hareketinin devamlılığına eklemlediği 1968 hareketi, mücadele içindeki 10 milyon sanayi işçisi, savaş sonrası yeniden inşa ve gelişmenin en yüksek noktasındaki bir fırtınaydı. Bugün bu kapı kapalı. Bugün, büyük hareketlerin mütevazi tercümanı olan bana, sanayi işçisinin sabotajdan aldığı keyiften çok hapishane ayaklanmalarını hatırlatıyor. Her halükarda, elimizde olan bölgesel, kuşaksal ve sınıfsal olarak bölünmüş, yapay ve çelişkili bir hareket. Bu hareketi şimdilik birleştirense müzakere etmeyi ve mevcut siyasal yapılara bir şans vermeyi reddetmesidir. Kuşkusuz ki bu bir ayaklanma ve şu an için nereye gideceği öngörülemez.

MACRON, HEGEMONİK BİR AVRUPA İTTİFAKI ARIYOR

Sarı Yelekliler, alttan almaya pek de istekli olmayan bir hükümetle karşı karşıya. Macron’un kendini zor bir duruma soktuğundan eminiz. Ekonomik krizle yüzleşemediği için, Avrupa bütünleşme sürecinin alması gereken “çift başlı” yöne ilişkin ortak anlaşmaya dayalı olarak Merkel ile hegemonik bir Avrupa ittifakı kurmanın yollarını arıyor; bu bağlamda ittifakın yeniden yapılandırılmasının ve Fransa’nın ekonomik “azınlıktan” (hala canlı kanlı yaşayan ulusal ve sömürgeci gurur ile kolayca bağdaşmayan bir durum olarak) kesin çıkışının maliyetini buna yüklemeyi düşünüyordu. Ama bu hipotez boşa çıktı ya da en azından ciddi biçimde zayıfladı. Bu bir resesyona girdiğimiz anlamına mı geliyor? Macron ve çevresindekiler bunun bir ihtimal olduğunu biliyorlar. En azından Merkel’in zamanını doldurduğunu ve Fransa'da devlet biçiminin yeniden örgütlenmesi için temel oluşturan hipotezin engellendiğinin farkındalar. Avrupa Birliği’nin kuralları gitgide artan biçimde Kuzey Avrupalı bankerler tarafından koyuluyor; denge merkezi giderek bu bölgelere kayıyor.

Macron’un kendi yarattığı çıkmazdan kurtulması için iki ihtimal vardı: Öncelikle servetten alınan dayanışma vergisinin yeniden tanımlanması, böylelikle menkul kıymetlerden alınan vergilerin düzenlenmesi ve en düşük gelirlilerden bile “fakirlere yardım” için alınan CSG sosyal güvenlik katkısının kaldırılması. (CSG sosyal güvenlik katkısı ile 500 Euro’luk bir emekli maaşının 50 Euro’su kesilebilir.) Bu birincisiydi. İkinci olarak da elbette şimdiki ve gelecekteki benzin zamlarından vazgeçilmesi. (Aslında elektrik, gaz, telefon fiyatlarında ve büyük olasılıkla üniversite ücretlerinde de gelecek yıl artışlar olması bekleniyor.) Ancak tüm bunlar Macron’un kendisini destekleyen güç bloku ile ilişkisini koparmaksızın uygulayamayacağı kararlardır. Öte yandan olağanüstü hal uygulamak ve parlamentoyu devre dışı bırakmak gibi sert çözüm ihtimalleri de var. Bunun dedikoduları da yayılmaya başladı…

Ama harekete geçmenin önündeki engel başka bir yerde duruyor. Macron, tüm aracı kurumları ve vatandaşlarla doğrudan olan her türlü ilişkiyi ortadan kaldırdı ve bunları yeniden kurmayı başaramadı. Sahiden Sarı Yelekliler hareketi, demagojik ve oportünist bir teklifle durdurulabilir yahut da en azından şiddeti hiç de hafife alınmaması gereken bu öfke hali yatıştırılabilirdi. Daha önce de söylediğimiz gibi büyük servetlerin vergilendirilmesi yeniden ele alınabilir, petrol vergisini artırmak yerine, sermayeye bırakılan 4 milyar Euro yeniden dağıtım mekanizmalarının iyileştirilmesi için kullanılabilirdi. Neyse, Macron’a tavsiye vermek bizim işimiz değil. Söylediğimiz üzere hatırı sayılır kaynaklar -Macron’a- yasal tedbirlerin bir an evvel alınması için oldukça ısrar ediyorlar: Vergilendirmede Estates-General ile birlikte hareket et ve olağanüstü hal ile eylemlerin önüne geç. Böylelikle de zor ile bu mücadelelere bir son verilebileceğini ve bu çokluğu büyüten mali reformlara yönelen bir açılımın onların yeniden ortaya çıkışlarını engelleyebileceğini düşünüyorlar. Ama bu “çözüm” kesinlikle mümkün değil.

SARI YELEKLİLER TEMSİLİYET VE ARABULUCULUĞU REDDEDİYOR

Macron hükümeti tarafından kasıtlı olarak yaratılan toplumsal aracılık yoksunluğundan daha önce söz ettik. Buna karşılık Sarı Yelekliler de bir ayna gibi hükümetin bu tutumunu yansıtıyorlar: Çatışmanın aracılığını ilerletecekleri alanlar olarak, temsiliyeti -sağdan ve soldan- ve arabuluculuğu reddediyorlar. Muhalefet partilerinin oyuna girmelerinde yaşadıkları güçlük bunun kanıtıdır. Sağ, hareket içerisinde ağırlığa sahip olduğunu iddia ediyor. Bu iddia daha sağ gruplar için geçerli olsa da Ulusal Cephe için daha az geçerlidir. Sol ise araçsallaştırmanın eski ve yorgun yöntemlerini kullanarak harekete yakın olmaya çalıştı. Ne yazık ki, bu tür hareketleri kullanmanın, sağcı bir hükümete karşı onlardan faydalanmanın mümkün olduğu bu aptalca fikir ve yöntemler Fransa’da hâlâ hayatta. İşte bu Papaz Gapon’un işe koşmanın ebedi hayali! Fakat bu işçi sınıfı hareketinin tarihinde hiçbir zaman gerçekleşmedi. Gerçekleştiğinde de işçi sınıfının militan örgütlenişi, hareketin kendiliğindenliğine yatırım yapmış ve onu örgüte dönüştürmüştü. Şu an gerçekleşen bu mu? Metropol çatışmaları içinde organize olan küçük sol gruplar ve CGT, bu hareketlerle tamamen ilgisizken, ücretlerdeki artışta acımasızca ısrar edilmiyor mu? Bu noktada son bir ekleme yapacağım: Bu durumun 5 Yıldız gibi bir hareket doğurması mümkün mü? Evet mümkün ve hatta daha en başından bunun girişimlerinin yapılması muhtemeldir. Elbette bu başarılı olacağı anlamına gelmiyor. Bunu ileride tartışacak vaktimiz olacak. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki sol ve sağın, az çok teknokratik ya da hayırsever olarak örtünmüş aşırı merkez tarafından parçalandığı yerde çözüm bulmak daha da zorlaşır.

Peki şimdi ne olacak? Sarı Yelekliler tarafından çağrısı yapılan dördüncü Cumartesi eyleminin olup olmayacağını bekleyip göreceğiz. Ancak şu açıktır ki fikirlerimizi geliştirmeye devam etmeliyiz. Ayaklanmacı hareketlerle karakterize edilen bir çokluk, sağa yönelmekten geri çevrilerek ve bir sınıfa dönüşerek, toplumsal ilişkileri dönüştürme iradesine sahip bir güç haline nasıl yönlendirilebilir? İlk düşüncem şu: bu tür bir çokluk, eğer bir örgütlenmeye dönüştürülmezse, siyasal sistem tarafından etkisizleştirilir ve böylece gücünü yitirir. Aynı sonuç, kendisini sağa ve sola indirgediği durumlar için de geçerli. Böyle bir çokluk, ancak kendi bağımsızlığı içerisinde işlev görebilir.

İkinci olarak, organizasyon dediğimizde bir partiyi -sanki çokluğu yalnızca parti örgütleyebilirmiş gibi- kast etmiyoruz. Otonom bir çokluk bir karşı-güç olarak işlev görebilir ve yani, “sermaye hükümeti” ne uzun ve ağır bir biçimde, toplumun refahına yeni alanlar ve fonlar katmaya zorlamak için ağırlık verebilen bir vizyon olarak işlev görebilir. Demokratik-Amerikan "partilerin anayasası" tarafından sağlanan örgütsel yapı, neoliberal politikaya dahil edilmesiyle başa çıkmak için mücadele ediyor. Dahası, eğer çokluğun iktidara gelme ihtimali yoksa bile, bu isyancı hareketin sistematik olarak sürdürülmesi olanağı vardır. Bu durum ikili iktidar olarak tanımlanırdı: güce karşı güç. Fransa’daki olaylar bize emin olabileceğimiz tek bir şey söylüyor; o da bu ikili iktidar halini sona erdirmenin artık mümkün olmadığıdır. Bu ikili iktidar hali, ister gizli, ister bu hareket özelinde olduğu gibi apaçık biçimde ayakta kalmaya ve dayanmaya devam edecektir. Buradan hareketle, hareketin militanlarının görevi, karşı-gücü besleyebilecek yeni hedefler etrafında yeni dayanışma biçimleri inşa etmektir. Bu çokluğun bir sınıf haline gelmesinin yegane yoludur.

(1) Metnin İngilizce çevirisinde “inserruction” olarak kullanılan ve bizim ayaklanma olarak çevirdiğimiz kavram, yine dilimize aynı şekilde tercüme edilebilecek revolt kelimesi ile kesin bir farklılık gösterir. Bir “revolt”un hedefi devrimken, “inserruction”ın direniştir.

(2) Tarihsel olarak 16. yüzyıl Fransız köylü isyanlarını tanımlamak için kullanılır. Günümüzdeyse öfkeye dayalı, kendiliğinden gelişen toplumsal hareketleri tarif eder.

Çevirinin ilk hali Universus.org sitesinde yayınlanmıştır.

Yazının aslı Verso Books'un blogundan alınmıştır. (Çeviri: Fırat Çoban)