Neden Venüs’e geri dönmeliyiz?

Yüzeyi kalın bulutlarla örtülü olan bu sıcak ve asitli komşu, Mars ve Ay’a gösterilen yoğun ilgiden payını alamıyor. Buna karşın, Venüs, Dünya’nın kaderi hakkında bizlere bir fikir verebilir.

Abone ol

Paul K. Byrne

Hemen yan komşumuz olan gezegen, gökbilimsel ifadeyle söylersek, neredeyse Dünya’nın bir ikizi gibi. Aynı boyutta, aynı malzemelerden yapılmış ve aynı yıldızın etrafında oluşmuş. Bizden ışık yılları mesafede bulunan ve Güneş Sistemi’ni teleskopla gözlemleyen uzaylı bir gökbilimciye, neredeyse kendi gezegenimizden ayırt edilemez bir şekilde görünürdü. Buna karşın, Venüs’ün yüzey koşullarını bilen birisi -kendi kendini temizleyen bir fırının sıcaklığına sahip ve sülfürik asit bulutları ve karbondioksite doymuş bir atmosfer- bunun Dünya’yla benzer bir tarafı olmadığını da bilecektir.

Peki konum, oluşum ve bileşim açısından bu kadar benzer iki gezegen birbirinden nasıl bu kadar farklı olabilir? Bu, giderek artan sayıda gezegen bilimciyi meşgul eden ve çok sayıda Venüs keşif faaliyeti önerisini de teşvik eden bir soru. Bilim insanları Venüs’ün neden böyle olduğunu anlayabilirlerse, bu Dünya benzeri gezegenin bir kural mı yoksa istisna mı olduğunu daha iyi anlayacağız.

Ben gezegen bazlı bir bilim insanıyım ve diğer dünyaların oluşum biçimleri beni büyülüyor. Özellikle Venüs’le ilgileniyorum; zira bize bir zamanlar bizimkinden pek de farklı olmayan bir gezegene bakış imkânı sunuyor.

Sovyet Venera 13 aracından elde edilen işlenmiş resimlerde, Venüs yüzeyine ait panoramalar görülüyor. Görsel: Don P. Mitchell, BİDB-SA

VENÜS BİR ZAMANLAR MAVİ MİYDİ?

Venüs’le ilgili mevcut bilimsel görüş, geçmişte bir noktada, gezegenin bugünkü kemik gibi kuru atmosferinden çok daha fazla ve belki de okyanuslar dolduracak kadar suya sahip olduğunu öne sürüyor. Ancak Güneş daha sıcak hale geldikçe ve (yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak) daha fazla parlayacak biçimde büyüdükçe, Venüs’ün yüzey sıcaklıkları yükseldi ve nihayetinde okyanusları ve denizleri buharlaştırdı.

Zaman geçtikçe atmosferde biriken su buharı nedeniyle, gezegen kurtulamayacağı bir kaçak sera etkisi altına girdi. Şimdiye dek Venüs’te işleyen Dünya benzeri bir plaka tektoniğinin var olduğu (gezegenin dış tabakasının büyük ve hareketli parçalara ayrıldığı) biliniyordu. Su, plaka tektoniğinin işleyişinde hayati bir rol oynar ve gezegende bir kaçak sera etkisi oluştuğunda bu süreci etkili biçimde sona erdirir.

Ne var ki, plaka tektoniğinin sona ermesi yer faaliyetlerinin sonunu getirmeyecekti: Gezegenin yüksek iç ısısı, yoğun lav akışları biçiminde yüzeye çıkan ve gezegenin çoğunu yeniden şekillendiren magmayı üretmeyi sürdürdü. Gerçekten de Venüs'ün ortalama yüzey yaşı 700 milyon yıl civarındadır; kesinlikle çok eski ama Mars, Merkür veya Ay’ın milyarlarca yıllık yüzeylerinden çok daha genç.

Bir sanatçının eskiden su açısından zengin olan Venüs’ün neye benzeyebileceğine ilişkin izlenimi. Görsel: Daein Ballard, BİDB-SA

İKİNCİ DÜNYA’NIN KEŞFİ

Venüs hakkındaki ıslak gezegen görüşü yalnızca bir hipotez: Gezegen bilimciler ne Venüs’ün Dünya’dan bu kadar farklı olmasına neyin sebep olduğunu, ne de iki gezegenin aynı koşullarla hayata başlayıp başlamadığını biliyorlar. İnsanlar, Venüs hakkında diğer iç Güneş Sistemi gezegenleri hakkında bildiklerinden daha az şey biliyor; zira gezegen keşfi noktasında büyük ölçüde benzersiz zorluklar yaratıyor.

Örnek olarak, mat haldeki sülfürik asit bulutlarını delip geçerek yüzeyi görebilecek bir radar gerekiyor. Bu, Ay ya da Merkür’ün zahmetsizce görülebilen yüzeylerinden çok daha zorlu bir mesele. Ve 470 santigrat derecelik yüksek yüzey sıcaklığı, geleneksel elektronik cihazların birkaç saatten fazla hayatta kalamayacağı anlamına geliyor. Bu, Mars’ta on yıldan fazla bir süre çalışabilen araştırma araçlarıyla arasında büyük bir fark yaratıyor. Kısmen ısı, asitlilik oranı ve görünmeyen yüzey nedeniyle, Venüs son birkaç on yıl boyunca sürdürülebilir bir keşif programından mahrum kaldı.

Bununla birlikte, 21. yüzyılda iki özel Venüs görevi gerçekleşti: 2006’dan 2014’e kadar faaliyet gösteren Avrupa Uzay Ajansı’nın Venus Express’i ve şu anda yörüngede bulunan Japonya Havacılık araştırma Ajansı’nın Akatsuki uzay aracı.

İnsanlar Venüs’ü her zaman görmezden gelmediler. Bir zamanlar, gezegen keşfinin gözbebeğiydi: 1960’lar ve 1980’ler arasında, 'ikinci Dünya'ya 35 araç gönderildi. NASA’nın Mariner 2 sondası 1962’de Venüs’e ulaştığında, başarılı biçimde bir gezegene gönderilen ilk uzay aracıydı. Bu 'ikinci Dünya'nın yüzeyine ait ilk görüntüler, 1975’te işlendikten sonra, yörüngedeki Sovyet Venera 9 aracı tarafından yollandı. Ve Venera 13 araştırma aracı, başka bir dünyanın yüzeyinden bilgi gönderen ilk uzay aracıydı. Öte yandan, NASA’nın Venüs için gerçekleştirdiği son görev 1989 yılındaki Magellan’dı. Bu uzay aracı, 1994 yılında gezegenin atmosferinde planlanan ölümünden önce, neredeyse tüm yüzeyi radar aracılığıyla görüntüledi.

VENÜS’E DÖNÜŞ MÜ?

Son birkaç yıl içerisinde birkaç yeni NASA Venüs görevi önerildi. NASA’nın seçtiği en son araştırma aracı, Satürn’ün uydusu Titan’a gönderilen Dragonfly adlı ve nükleer güçle çalışan bir sonda. Bununla birlikte, Venüs yüzeyinin bileşimini araştırmak amacıyla daha gelişkin bir teknoloji önerisi de kabul edildi. Dikkate alınan diğer görevler arasında, yüzeyi yüksek çözünürlükte haritalamak için ESA tarafından üretilecek bir araç ve Venüs’ün yüzeyine başarıyla inen tek ülke olarak mirasını korumak isteyen Rusya’nın bir planı yer alıyor.

NASA’nın cehennem benzeri komşumuza doğru yola çıkmasından yaklaşık 30 yıl sonra, Venüs keşfinin geleceği umut vaat ediyor gibi görünüyor. Buna karşın tek bir görev –bir yörünge radarı ve hatta uzun ömürlü bir yüzey araştırma aracı- gezegenin olağanüstü gizemlerinin tamamını çözmeye yetmez.

Aksine, Venüs hakkındaki bilgimizi Mars ya da Ay’la aynı düzeye getirmek için sürdürülebilir bir keşif programına ihtiyacımız var. Bu iş zaman ve para gerektirecek ama buna değeceğine inanıyorum. Eğer Venüs’ün neden ve ne zaman oluştuğunu anlayabilirsek, Dünya boyutundaki bir gezegenin yıldızına yakın olduğu bir durumda nasıl evrimleşebileceğini daha iyi anlayabiliriz. Ayrıca, sürekli parıldayan bir Güneş altında, Venüs, bizzat Dünya’nın kaderini anlamamıza dahi yardımcı olabilir.

* Yazının aslı Astronomy sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)