Naylon poşet, Leyla Güven, Şükrü’nün korkusu

Leyla Güven’in taleplerini konuşmamak korku nedeniyledir. Bin tane Kürt bir anda ölse zil takıp oynayacak olanlardan değil, Kürtlerin haklı taleplerini kabul edip susanların korkusundan söz ediyorum. Yoksa bir milletvekilinin neden hapiste olduğundan tutun da neden açlık grevinde olduğuna kadar konuşulacak, tartışılacak, itiraz edilecek çok şey var. Ama sessizlik, sırtımı dayadığım bazalt taşları kadar soğuk.

Abone ol

DİYARBAKIR - Kastal Kafe’nin genişçe avlusunda, güneş gören bir masada oturuyordum. Benden başka kimse yoktu avluda. Hava soğuk olduğu için müşteriler kafenin kapalı bölümlerini tercih etmişti. Bu yüzden sandalyeler masaların üzerine kapaklanmıştı. Olası bir yağmurda zarar görmesin diye masaların üzerine naylon serilmişti. Masaları örten naylonlardan biri, belki rüzgardan, uçmuş, duvarın dibinde duruyordu.

Ocak ayının güneşi güzeldi, gözleri kamaşıyordu insanın ve yeni yıla marketlerde poşetlerin parayla verilmesini tartışarak girmiştik. Marketlerden aldıklarımızı içine koyacağımız poşetlere 25 kuruş verecek olmamız, örneğin alkollü içeceklere veya köprü geçişlerine gelen zamlardan daha çok tartışıldı. Gündem hızla değiştiği için, belki de yeterince geyik muhabbeti yaptığımız için 25 kuruşu unuttuk. Kim bilir, belki mesele 25 kuruş değildi, ama neydi, onu şahsen anlamış değilim.

Geçen gün yılın ilk market alışverişini yaparken bir adamın kasiyer kadınla tartışmasına tanık olmuştum. Aldıklarını tek bir naylon poşete sığdırmaya çalışan adam, 25 kuruş ödemenin saçmalığını anlatıyordu kasiyer kadına. Sonunda, “Herkesin birlik olması gerekir” demişti. Kadın, kim bilir bu saate kadar kaç müşteriyle aynı konuyu tartıştığı için bıkkın bir sesle, “Haklısınız” demişti.

Naylon poşetlerle, naylon poşetlerin paralı olmasıyla ilgili bir fikrim vardı. Metin Yeğin (Yaşasın naylon poşet paralı, daha çok çöp ithal edebiliriz) ile Önder Algedik (Poşet A.Ş.) Duvar’a yazdıkları son yazılarında konuyu etraflıca yazmışlardı. Tanımadığım adama bu yazıları önermek ve Leyla Güven’in, 500 metre ötedeki Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde yaklaşık 2 aydır açlık grevinde olduğunu hatırlatmak geçmişti aklımdan.

Bunu, yani Leyla Güven’in açlık grevinde ikinci ayı bitirmiş olmasını şimdi de hatırlatmak istiyorum. Çünkü koca şehirde ve bütün Türkiye’de herkes bu açlık grevinin farkında değilmiş gibi davranıyor. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Hakkari milletvekili açlık grevinde ama kimse siyasetçi bir kadının taleplerini bile konuşmuyor. Kimsede ne bir incinme, ne bir utanma ne de bir üzüntü gözlemleniyor. Sessizlik, bir büyük inkar zırhı gibi.

Hayat devam ediyor ve bu yüzden naylon poşetlerin marketlerde 25 kuruşa satılmasını kınamak için birlik olmaktan söz edilebiliyor.

Hayat duvarın dibindeki naylon gibi duruyor.

LEYLA GÜVEN’İN AÇLIK GREVİ

Güneş, arada bulutların arkasına geçince avlu buz gibi oluyor. Ama neyse ki çok durmuyor orada ve yine göz kamaştırıyor. O halde biraz daha oturabilirim burada. Garsondan bir çay daha ve bir dilim kek istiyorum.

Hayat devam ediyor ve işimi de ihmal etmiyorum. Söyleşi yapmak istediğim siyasetçiyi bir kez daha arıyorum. Aslında üç dört gündür arıyorum. Her defasında danışmanları, “Şu toplantı bitsin, döneriz” diyorlar. Konuşmaya da hevesli görünüyorlar ama bir türlü dönmüyorlar.

Siyasetçiyle konuşmak istediğim konu yerel seçimler. Diyarbakır’ın muhtelif sorunları, partiler, adaylar… Bu arada Leyla Güven’in açlık grevinde olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Çünkü 1990’lı yıllardan beri siyasetin içinde ve Kürt meselesiyle ilgili iddialı sözler sarf etmiş bir siyasetçi. “Açlık grevindeki Leyla Güven’in sağlık durumu, avukat görüşüne tek başına çıkamayacak kadar kötüleşti. Leyla Güven’in taleplerini sahiplenen 130 mahpus daha açlık grevinde. Durum buyken seçim telaşı ne kadar manalı? Adayların söylemleri ne kadar sahici?” Böyle sorular da sormayı tasarlıyorum. Çünkü kendisi de şimdiye kadar Leyla Güven’le ilgili tek kelime etmiş değil.

Sabah aradığımda cevap vermişlerdi, şimdiyse uzun uzun çaldırmama rağmen kimse açmadı telefonu. Konuşmak istemezse kızmakla yetinir, unutur giderdim muhtemelen. Ama şimdi… İki kez kızmış gibi hissediyorum.

Bu arada yüzlerce HDP’linin il binasından çıkıp Leyla Güven’in bulunduğu Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne yürüdüğü bilgisi ulaşıyor. Sonra da görüntüler... Aralarında HDP’li milletvekillerinin de bulunduğu kadınların tartaklanmasını gösteren görüntüler.

Leyla Güven’in açlık grevinde bulunma nedeni sadece HDP’lilere ve Kürtlere dert olmamalı, sadece onlar tartaklanmamalı, diye düşünüyorum. Çünkü Leyla Güven, bütün Türkiye için bir talepte bulunuyor. Çünkü cezaevlerinde açlık grevlerinin nelere mâl olabildiğini, mevcut hükümet döneminde de tanıklık ettik.

Kafe eski bir Diyarbakır evi olduğu için sadece müşteriler gelmiyor. Geçerken uğrayanlar, uğramışken cep telefonuyla fotoğraf çekenler de oluyor. Kafenin karşısındaki mekanda canlı müzik yapılıyor. Türkü söyleyen birkaç erkeğin sesi, oturduğum kafede çalınan müziğin sesini bastırıyor. Ama esas darbuka sesi bütün seslere baskın çıkıyor.

Duvarın dibindeki poşetin üstünde yağmur damlacıkları var. Güneşin altında parıldıyor.

ŞÜKRÜ’NÜN SOKAK KEDİSİ KORKUSU

Biraz sonra kafenin ağır abisi Şükrü geliyor. Önce uzaktan bakıyor bana sonra usulca yaklaşıyor. Heybetli, toraman bir şey. Usulca, temkinli yaklaşıyor. Gözleri çok iri ve çok güzel, parıltılı yeşil. Tabakta duran kekten bir parça koparıp ona yakın atıyorum. Kokluyor hemen ama yemek için acele etmiyor. Bacaklarıma sürtünüyor, ayakkabılarımı kokluyor, sonra gidip kek parçasını yiyor.

Şükrü kafenin kedisi. Cinsi nedir çıkaramadım, ama uzunca ve tertemiz tüyleri var. Bir ara sandalyeye çıkıyor ve orada biraz oyalandıktan sonra masaya zıplıyor. Okşamak istediğimde geri çekiliyor, masadan atlayıp havuza doğru gidiyor. Hep bir şey arıyor sanki.

“Hep korkudan” diye geçiriyorum içimden. Leyla Güven’in taleplerini konuşmamak korku nedeniyledir. Bin tane Kürt bir anda ölse zil takıp oynayacak olanlardan değil, Kürtlerin haklı taleplerini kabul edip susanların korkusundan söz ediyorum. Yoksa bir milletvekilinin neden hapiste olduğundan tutun da neden açlık grevinde olduğuna kadar konuşulacak, tartışılacak, itiraz edilecek çok şey var. Ama sessizlik, sırtımı dayadığım bazalt taşları kadar soğuk.

Şükrü de bütün heybetine rağmen korkak bir kedi. Kafenin açık kapısından içeri giren siyah bir sokak kedisi, Şükrü’yü fark edince saldırı pozisyonu alıyor. Sinsice, arkadan yaklaşıyor Şükrü’ye. Ama daha saldıracak kadar yaklaşmadan Şükrü fark ediyor onu ve bir on metre kadar uzaklaşıp gözlerini dikiyor siyah kediye. Siyah kedi, belki Şükrü ile dalaşmayı gereksiz buluyor, merdivenlere tırmanıp çatıya çıkıyor. Sokak kedisi gidince Şükrü yine bana geliyor, bacaklarıma sürtünüyor. Bir parça kek daha veriyorum ama bu kez koklamakla yetiniyor, yemeden gidiyor yine.

Güneş duvarın arkasına geçince avlu buz gibi oluyor. Şükrü geri gelmiyor, gelse fotoğrafını çekecektim. Duvara yapışık naylonu kimse neden almıyor, diye düşünüyorum. Leyla Güven’nin açlık grevi 65. gününe girecek, bu çıkmıyor aklımdan.

Boş çay bardağını alan garson, “Acayip korkak” diyor Şükrü için. Oysa Geyikli Gece’de ne demişti Turgut Uyar:

“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar”.