Naif hayatlarımızın katili, savaş

François Ozon, renk sanatının ustalıkla yapıyor. Frantz'da yaygın olan hüzün bir ailenin etrafında izleyiciye sunuluyor.

Abone ol

Esra Karataş  esrakaratas1@gmail.com

DUVAR - Savaş çığlıklarının atıldığı, kutuplaşmanın son raddeye dayandığı bugünlerde, François Ozon imzalı Frantz’ı izlemek içimize bir parça su serpiyor. Savaşa her iki tarafın gözüyle bakmayı deneyen Ozon, savaşın kazananı olmayacağına işaret ediyor.

François Ozon, filmi Maurice Rostand’ın L’homme que j’aitué adlı oyunundan 1932 yılında beyazperdeye uyarlanan yönetmenliğini Ernst Lubitsch’in üstlendiği Broken Lullaby üzerine temellendirilmiş. I. Dünya Savaşı sırasında Fransız asker Adrien’in, öldürdüğü Alman asker Frantz’a karşı duyduğu vicdan azabıyla askerin ailesini ziyaret etmesini konu ediniyor kendine. Son derece çarpıcı ve insani bir hikâye üzerine kurgulanan film sürprizlerle dolu. Filmde her son tam manasıyla başlangıçlara gebe. Melodram yanı güçlü olan Frantz, Ozon filmlerinin belki en ele avuca gelmez olanı.

RENK GEÇİŞLERİ ve SAVAŞ

Yönetmenin siyah beyaz çektiği filmde savaşın etkisini yitirdiği sahnelerde renge geçiş yapar. Bu çekimlerin filmin ihtiyacı olan hüznü beslediğini söyleyelim. Filmin tamamında kullanılan ışık gölge oyunları ise filmin ihtiyacı olan hareketi sağlıyor.

Ozon, odağına ölen Alman askeri Frantz’ın sevgilisi Anna’yı alıyor. Ölen nişanlısının ailesiyle yaşayan Anna, nişanlısının mezarını ziyaret ederek, onun ailesinin yakınında olarak yaşamla bağlarını koruyor. Ansızın çıkagelen bir yabancının hayatlarına girmesiyle film usulca başka bir yöne kayıyor. Ancak film bir sona ulaştığını sandığınız anda başka bir başlangıca yelken açarak hikâyenin seyrini değiştiriyor. Matruşka gibi hikâyeden hikâye, sonlardan son çıkarabilirsiniz. Zira ilk bölümde sevgilisini kaybeden Anna, akabinde imkânsız bir aşkın pençesinde kıvranıyor. Film sona ulaştığında ise bambaşka bir karakter olarak karşımızda duran Anna yeni hikâyelere gebe bir durumdayken bizi kendimizle baş başa bırakıyor.

Savaşa karışmış herkesin katil olma ihtimali yüksektir. Frantz’ın babası Dr. Hoffmeister, muayenehanesine gelen Adrien’i tedaviyi reddeder ve her Fransız’ı oğlunun katili olarak gördüğünü söyler. Adrien’i dinlemeyen Dr. Hoffmeister, eşinin de telkinleriyle onu kabul etmek zorunda kalır. Gizlice oğlunun mezarını ziyaret eden, çiçekler bırakan bu genci hayatlarına alacak, söylediği güzel yalanlara inanmaktan, onu oğlunun yerine koyarak yaşamı anlamlandırmaktan başka çare bulamayacaktır.

ACILI ve MELANKOLİK BİR HAL

Ailenin, özellikle babanın Adrien’den önce ve sonraki değişimi mükemmel aktarılıyor. Adrien’in acılı ve melankolik hali, Frantz’la aralarındaki dostluğu, Fransa’da yaptıklarını anlatışı geri dönüşlerle verilir. Louvre Müzesi’ni gezişleri, Frantz’ın en sevdiği tablonun, Edouard Manet'nin Le Suicide tablosunun önünde saatlerce duruşları, Frantz’a keman öğretmesi, birlikte çapkınlık yapmaları gibi bir sürü şeyi güzel bir masal gibi anlatır Frantz’ın ailesine. Filme neşesini de bu geri dönüşler verir. Hüznü ve mutluluğu bu anların varlığıyla yakalar yönetmen.

Filmde yaygın olan hüznü dağıtan bu sahnelere Adrien ve Anna’nın birlikte dansa gittikleri, göl kenarında vakit geçirdikleri sahneler de eklenir. Fakat ailenin acısının dindirmesine rağmen Adrien’in acısı dinmez.

İÇ İÇE GEÇMİŞ HİKAYELER

Frantz’ın kaybı onu en az ailesi kadar etkilemiş görünür. Frantz’la aralarında eşcinsel bir ilişki olduğunu düşünmeden edemeyiz. Yönetmen her türlü olasılığı düşünmemizi ister sanki. Bu gizi daha fazla içinde tutamayan Adrien, itirafını Anna’ya yaparak Paris’e geri döner.

Filmin bundan sonrası adeta başka bir hikâyeye evrilir. Bu kez Anna Adrien’i bulmak üzere Paris’e gider. Frantz’ın ailesini mutlu etmek için yalanlar söylemek artık Anna’ya kalmıştır.

Anna’nın Paris’e gitmesiyle savaşın farklı bir boyutunu görürüz. Savaşın her iki tarafa etkisi de aynıdır. Almanya’da olduğu gibi Fransa’da da aynı faşist dalga, aynı milliyetçi akım, aynı birlik ve mücadele çağrıları yapılır. Çocuklarını savaşa göndererek ölmelerine göz yuman aileler, düşman güçlerine karşı savaş naraları atmaya devam ederler. Dr. Hoffmeister’in Adrien’in gelmesiyle fark ettiği gibi, asıl suçlu ailelerdir. Ülkesi için ölmesi gerektiğini söyleyerek, savaşa çocuklarını gönderen aileler. Her iki taraf da ülkelerini korumak için ölmelerini söyleyen otorite, devlet büyükleri ve anne babalarla doludur.

Savaşın toplum üzerindeki tüketen etkilerini, sıradan ve naif hayatların nasıl heba edildiğini son derece açık bir zihinle gösteren Frantz, savaş karşıtı duruşuyla ilgiyi hak ediyor.

Yönetmen - Senaryo: François Ozon

Film müziğinin bestecisi: Philippe Rombi

Oyuncular: Paula Beer (Anna), Pierre Niney (Adrien), Anton von Lucke (Frantz Hoffmeister), Johann von Bülow (Kreutz), Marie Gruber (Magda Hoffmeister)