Murat Sevinç: Erbakan'ın hayali gerçekleşmiş mi oluyor?

Murat Sevinç, Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi'nde konuştu. Sevinç, "Türkiye başkanlık sistemini kabul ederse Amerika gibi gelişir demek, bana mavi lens takınca Kıvanç Tatlıtuğ’a benzersin demek gibi bir şey... Ayrıca gündemdeki önerinin Erbakan'ın, Özal'ın ve sonrasında Demirel'in talep ettiği başkanlık sisteminin fazlaca bir benzerliği yok. Öneri, Amerikan tipi başkanlıktan ziyade Necil Fazıl'ın düşlerini yaşama geçirmek istiyor gibi" dedi.

Abone ol

DUVAR - Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi, geçen haftalarda 686 no’lu KHK ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ‘atılan’ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Sevinç’i ağırladı. Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Müfit Erkarakaş’ın açılış konuşması ile başlayan panele Murat Sevinç ile dayanışmaya gelen eski Mülkiyeliler, hocalar ve öğrenciler katıldı. Oldukça kalabalık bir kitleye seslenen Sevinç, akademisyenlerin bugün yaşadıkları durumu anlatırken, yeni anayasa ile ilgili de çok çarpıcı tespit ve değerlendirmeler yaptı. Murat Sevinç’in konuşmasının ardından, 96 yaşındaki eski Mülkiyeli yazar, çevirmen hukukçu, sosyolog ve siyaset bilimci Nermin Abadan Unat kısa bir destek konuşması yaparak, akademisyenlerin yakın bir zaman sonra yüzlerinin güleceğini söyledi.

'İMZACILARDAN SONRA DA TASFİYELER DEVAM EDECEK'

Sevinç konuşmasına, akademisyenlerin ihracı ve akademiye yapılan ‘temizlik’ harekatına vurgu yaparak başladı. Ankara Üniversitesi’nin iki fakültesini neredeyse bitirmeye yönelik tasfiye girişiminin yapıldığını, ülkedeki biraz aklı başında ve iyi kötü gelişmeleri takip eden insanların da dikkatini çektiğini söyledi. Üç kişinin atılması yerine üç yüz kişinin atılmasının daha büyük bir etki yaptığını belirten Sevinç, SBF’den azar azar gönderilen akademisyenlerin o dönemde fazla dikkat çekmediğine, sayıların fazla olması sebebiyle daha fazla ses çıktığına işaret etti. Sevinç, “siyasetçilerle ayaküstü sohbetlerde Ankara Üniversitesi’nin rektörünü anlatmaya çalıştıklarından, fakat nasıl biri olduğunu pek de anlatamadıklarından” dert yandı. Murat Sevinç, “bu ihraçların sayısı ve genel profili nedeniyle umuyorum ki yararı olur. Çünkü ya duracak ya da herkesi atacaklar. Bana kalırsa fazla da bir seçenek yok. Önce barış metni imzacıları olmak üzere herkesi tasfiye edecekler ve o bittikten sonra da imzacı olmayan muhaliflere sıra gelecek. Yani bunun sonu yok” diyerek konuşmasını sürdürdü.

“Üniversite camiası uzun bir süredir anlamaya çalıştı ama fazla da kavrayamadığı bir şeyi fark etti. Bu işin sonu kötü, sıra bize de gelmeye başladı” algısının oluştuğunu belirtti. Tüm bu olanlardan iyi şeyler çıkma ihtimalinin olduğunu kaydeden Sevinç, üç yüz, dört yüz kişiyi daha atarlarsa Türkiye’deki üniversitelerin 12 Eylül, 47 ve 27 Mayıs tasfiyesi ile korkunç bir çukurun içine düşeceğini; Mülkiye’nin kendini toparlamasının ancak 20-25 yıl sürebileceğini söyledi. Daha önceki kuşakların Mülkiye’yi 12 Eylül’den çekip çıkardıklarını, bunların içinde değerli kuşakların yer aldığını belirterek, şimdi ise o kuşağı ve kurum aidiyeti olanları attıklarını vurguladı.

'UMARIM BİZİM İHRAÇLARIMIZ İŞE YARAR'

Sevinç, “bu ihraçlar içinde isimleri bilinen ve bilinmeyen çok değerli ve çalışkan akademisyenler vardı. Umarım bizim ihraçlarımız işe yarar. Acaba sıra bize geldi mi diye düşünen bizden bağımsız diğer arkadaşlarımız ve Hacettepe, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi’deki meslektaşlarımız bu durumu yaşamazlar. Çünkü Türkiye’de zaten ne kadar kaldığı tartışmalı olan kurumun kalıntılarını da ortadan kaldırıyorlar. Palmira’ya yapılanlar gibi. Ancak belli bir parçasını kurtarmışlardı. Üniversitede özgürlüğü ve ifade hürriyetini savunan ne kadar insan kaldıysa ciddi zarar verdiler. Kalan arkadaşlarımız da ne yapacaklarını bilemez haldeler. Şimdi on kişiyi ezmek için bir kişiyi atmak yetiyor. Herkesi atmaya gerek yok. Vakıf ve devlet üniversitelerinde çalışıp da bir sürü muhalif olan ama artık gerçekten bu koşullarda ne yazıp ne söyleyeceğini bilemeyen ve tedirgin olan arkadaşlarımız var. Gerisinin tasfiyesi onların hayatını da çok zorlaştıracak.

'KAMPÜS ÇOK ZOR GÜNLER GEÇİRİYOR'

Bu uygulamalar Türkiye’deki üniversitelerin kalıntısını ortadan kaldıracak. Zaten YÖK’ün kuruluşundan itibaren ‘kalıntı’ bir üniversite vardı. Ankara Üniversitesi’nde hukukçu birkaç arkadaşımız daha var, bunlar da ‘kalıntı’. Onlar da temizlediğinde geriye de fazla bir şey kalmıyor” dedi. Meslektaşlarının aksine her görüşten öğrencinin bile bu durumdan rahatsız olduğunu anlatırken, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gelen öğrencilerin ikinci dönemde ders alacak hocalarının olmadığını üstüne basa basa vurguladı. Bir süredir meslektaşlarının dersleri yeni dönemin ‘prestijli’ gazeteleri olan Vahdet, Yeni Akit vb’lere haber olduğunu söylerken, mesela üç öğrenci slogan atınca hemen TOMA’nın üniversiteye geldiğini, hatta plakalarını bile ezberlediklerini ifade etti.

Uzunca bir süredir kampüslerin de polis baskısı hissettiklerini söyleyen Murat Sevinç, “Kampüs çok zor günler geçiriyor, tabii ki bu günler de geçecek. Yıpratıyor, insanlar dersler de ne anlatacağını bilemez halde. Umarım dayanışma duygusu bir şeyleri değiştirecektir. Mesela, Yavuz Sabuncu adına düzenlenen sempozyumda inanılmaz bir kalabalık vardı. En kötü günde bile Mülkiye bu sempozyumu düzenledi. Kapıda akademisyenleri, hocaları almamalarına rağmen, sempozyum büyük bir kalabalığın desteğiyle yapılabildi. Bu gelenek ve kök meselesi çok değerli. Bu değerler de Mülkiye’de var” dedi. Kendilerine yapılanların Türkiye için kabul edilebilir olmadığını söyleyen Sevinç, “çok parlak akademisyenleri attılar ve hatta biçtiler” diye ekledi “Bu kadar hukuksuzluğun altından kalkılamayacağını düşünüyorum.

Bu mutlaka geri dönecektir. Bu hukuksuzluğun temelinde de Anayasa Mahkemesinin verdiği o korkunç ‘17-0’ kararı bulunmakta. İnsana umut verecek de bir yargı yok ama konjonktürel şeyler bunlar. Ortam değiştiğinde yargı da birden bire farklı kararlar vermeye başlar. AİHM’e kadar gidecek süreçten pek de umutlu olmadığımı söylemeliyim. Şunu da eklemeliyim. Böyle atılmak absürt olmasına rağmen, herkesin başı dik. Bu gerçekten çok önemli bir moral üstünlük sağlıyor bize” diye konuştu.

'YENİ KİTABIMI BİTİRDİĞİM GÜN ATILDIM' 

Tüm bunların üstüne Murat Sevinç ‘atılma’ ile ilgili komik bir hikayesini de anlattı. “Halk oylaması sürecinde işe yarayabileceği düşüncesiyle, İbrahim Kaboğlu’nun yaptığı 2010 yılındaki halk oylamasının değişikliklerine benzer bir çalışmayı, Cumhurbaşkanlığı tartışmasına yönelik bir kitap hazırlamak için çalışıyordum. Kimseye de söylememiştim. Sürpriz olsun, çıkınca arkadaşlar görsün diye. Kitabı bitirdiğim gece atıldım, yani 7 Şubat’ta. Sırf bu kitabı bitirebilmek için okulda yattım iki gece. 7 Şubat aynı zamanda Mülkiye’nin Anayasa hocası Bahri Savcı’nın da atıldığı günmüş. Böylece kürsü geleneğini de yerine getirmiş oldum” diyerek ihraçların aynı zamanda yaşamlarına trajik-komik bir şekilde nasıl etki ettiğini de anlattı.

'KORKUT HOCA'YA KARŞI MAHCUP OLUNMALI'

Bu kararı öğrendikten sonra kurumun yaptığı ilkellikleri sıralayan Sevinç, kapıda 82 yaşındaki Korkut Boratav hocayı üniversiteye almadıklarını, internetini kestiklerini ve e-mail adresini kapattıklarını vurguladı. Sevinç, Türkiye’deki üniversitelerin Korkut hocaya yapılan bu muameleye karşı çok mahcup olması gerektiğini belirtti.

ATATÜRK'ÜN MECLİSİ FESİH ETME YETKİSİNE BİLE KARŞI ÇIKILDI

Murat Sevinç, üniversitedeki durumu anlattıktan sonra yeni kitabında bahsettiği Cumhurbaşkanlığı sistemi hakkında konuştu. Çok ilginç ve çarpıcı tespitler yapan Sevinç, tüm geleneklerimizi alt üst eden bir değişiklik olduğunu söyledi. Çok uzun zamandır Cumhurbaşkanlığı tarihini çalışan Sevinç, ilk parlamenter sistemin 1909 yılından itibaren kabul edildiğini vurgulayarak, yüz yıllık meclisin egemenliğinin gelenekleştiğini ve yerleştiğini ifade etti. Sevinç, Kurtuluş Savaşı dönemi için de, “muhteşem bir maceradır. Tutanakları her okuduğumda o hukuksallık çabasına, sürekli her kararı meclise aldırmaya çalışılmasına ve yeni yollar bulma çabasına hayranlık duyuyorum.

Sadece savaş öyküsü olması nedeniyle değil, anayasa tarihi açısından da son derece önemli bir dönemdir” diye konuştu. Sevinç, Bülent Tanör’ün bir kitabından verdiği bilgiyle yola çıkarak, “1921 anayasası Kurtuluş Savaşı anayasasıdır. Tüm yetkileri meclise vermiştir, bundan dolayı da Cumhurbaşkanlığı makamı yoktur. Hem devlet hem de hükümet başkanı aynı kişidir: Mustafa Kemal Atatürk. İki anayasalı dönem 1924’e kadar devam etti” diye açıkladı.

Bu bilgilerin ışığında siyasi çekişme ve kavganın anayasa yani hukuk metinlerine havale edilmesinden dolayı, anayasaların suçlu olmadığının altını çizdi. Sevinç, sıklıkla duyduğumuz ‘Millet iradesi’ kavramının Demokrat Parti zamanında söylenmeye başladığını, milli egemenlik kavgasının da ta o günlerde çıktığını işaret etti. “Yasama, yürütme yetkilerini meclise veren hükmünü, 1955 yılından sonra Demokrat Parti ‘Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’ şiarını TBMM aracılığıyla kullanır. O zaman o sandalyelerin çoğunluğuna DP iktidarı olarak sahipsem, demek ki artık egemen benim. İşte bugün tanık olduğumuz milli irade tanımı budur. Bu tanımı da pekiştiren Celal Bayar ve Adalet Partisi’nden gelen sağ siyasi çizgidir” diye söyledi.

1924 Anayasası aksine Cumhurbaşkanlığını sembolik bir makam olarak kullanmıştır. Sevinç, 1924 anayasasını daha da açarak bugünle ilgili benzerliklerini ortaya koyuyor. “Mustafa Kemal Atatürk meclisi fesih yetkisi istemiştir. Güçlü bir cumhurbaşkanlığı modeli talep etmiştir. İkinci mecliste Atatürk yanlısı mebusların olmasına rağmen, Mustafa Kemal’e bile bu yetkileri %95 karşı oy kullanarak vermemiştir. Bugün söylenen 'Mustafa Kemal de çok güçlüydü' argümanının aksine, onların gücü tarihsel rollerden kaynaklanıyordu” diye belirtti.

'61 YASASI İLE  MAKAM SEMBOLİK HALE GETİRİLDİ'

1924 Anayasa'sından 1961 Anayasa'sına geçen Sevinç, o tarihlerde yapım süreçlerinde başkanlık sisteminin gündeme geldiğini belirterek, 61 anayasası ile Cumhurbaşkanlığı makamı tamamen sembolik hale getirildi. Bunu da meclis ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ayrılması ile partili ilişiği de kesilerek yapıldığını söyledi. Bundan sonra gelen Cumhurbaşkanlarının da kişisel olarak bu sembolik konuma razı olan kişilerden seçildiğini ifade etti.

Bunun parlamenter sistem için şans olduğunu belirten Sevinç, 1982 anayasasında tam aksini yaparak fazlasıyla yetki verdiğini anlattı. Sevinç, “82 Anayasası yürütmenin yanlış kanadına yetki verdi. Bakanlar kurulunu çok daha güçlü hala getirebilirdi. Siyasal sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanına pek çok yetki verdi. Böylece 82 Anayasası büyük ölçüde Cumhurbaşkanın kişiliğine bıraktı yönetimi. Yerinde oturmayı seven biri ise, parlamenter sisteme daha uygun bir cumhurbaşkanlığı yapabilir, fakat biraz yetki kullanmayı seven birisiyse ona da izin veren bir anayasa olmuş oldu. Muğlak olan 105. maddede yetkinin belirsizliği ve üstüne cezai sorumluluğu sadece “vatan hainliği” ile sınırlı ve bu cezanın da Türk Ceza Kanununda tanımı yok” diye durumun vahametini ortaya koydu.

'NECMETTİN ERBAKAN'IN HAYALİYDİ'

Murat Sevinç, 16 Nisan’da yapılacak halk oylamasına sunulan anayasa hakkında tespitlerde bulundu. Aslında tüm sürecin 2007 yılında değiştirildiğini, siyasal sorumluluğu olmayan, bolca yetkisi olan bir makamın bir de halk tarafından seçilmesine yol açtığını belirtti. 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında AKP yine '14 yılda olduğu gibi yine Allah’ın lütfu’ ile asla hayal edemeyecekleri fırsatı elde geçirerek, erken seçim ve cumhurbaşkanlığını halk oylamasına açarak Abdullah Gül’ün seçilmesine fırsat yarattı” diye konuştu. Böylece Milli Görüş’ün ilk kez 1972 yılında dört milletvekili tarafından başkanlık sisteminin sunulmasıyla başlayan süreçle Erbakan’ın hayali gerçekleşmiş oldu, diye konuştu.

'AKP YILLARCA BÜYÜK BECERİYLE HAREKET ETTİ'

Sevinç, “Türkiye’de sistem o gün değişti. Halktan yetkiyi alınca sistem tümüyle kendi karakterine terk edildi. AKP yıllarca büyük beceriyle yaptı. Hep daha sonra işine yarayabilecek boşluklar bıraktı. Ve bizler o boşluklardan söz ettiğimizde ya duyulmadık ya da duyulan tarafından ‘ileri demokrasi’ yolunda ciddiye alınmadı bu ikazlar. Oysa o değişiklikte bir boşluk bırakıldı. Mesela görev süresi ne zaman biteceği ile ilgili soru akla geldi ve sonunda 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi” diye konuştu.

Murat Sevinç, bugünkü anayasa tartışması hakkında, “sokaktaki çocuğa sorsanız bu sistemin bir kişinin istediğini söyler. İlham Aliyev’in milletvekili eşini başkan yardımcısı olarak ataması ile ilgili videosu müthiş bir reklam filmi. Fakat şu an sunulan sistemde, birinin milletvekili olmasına da gerek yok, Cumhurbaşkanı canı kimi ve ne kadar sayıda isterse yardımcısını atayabilecek. Bugünkü öneri Başkanlık sistemi değil; başkanlık değil, parlamenter değil, yarı-başkanlık değil. Türk tipi başkanlıkla ne kastettiklerini uzun süre bekledim. Beklemenin ardından bu anayasa inanılır gibi değil” diyerek şaşkınlığını ifade etti.

'ÜLKELER GELENEKLERİ SAYESİNDE DEVRİMCİDİRLER'

Hatta Sevinç, bu sistemde cumhurbaşkanı, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ne canının istediğini atayacak, parlamentodaki çoğunluk aynı görüşte olursa, keyfi kimi isterse onu atayacak, yargılanması çok zor, görevi bittikten sonra meclis çoğunluğu sağlanamazsa onun da çok zor olduğunu kaydederek, kararnamelerle yasa yapma yetkisinin de verildiğini vurguladı. “Her şeyi birbirine karıştıran, çoğu yetkiyi bir makamda toplayan, ama tarafsızlık yemini ve anayasada başkaca pek çok düzenleme, olduğu gibi duran; bir süre sonra çelişkiler yaşanacak ve yaratacak olan ve bildiğiniz hiçbir sisteme benzemeyen tuhaf bir şeyle karşı karşıyayız. Anayasaya uymak istemeyen bir siyasal irade, kendisine uygun anayasa yapmak için talep etti” diye konuştu. Demokrasiyi, güçler ayrılığını büyük ölçüde ortadan kaldıracak bir sistem olduğuna işaret eden Sevinç, 'EVET' ile bu anayasa geçerse göreceksiniz ki ‘bununla olmuyor’ demeye başlayacakları bir anaysa değişikliği söz konusu olacaktır diye vurguladı. “Tüm köklü ülkeler gelenekleri ile var oluyorlar. Gelenekleri sayesinde devrimcidirler” dedi. Sevinç, İngiliz, ABD ve Fransa gibi ülkelerden örneklere yer vererek, geleneklerin ne kadar değerli olduğunu ifade etti.

"Bu ayaküstü, çalakalem yapılacak bir iş değil, hiç azımsanmayacak bir anayasa kültürü ve geleneğimiz var. Bunun da kıymetini bilmek lazım. ABD’deki başkanlık tamamen kendi kültürü ve tarihidir ve orada demokratik sonuçlar vermiştir. Aksine Latin Amerika ülkelerine baktığımızda her yerde otoriter ve faşizan rejimlere neden oldu çok benzer kurallarla" diyen Sevinç, “Türkiye başkanlık sistemini kabul ederse Amerika gibi gelişir demek, bana mavi lens takınca Kıvanç Tatlıtuğ’a benzersin demek gibi bir şey” diyerek sunulan anayasayı ironik bir örnekle ifade etti. Türkiye parlamenter sistemde yaşadığı sorunları ancak daha çok demokrasi ile aşabilir diye ifade eden Sevinç son olarak, istifa diye bir kurumun varlığına işaret ederek, bunun da işlemediğini anlattı.

'TÜRKİYE'NİN SORUNU: AZ DEMOKRASİ!'

Türkiye’nin sorununun az demokrasi olduğuna vurgu yaparak, demokratik teamüllerin işlemediğini ve bundan dolayı da demokratik kurumların da işlemediğinin altını çizdi. “Demek ki anayasada yazınca olmuyor. Hukuksal gerçeklikle pozitif hukuk kurallarıyla siyasal ve toplumsal gerçekliği karıştırmamak zorundayız. Bütün suçu anayasalara atmamamız lazım. Elbette anayasada sorunlar var. Siyasal sorunlar ve çözümsüzlükler.

'NEDEN TÜM ÜYELER ERKEK?'

Mesela anayasanın 10'uncu maddesinde kadın erkek eşittir yazıyor ama Anayasa Mahkemesinin üyelerine baktığımızda 17’sinin de erkek olduğunu görüyoruz. Neden hepsi erkek? Hani devlet eşitsizliği ortadan kaldırmak için tedbir alıyordu? Oraya yazınca her şey çözülmüyor, ona uygun koşulların ve bir siyasal kültürün olması gerekiyor” diyerek anayasaya sadece metin olarak bakılmamasını, bunun bir kültür olduğunun tespitini yaptı. Ve konuşmasını “bu problemlerin anayasal metinlerden değil, siyasal nedenlerden çıktığını söyleyerek, çözümün yine siyaseten olduğunu ve tamamen isimlerden bağımsız olarak düşünülmesi gerekiyor” diyerek bitirdi.