Murakami’nin yazarlık hikâyesi

Sıradan bir insan olduğunu söyleyen Murakami, Mesleğim Yazarlık’ta yazar adaylarına öğüt vermiyor. Yeri geldiğinde kişisel, yeri geldiğinde ise edebiyat tarihinden hikâyeler anlatırken kitabının nerede durduğunu veya konumlandırılabileceğini de bilmediğini söylüyor: “Bu kitap sonuçta ‘otobiyografik bir metin’ olarak kabul edilecek gibi görünüyor, ne var ki öyle bir bilinçle yazmış değilim. Ben sadece bir roman yazarı olarak bu yolu hangi düşünceler doğrultusunda yürüyegeldiğimi, olabildiğince elle tutulur hâlde, gerçekçi bir şekilde kayıtlara geçirmek istedim."

Abone ol

Ali Bulunmaz

Yaratıcı yazarlık kurslarına veya atölyelerine gidenlerin “yazar” olacağına inanarak vakit kaybetmek yerine, bu alanda emek verenlerin kitaplarını ve yaşamöykülerini okuması sanki daha faydalı. Bu yapılsa dahi yazar olunamaz belki ama en azından zihnin bir köşesinde bir şeyler kalma ihtimali artabilir.

Bir yazarlık teorisi yok, dolayısıyla bunun bir eğitimi de. “Nasıl yazar olunur?” sorusu da ticari kapılar açan, daha doğrusu saf avlamaya yönelik bir çabanın ilk aşamasından başka bir şey değil. Konunun özünü, deneyimlerden ve bu deneyimleri paylaşan kişilerin bilgi ve görgüsünden faydalanmak oluşturuyor.

Haruki Murakami, Koşmasaydım Yazamazdım’dan sonra, deneyimi ve bilgisini okurlara açtığı kitabı Mesleğim Yazarlık’ta, kendi serüveniyle birlikte “böyle yazın” yerine, “ben şöyle yazıyorum” ya da “benim yazarlık maceram bu” diyerek sadece bir örnek veriyor.

MURAKAMİ'NİN RİNGE ÇIKIŞI 

Konunun diğer tarafında ise romanın ve romancılığın değerlendirilişi var; Murakami, kendi penceresinden bakarak bir anlamda roman tarihi incelemesine de girişiyor. Romanlardan ve romanın tarihinden bahsederken romancıların, çoğunlukla satır arasında dile getirdiği “benim yazdığım en doğru ve hatasızdır” ifadesiyle özetlenebilecek tavrı eşeleyip yazarların sosyal çevresinin çoraklığını buna bağlıyor. Yazarların benmerkezciliği, yıkılmaz gururu ve meslektaşlarıyla girdiği rekabet ise adı geçen çoraklığı keskinleştiriyor Murakami’ye göre.

Gelgelelim, yazarların roman yayımlayanlara karşı “geniş yürekli ve hoşgörülü” olduğunu söylüyor Murakami. Böylece roman yazmanın herhangi bir eğitime, öğrenime ve şablona bağlı olmadığını vurgulayıp hem kendi yazarlık serüveninin başlangıcını hem de romanın ve romancılığın ne olup olmadığını, tarihî ve kişisel anekdotlarla anlatıyor.

Roman yazmanın zahmetli, yavaş ve yalnız başına gerçekleştirilen bir eylem olduğunu söyleyen Murakami, çıkış yaptığı andan itibaren az sayıda ismin günümüze ulaştığı notunu düşerken “roman yazmak çok emek gerektiren son derece sıkıcı bir iştir (...) dağın tepesine kadar tırmanan ve ona bakmadan onun nasıl bir şey olduğunu anlayamayan insanlardır roman yazarları” diyor.

Kendisininkiyle birlikte başkalarının deneyimlerini, bazı sayfalarda birer hikâye gibi anlatan Murakami, okuyup hayran olduğu yazarların yanı sıra 1974’te bar açışından, caz tutkusundan ve yayımlanan ilk kitabıyla “ringe çıkışından” bahsediyor.

İlk romanını yazmayı bitirdiğinde ise Murakami’nin aklına bir kurt düşüyor: “Bir daha düşününce iyi bir roman yazamamın gayet normal olduğuna karar verdim. Ne de olsa hayatımda hiç roman yazmışlığım yoktu ve daha ilk seferde harika bir şey yazmam da mümkün değildi. Belki de roman gibi bir roman yazmaya kalkıştığım için olmamıştı. ‘Nasıl olsa iyi bir roman yazamıyorum. Roman budur, edebiyat şöyledir gibi kalıplaşmış düşünceleri bir kenara atıp hissettiklerimi, aklıma geldiği hâliyle özgürce yazsam daha iyi olmaz mı acaba?’ dedim.”

Mesleğim Yazarlık, Haruki Murakami, Çeviren: Ali Volkan Erdemir, 210 syf., Doğan Kitap, 2019.

YAZARIN YALNIZLIĞI 

Murakami, ödül meraklısı ve avcısı bir yazar olmadığını, sadece metinlerine ve yaşamına odaklanırken “edebiyat ödüllerinden daha önemli şeyler bulunduğunu” söyleyerek yıllardır süren tartışmaya bir şekilde dâhil ediyor kendisini. Şekilsel onay alma çabasının ürünü diye nitelediği ödüllerin, edebî eserin niteliğiyle ilgili sorunlar yarattığını düşünüyor.

Kendisinin Akutagawa Ödülü’nü ya da Borges’in Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasının piyasayı hareketlendirmekten ve dedikodu kazanının ateşini harlamaktan başka elle tutulur bir işe yarayıp yaramayacağını sorgulayan Murakami’ye göre bunlar, bir yazarın isminin önüne unvan ekliyor sadece.

Bu manzaraya bakarak “Beni asıl ilgilendiren, insanların karşısına nasıl bir eser çıkaracağım, sorusudur” diyen Murakami, ödül almayı da onun verileceği kişi veya kitabı belirleyen jüri üyeliğini de -bunlara saygı duysa bile- yazma ve yazarlık, iyi metinler kaleme almak ve kendini geliştirmek kadar önemsemiyor.

Murakami, yazarın eserinin özgünlüğünün okurla arasındaki bir mesele olduğunu ortaya koyarken yazarın buna kendisinin karar vermesinin imkânsızlığını vurguluyor. Başarının ve başarısızlığın da aynı yoldan gidilerek belirlenebileceğini ve söz konusu yolun, hayli engebeli olduğunu ekliyor.

Nasıl roman yazarı olduğunu idrak edemeyen Murakami, çeşitli söyleşilerde kendisine yöneltilen ve karşısındakilerin hap yanıtlar beklediği sorularla yüzleştiğinde, hem tecrübelerini hem de edebiyat tarihinden hikâyeler anlattığını belirtiyor. Bu tavrı, yazarlığa hevesli kişilerin her şeyden önce iyi bir okur olması gerektiğine dair cümlelerle şekilleniyor. Fakat sadece bu kadar çünkü roman yazmaya niyetlenenlerin yolunu kendisinin çizmesi ve deneyimlerini yine tek başına oluşturması gerektiğini söylüyor Murakami. Başka bir deyişle roman yazmanın zamana yayılan bir eylem olduğunu, bunun sonunda uzun veya kısa metinler ortaya çıkabileceğini, kişinin en sert eleştirilere ve kof övgülere hazır olması gerektiğini hatırlatıyor.

Sonra, roman yazmanın “püf noktasını” veriyor Murakami: “Roman yazmak, kapalı bir odada gerçekleşen, bütünüyle bireysel bir aktivitedir. Tek başına çalışma odasına kapanıp (çoğu durumda) hiçlikten çıkan kurmaca hikâyeleri metin formuna dönüştürmektir. Şekli olan objektif bir şeye (en azından objektiflik içeren bir şeye) dönüştürmektir. Çok basit bir şekilde ifade edersem bu biz yazarların yaptığı günlük iştir.”

'SADECE BİR ROMAN YAZARIYIM' 

Soru ve sorunlar bunlarla sınırlı değil elbette; romandaki karakterler ve kimin için yazıldığına ilişkin tartışmalara Murakami, öncelikle kendi hikâyesiyle daha sonra başka isimlerin metinlerinden ve hayatlarından örnekler vererek katılıyor.

Sıradan bir insan olduğunu söyleyen Murakami, Mesleğim Yazarlık’ta yazar adaylarına öğüt vermiyor. Yeri geldiğinde kişisel, yeri geldiğinde ise edebiyat tarihinden hikâyeler anlatırken kitabının nerede durduğunu veya konumlandırılabileceğini de bilmediğini söylüyor: “Bu kitap sonuçta ‘otobiyografik bir metin’ olarak kabul edilecek gibi görünüyor, ne var ki öyle bir bilinçle yazmış değilim. Ben sadece bir roman yazarı olarak bu yolu hangi düşünceler doğrultusunda yürüyegeldiğimi, olabildiğince elle tutulur hâlde, gerçekçi bir şekilde kayıtlara geçirmek istedim (...) Bu kitabın, roman yazarı olmak isteyenler için bir rehber kitap, kılavuz olup olmayacağını açıkçası bilmiyorum. Çünkü ben fazlasıyla kişisel düşüncelere sahip biri olduğumdan benim yazım ve yaşam tarzımın ne kadar genel olabileceğini veya genel amaca uygun olup olmayacağını kendim de bilmiyorum. Diğer yazarlarla da neredeyse hiç görüşmediğim için onların nasıl roman yazdığını da bilmiyorum, dolayısıyla bir kıyaslama yapamıyorum.”