Mülakat ve liyakat

Bilgi, tecrübe ve kapasitenin üst bileşeni olan liyakat ilkesi zedelenirse var olan hukuk da zedelenmiş olur. Yüzbinlerce öğretmenin ve kamuoyunun beklentisi mülakatın tümüyle kaldırılması yönündedir.

Abone ol

Hasan Aydın*

Öğretmen atamaları için 2016 yılından itibaren uygulanmaya başlanan mülakat sistemi son günlerin en fazla tartışılan konularından biri haline geldi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Nisan 2023 günü katıldığı Ak Parti Seçim Beyannamesi ve Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısı'nda "Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak, gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız’’ ifadelerini kullanmıştı. Yine seçimden iki gün önce dönemin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’de ‘’Öğretmen atamalarında mülakat uygulaması olmayacak’’ demişti.

Bu açıklamaların ve seçimlerin üzerinden yaklaşık 4 ay geçti. Geçenlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Haber Türk yayınında "Cumhurbaşkanının seçim beyannamelerinde ‘mülakat kaldırılacak’ sözü vardı’’ sorusu üzerine "Tam öyle değil, Cumhurbaşkanımız mülakatların uygulanış biçimiyle rahatsızlığını dile getirdi. Biz de mülakatları mülakat gibi yapmaya karar verdik’’ cevabını vermişti. Bakan Tekin’in bu açıklaması atama bekleyen yüzbinlerce öğretmen adayının tepkisine yol açtı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yeni dönemdeki mülakat sistemi ile ilgili farklı yayın organlarında açıklamalarda bulunurken bu konuya ilişkin hazırlıkların kılavuzunu da atama takvimi belli olduğunda kamuoyu ile paylaşacaklarını ifade etti.

Arapça da ‘karışlıklı buluşmak, görüşmek’ anlamına gelen ‘mülakat’ liyakat ilkesi ile çelişmektedir. Mülakatla liyakat aynı yerde barınamaz.

Modern toplumlardaki bireyler hizmet haklarının liyakat ilkesi ile uygulamaya sokulması için mücadele ederken, ayrımcılığı ve kayırmacılığı esas alan keyfi sınav uygulamalarına ve mülakatlara da karşı çıkmışlardır. 1829’dan itibaren liyakat sistemi yerine ‘ganimet sistemini’ uygulamaya sokan ABD’de 1881 yılında Başkan James Abram Garfield, kamu personel sınavı alımında haksızlığa uğrayan bir vatandaş tarafından bir suikast sonucu öldürülünce bu sistemden adım adım vazgeçilmiştir.

Günümüzde dünyanın pek çok farklı ülkesinde hala mülakat nedeniyle işe alınmayan ve haksızlığa uğrayan milyonlarca insan var. Kapitalist şirketlerin, işletmelerin, eleman seçme, performans değerlendirme, kariyer, disiplin, işten çıkarma ve araştırma projelerinde kullandıkları mülakatın tek hedefi kurumlarının gelişmelerine, gelirine yüksek katkı sağlayacak elamanları bulup uygun birimlerde ‘verimli’ çalışmalarını sağlamaktır.

Hâlbuki bizde, devlet kurumlarına personel seçmek için kullanılan mülakatlarda görev alan komisyonlar; çoğunlukla kendi değer, düşünce, inanç ve beğenilerini ölçüt olarak kullanırken, bilgi ve birikim açısından göreve uygun olanları değil, kayırmacılık yaparak kendi düşüncelerine uygun olanları seçmektedirler.

Osmanlı kamu personeli sistemini devralan Cumhuriyet Türkiye’si ne yazık ki bu sistemi ideal bir sisteme dönüştürmemiş, kamu personel sistemi ve iş alımlarındaki kuralsız değişiklikler yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Kuralcı, hiyerarşik, bürokratik ve hantal bir işlevi üstlenen 1980 öncesi personel yönetiminin yerine, 1980 sonrasında ‘stratejik yönetim’ anlayışının hâkim olduğu İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) öne çıkartılmıştır. İnsan Kaynakları Yönetiminin personel alımlarındaki adil ve objektif olmayan uygulamalarına da son yıllarda daha çok şahit olmaktayız.

Türkiye ‘de Kamu personel sayısı yıllar içinde artınca, yerel ve kurum içi bazı sınavlar yetersiz kalınca, ülke genelinde kamu personeli alımları için çok sayıdaki kişinin katıldığı sınavlar devreye sokulmuştur.

1999 yılında Kamu Personel Yasası’nda yapılan bir düzenleme ile daha önce DMS (Devlet Memurluğu Sınavı) adı ile uygulanan sınav KMS (Kurumlar İçin Merkezi Eleme Sınavı) olarak isim ve nitelik değiştirmiş; bu sınav ilk ve son kez 7-8 Temmuz 2001’de uygulanmıştı.

18/03/2002 tarihinde 2002/3975 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden ilk olarak 6-7 Temmuz 2002 tarihinde KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) adaylara uygulandı.

KPSS; DMS ve KMS’nin birleşimi niteliğindeydi. O dönem bu sınavla; kamu kurum ve kuruluşlarına alınacak olan personel istihdamının 'şeffaf ve adaletli' biçimde gerçekleşmesi ve sınav rekabeti içinde personel kalitesinin de en üst düzeye çıkartılması amaçlanmıştı. Yani ‘torpilin önüne geçilmesi' hedeflenmişti.

Süreç içinde KPSS şekillendi. 2 farklı sınav ve 3 farklı gruba ayrıldı. İktidara gelen AKP yönetimi, kendine yandaş olan kadroları kurumlara yerleştirmede sıkıntı çekince, öğretmenlikte bazı branşlara (Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi) daha fazla kadro açtı.

Fizik, Kimya, Biyoloji gibi branşlarda açılan kadro sayısı hep düşük kaldı. AKP iktidarı döneminde dershaneleri, özel okulları ile Türkiye’yi ahtapot gibi saran FETÖ’cüler, farklı kurumların sınavları ile üniversite sınavlarında soru çalarak, öğrencilerini başarılı gösterdiler. 2010 yılında aynı FETÖ’cüler KPSS sorularını çaldılar. 'Ne hikmetse yakın akraba yüzlerce kişi' bu sınavdaki soruların tamamını yanlışsız cevaplamışlardı. O yıl KPSS iptal edildi. Ama yıllarca sınavların şaibeli oluşu, hep gündemde kaldı. Belli bir planlama yapılmadan ve istihdamı düşünülmeden Türkiye’nin pek çok ilinde eğitim fakülteleri açıldı. Buralardan her yıl mezun olanların sayısı yüzbinleri bulunca, bu sefer atanamayan öğretmenler kitlesi oluşmaya başladı. Atanamayan öğretmenler geçinebilmek için lokantalarda garsonluk, inşaatlarda işçilik, kargo şirketlerinde kuryelik yaptılar. Gazeteler ve TV’ler iş kazalarında yaşamını yitiren atanamayan öğretmenleri gün geldi haber konusu yaptılar. 1996-1997 öğretim yılında MEB, öğretmen açığını kapatabilmek için fen-edebiyat, ziraat mühendisliği, veterinerlik, su ürünleri, işletme, iktisat vb. bölümlerden mezun olan 30 bin civarındaki üniversite mezununu hiçbir sınava veya formasyon eğitimine tabi tutmadan sınıf öğretmeni olarak kadrosuna kattı. Yıllar sonra MEB 2014 yılında çıkarılan bir yasa ile taban maaş hakkı elinden alınan on binlerce özel sektör öğretmenin ucuz işgücü elemanı haline getirilmesinin de yolunu açtı.

Yine atanamayan on binlerce öğretmen yetersiz iş güvencesi ve düşük ücretlerle sözleşmeli ve ücretli öğretmen ünvanlıyla okullarda çalıştırıldılar ve hala da bu durum devam etmektedir.

Ülke genelinde siyasal gelişmelere paralel olarak, 2015’te gündeme alınan mülakat sistemi 2016’da devreye sokuldu. Bu sistem zaman içinde iktidarın kendi ideolojik çizgisine yakın öğretmenleri seçtiği bir uygulama haline geldi. Mülakat uygulamasının yaratığı kaygı ve stres altında olduklarını ifade eden öğretmen adaylarından bazıları girdikleri mülakatların uygulanışı ve sonuçları hakkında davalar açtılar.

Mülakat uygulamasının başlaması ile mülakat komisyonlarının objektif davranmayıp, mantığa uymayan puanlar verdikleri ortaya çıktı. Öyle ki KPSS’ de 91,5 puan alan kişiye mülakatta 51 puan verilerek elenmesi sağlandı. Diğer yandan KPSS puanı düşük olanlara da mülakatta yüksek puanlar verilerek kazanmaları sağlandı.

Milli Eğitim Bakanı’nın son açıklamalarına göre öğretmenliğe girişte KPSS puanı yüzde 50, mülakat performans puanı da yüzde 50 oranında olacaktır. Henüz kılavuzu hazırlanmayıp resmileşmeyen bu çalışmadaki yüzde 50-50 oranı kararı önceki KPSS ve mülakat puan oranlarını aratacak gibi. Bu orana göre bir hesaplamada örneğin KPSS’de 80 puan alan bir kişinin puanının yüzde 50’si 40 puan olacaktır. Aynı kişiye mülakatta 60 puan verilirse, bunun da yüzde 50’si 30 puan olacaktır. KPSS puanı ve mülakat puanı toplamı (40+30=70) kişinin atanmasına ilişkin puan olacaktır.

Diğer yandan KPPS’de 70 puan alan bir kişinin atama puanının yüzde 50’si 35 puan olacaktır. Aynı kişi mülakatta 90 alırsa bunun yüzde 50’si de 45 puan olacaktır. Sonra KPPS ve mülakat puanı toplamı (35+45=80) atanmasına ilişkin avantajlı bir puan olacaktır.

Yani KPSS’ de düşük puan alan bir kişiye mülakatta kayırmacı bir destekle yüksek bir puan verildiğinde bu kişi atanmak için daha avantajlı hale gelecektir.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in sınav öncesi, sınavın uygulanışı ve sınava girecek öğretmen adayları ile ilgili açıklamalarının ışığında akla şu sorular gelmektedir.?

* Mülakat uygulayacak kişilerin seçiminde hangi kriterler esas alınacaktır. Bu kişilerin sübjektif ve yanlı davranmayacaklarının bir garantisi var mıdır?

* Komisyon üyelerinin karşılarına çıkacak aday listesi ve adayın hangi komisyonda mülakata gireceğine dair bir bilgisinin olmamasıyla ilgili nasıl bir önlem düşünülmektedir.?

* KPSS puanına göre ataması yapılacak öğretmen adaylarından 3 katı kadarının 30 büyükşehirdeki mülakata çağrılacağı ve her aday için 45 dakikalık bir sürenin kullanılacağı ifade edilmektedir. Binlerce adayın katılacağı bu sınavların hangi zaman diliminde yapılıp bitirileceği kesinleşmiş midir?

* Mülakatın yapıldığı bazı mesleklerden hareketle, öğretmeni çok başat bir yere konumlandırmak için öğretmen adayının ille de mülakata girmesi mi gerekmektedir?

* Öğretmenlerin eğitim fakülteleri ya da lisans programlarının müfredatlarını ve buradaki değişiklikleri izlemedikleri ve kendi branş alanlarına yeterince 'vakıf' olamadıkları açıklaması mülakatın gerekçesi olmamalıdır. Bu değerlendirme yapılırken eğitim fakültelerinde verilen eğitimin kalitesi ve verimliliği de ayrıca sorgulanmış mıdır?

* Öğretmen adayının okul not ortalaması, staj yapması ve KPSS puan sıralaması ile kadrolara atanabilmesi yöntemi düşünülmüş müdür?

* "Mülakatları mülakat gibi yapmaya karar verdik" ifadesinden daha önceki yıllarda gerçekleştirilmiş olan mülakatlarda objektif olunmadığı ve kayırmacılık yapıldığı sonucu çıkmıyor mu?

*45 dakika sürecek mülakatta elektronik ortamda rastgele sorunun çıkması, adaya ders anlatımının yaptırılması ve anlattıklarını bir kâğıda aktararak imzalamasının istenmesi, adayın jüri üyeleriyle iletişim becerisinin gözlenecek olması, tüm olan bitenin kameralar tarafından kaydedilmesi gibi yöntemlerin sonuçları süreç içinde ortaya çıkacaktır.

Tüm bu açıklama ve gelişmelerin ardından 21 Eylül günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir gazetecinin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in atama bekleyen öğretmen adayları için yeni mülakat sisteminin hayata geçirileceği açıklamasını hatırlatarak sorduğu soruya şu yanıtı verdi; "Biz mülakatları görevin gerektirdiği zorunluluk dışında kaldırmayı vadettik. Görevin gerektirdiği hallerde ise hakkaniyetle hareket edilmesi temel yaklaşımımızdır. Mülakatlar çok sınırlı ve çok özel meslek gruplarında gerekli olabilir. Elbette mülakat komisyonlarının objektif kriterlerle oluşturulması konusu da çok mühim bir konu. Konuyu ilgili bakanlarımızla yakın görüşüyor, çalışıyoruz. Ben seçim vaatleri içinde böyle bir söz verdiysem, bunu Milli Eğitim Bakanımla, İçişleri Bakanımla görüşmek suretiyle, yeni bir yol haritasıyla ilerletiriz."

Bu açıklamalardan sonra ilgili bakanlıkların nasıl bir yöntem izleyeceklerini bekleyip göreceğiz.

Bir toplumda dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep farkı gözetilmeden işin ehli kişiler kamuda işe alınırsa verimli, demokrat bir sistemin kapıları da aralanmış olur.

80 bine yakın ücretli öğretmen ataması mülakata gerek duyulmadan yapılıyorsa kadrolu öğretmenlik için mülakatta ısrarcı olmanın amacı nedir? Kamu hizmetlerine personel alımında akıl, bilgi, tecrübe, kıdem, yetenek ve kapasitenin üst bileşeni olan liyakat ilkesi zedelenirse var olan hukuk da zedelenmiş olur. Yüzbinlerce öğretmenin ve kamuoyunun beklentisi mülakatın tümüyle kaldırılması yönündedir.

*Eğitimci