Montaj, kadraj ve lavanta suyu

Türkiye’nin son yıllarını güçlü bir sembolizmle tek bir fotoğraf karesine sığdıran bir görüntüydü o. İnkarı da aslı kadar utandırıcı oldu ve dönemin simgelerinden biri olarak uzun yıllar hatırlanmayı şimdiden ‘hak etti’.

Hakkı Özdal hakkiozdal@gmail.com

Kangren olmuş uzuvları, lavanta suyu ile iyileştiremezsiniz.

Hegel

21 Mart 2015 günüydü… Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran’da yapılacak seçimler için iki aydır fiilen sahadaydı. Anayasal olarak ‘tarafsız’ olmasına, bu konuda kendisini bir ‘yeminle’ bağlamasına rağmen, kâh “kurucusu olduğum parti” kâh “gönlümdeki parti” diyerek iktidar partisi için açıkça oy istiyor, “400 milletvekilini verin sistemi değiştirelim” diyordu, her fırsatta. 21 Mart günü Denizli’deydi. Akşam bir otelde konuştu. “10 Ağustos'ta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle Türkiye’de bir dönem fiilen bitmiştir” diyordu, “parlamenter sistem 10 Ağustos'ta bir daha geri dönüşü olmamak üzere bekleme odasına alındı.” Bu ‘bekleme’nin “mevcut uygulamaya anayasal zemin kazandırılana kadar” süreceğini söylüyordu. “Mevcut uygulama” dediği şeyin anayasal bir zemine sahip olmadığının itirafıydı bu.

Anayasa Mahkemesi’nden ses çıkmadı…

Altı ay sonra, 14 Ağustos 2015 günü, bu kez Rize'de konuşuyordu. 7 Haziran yenilgisinin şokunu atlatmış, bir milliyetçi rüzgarla yelkenlerini şişirmekteydi. “Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var” dedi Rize’de, “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir...” Fiili durumun anayasal olmadığını bir kez daha vurguluyordu.

Anayasa Mahkemesi’nden ses çıkmadı…

28 Şubat 2016 günü Fildişi Sahili’ne gitmek için Atatürk Havalimanı’ndaydı. Anayasa Mahkemesi, tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için tahliye kararı vermişti. Gazeteciler bu kararı sordular. Aynen şöyle yanıtladı: “Ben Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararı kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.

Anayasa Mahkemesi’nden ses çıkmadı…

* * *

Daha iki yıl öncesinden “fiili duruma anayasal zemin kazandırmak” olarak tarif edilen başkanlık referandumu bu yıl 16 Nisan’da yapıldı. Yüksek Seçim Kurulu oylama sürerken mühürsüz oyları geçerli sayan bir karar aldı. Bu kararla gölgelenmiş referandumdan ‘Evet’ çıktı ve parlamenter sistem, kapatıldığı ‘bekleme odası’nda boğuldu.

Ama YSK’nın mühürsüz oy kararı Halkın Kurtuluşu Partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. AYM, 7 Temmuz’da kararını açıkladı. Başvuruyu "yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez bulmuştu.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL kapsamındaki çıkarılan KHK’lara görevden atılan 70 bini aşkın kişinin başvurusunu da 4 Ağustos günü tek kalemde reddetti Anayasa Mahkemesi: OHAL kapsamında çıkarılan ilk iki KHK da Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş; mahkeme 4 Kasım 2016’da bu başvuruları da “yetkisizlik” gerekçesiyle geri çevirmişti. Üstelik 1991, 1992, 2003 yıllarında benzer başvurular için kurduğu içtihatları değiştirdiğini ilan ederek.

Aynı 4 Kasım 2016 günü, Meclis’teki üçüncü büyük partinin eş genel başkanı Selahattin Demirtaş Diyarbakır’da tutuklandı, bir helikopterle getirildiği Edirne’de hapishaneye konuldu. Yasama dokunulmazlığı –yine anayasaya ve temel hukuk normlarına aykırı şekilde– “geriye doğru yürütülen” bir kararla kaldırılmış, Anayasa Mahkemesi buna da sessiz kalmıştı.

İki eş başkanı ve 10 milletvekili tutuklanan HDP’nin temsilcileri dün Anayasa Mahkemesi binasındaydı. Tutuklu vekillerin ve genel başkanların durumunu görüşmek için uzun zamandır bekledikleri randevu verilmeyince bizzat Adalet Nöbeti tutmak üzere gittiler yüksek mahkemeye. Saatlerce bekledikten sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’la bir görüşme yapabildiler.

Bu görüşmeden sonra hem AYM Başkanı Zühtü Arslan, hem de HDP Sözcüsü Osman Baydemir birer açıklama yaptılar basına.

Baydemir, tutuklu vekillerle ilgili olarak, anayasa ihlali ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırılığın devam ettiğini vurguladıklarını ama görüşmenin ümit verici olmadığını söyledi.

AYM Başkanı’nın ise gündeminde bile değildi bu konu. O başka bir ‘açıklama’ yapıyordu basın mensuplarına. Saray’daki 30 Ağustos resepsiyonunda çekilen ve kendisini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı eğilerek selamlarken gösteren fotoğrafın ‘montaj’ olduğunu söylüyordu: “O fotoğraf gerçeği yansıtmıyor. Üzerinde çalışılmış, kadraj oyunuyla manipülasyonun bir örneği. Ben meslek hayatım boyunca Allah'tan başka hiçbir gücün önünde eğilmedim eğilmem de...

Beş dakika sonra internet siteleri, bizzat Anayasa Mahkemesi’nin web sayfasından aldıkları video görüntülerle ‘eğilmeyi’ gösterdiler.

O eğilmenin kendisi mi, yoksa beş dakika içinde bir sabun köpüğü gibi patlayan bu montaj-kadraj bükülmesi mi daha hüzün vericidir yetişkin bir insan için?

Türkiye’nin son yıllarını güçlü bir sembolizmle tek bir fotoğraf karesine sığdıran bir görüntüydü o. İnkarı da aslı kadar utandırıcı oldu ve dönemin simgelerinden biri olarak uzun yıllar hatırlanmayı şimdiden ‘hak etti’.

Ama, yukarıda sıralanan örneklerin de gösterdiği gibi, zaten bir süredir sessizlikleriyle, kararlarıyla aynı ‘pozu’ veriyordu yüksek mahkeme… ‘Lavanta suyu’ ile iyileşemeyeceği biliniyordu.

Tüm yazılarını göster