Milyarderler neden uzaya gitmeye takıntılı?

Musk, Bezos ve Branson, Dünya'daki uygarlığın yok olması halinde başka bir yerde insanlığın bir yedeğinin olabileceğini düşünüyor.

Abone ol

Thomas Moynihan

Branson, Bezos, Musk: Bu milyarderler, neden tüm maddi varlıklarıyla uzay yolculuğuna kafayı takıyorlar? Tesla’nın kurucusu olan Elon Musk, ‘çok gezegenli’ olmanın, insan neslinin tükenmesi ya da gezegensel çöküş risklerine karşı bizlere ‘güvenli’ bir liman sağlayabileceğini söylüyor, Amazon’dan Jeff Bezos ‘dünyayı kurtarmaktan’ bahsediyor. Eğer uygarlık bir gezegende yok olursa, bu milyarderler başka bir yerde bir yedeğimiz olabileceğini düşünüyor gibi görünüyorlar.

Bezos, Musk ve Richard Branson, bu hayata, uzaya giderek insanlığın geleceğini güvence altına almak gibi yüce bir amaç uğruna gelmiş gibi görünüyor. Pek çok insan ise bunu, çevresel çöküş gibi somut ve dünyevi sorunlara çok az ilgi gösteren milyarderlerin yaptığı gösteriş diyerek reddediyor. Daha da kötüsü, diğer bazıları bu girişimlerin tarihteki yağmacı toprak gasplarını anımsattığını söylüyor. Yine de, 'uzaya gitmek' ve 'insan türünü kurtarmak', Dünya’daki insanları uzun zamandan beridir büyüleyen fikirler. Bu fikirlerin ortak tarihi, şu andaki destekçilerinin kim olduğundan bağımsız biçimde, neden bu olasılıkla büyülendiğimizi ortaya koyuyor.

BATI’NIN YÜZLERCE YILLIK UZAY DÜŞLERİ

Batı, yüzlerce yıl boyunca, evrenin yaşam ve zekâyla dolu olduğu varsayımıyla yol aldı. Alternatifi -yani insanların aslında yalnız ve hayattan mahrum, verimsiz bir boşlukla çevrili bir zekâ vahası olduğunu- kabullenmek çok zordu. Birçok başka gezegenin de aslında bize benzeyen yaratıklarla dolu olduğu varsayılıyordu. Bu yüzden, hiç kimse Dünya’nın sonunun, aynı zamanda insan varlığının da sonu anlamına geleceğini düşünmüyordu. Ve insanlığın yaşamı barındırmayan bir evrene hayatı yaymak amacıyla başka gezegenlere göç ettiğini düşlemek için ortada bir sebep yoktu. Bazı yazarlar, diğer gök cisimlerini ve insansı sakinlerini ziyaret etmek üzere seyahatler gerçekleştirildiğini hayal ettiler; yine de bu yerlere kalıcı biçimde yerleşmeyi düşünmediler.

Öte yandan, Viktorya dönemine gelindiğinde, kimi insanlar Dünya’nın yok oluşunun evrendeki insan varlığının da sonu anlamına geleceğini kabul etmeye başladı. Bilim insanları, Dünya’nın geleceğine ilişkin çeşitli vadeler biçmeye başladılar. Güneş’in yakıtını tükettiğini, küçüldüğünü ve soğuduğunu düşünüyorlardı. HG Wells gibi yazarlar, insanlığın, Güneş öldüğü zaman Venüs gibi iç Güneş Sistemi gezegenlerine taşınabileceğini ileri sürdüler. Buna karşın, ölmekte olan yıldız korunun etrafında toplanmak, yalnızca kaçınılmaz sonu uzatırdı. Öngörüler kötümserdi: 1800’lü yılların sonunda, fizikçiler yalnızca birkaç milyon yıllık Güneş ışığı kaldığını öngördüler.

Diğer yıldızlara yapılacak mürettebatlı yolculuklarla ilgili ilk somut öneriler 1900’lü yılların başında ortaya çıktı. 1920’lerde, İngiliz-Hintli genetikçi JBS Haldane, insanlığın başka yıldız sistemlerine göç etmesi halinde, geleceğinin -yıldızdan yıldıza göç ederek- on trilyon yıl sürebileceğini söyledi. Dünya’ya bağlı kalmamız halindeyse, tüm geleceğimizin bunun yalnızca küçük bir kısmı olacağı hususunda uyarıda bulundu. Haldane, insanların, insanlık tarihinin henüz en başında yaşıyor olabileceğini ve doğum yerinden ayrılması durumunda, en büyük başarılarına bu gelecekte ulaşabileceğini düşündü. Ama diğerleri bu fikre şüpheyle yaklaştılar. CS Lewis, 1962 yılında, gezegenler arası seyahatin sadece 'yeni bir sömürgecilik' türü yaratacağını öngördü.

YALNIZCA SESSİZ BİR BOŞLUK

1960’lara geldiğimizde, kozmik mahallemizde yaşam olup olmadığı sorusunun yanıtı en sonunda aktif biçimde araştırılıyordu. Uydu antenleri, diğer uygarlıkların sinyallerini tespit edebilmek için gökyüzünü tarıyordu. Bu arayışta hiçbir şey bulunamadı; yalnızca sessizlik vardı. Wells’in dahil olduğu neslin aksine, bilim insanları artık Mars’ta ileri uygarlıklar bulunmadığını biliyorlar. Samanyolu’ndaki -ve hatta tüm gözlemlenebilir evrendeki- biricik uygarlık olma ihtimalimiz artık neredeyse kesin biçimde kabul gördü. Uzay araştırmaları, terimin ortak kullanımında 'yeni bir sömürgecilik' biçimi değildi; zira, en azından Güneş sistemimizde yerleştiğimiz her yer karmaşık yaşamdan yoksun olacaktı.

Nükleer silahların ortaya çıkışından itibaren, insan neslinin tükenmesi olasılığı, artık daha önceki fizikçileri endişelendiren ‘ölmekte olan Güneş’ gibi uzak bir olasılık değildi. Türümüzü ortadan kaldırabilecek nükleer füzeler bu tehdidi yakın ve antropojenik [insan kaynaklı] bir hale getirdi.

Bu tekinsiz nükleer sonrası bağlamda, Isaac Asimov ve Stephen Hawking gibi yazarlar ve düşünürler, eğer insanlığı korumaya önem veriyorsak Mars’a yerleşmek için acele etmemiz gerektiğini söylediler. Eğer insanlık nihayetinde 'yıldızlararası' bir tür haline gelirse, bütün uygarlık tarihinin ilk sonsuz kesitinde yaşayabilirdik. Başarabileceğimiz şeylerin zirveleri ve üstünlükleri, işte bu gelecekte yatıyor olabilirdi.

DÜNYA’YI KORUMADAN HİÇBİR YERE GİDEMEYİZ

Bununla birlikte, yakın gelecekte iklim krizi, ortaya çıkan yeni virüsler ve mühendislik ürünü hastalık olasılıkları gibi büyük tehditlerle acilen yüzleşmemiz gerekiyor. Bunu yapmak yalnızca yaşayanların hayatlarını iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda onlardan sonra gelebilecek herkesin hayatını da koruyacak.

Şu anda Dünya atmosferinden kaçabilenler yalnızca astronotlar veya Musk ve Bezos gibi milyarderler. Güneşimiz yaşlandıkça bir gün Dünya’nın yaşanmaz bir hale geleceği ve daha geniş evrenin bunun çok ötesinde, çağlar boyunca karmaşık yaşamı destekleme potansiyeline sahip olacağı doğru. Bununla birlikte, insanların diğer gezegenlere yerleşme şansına sahip olup olmadıkları tamamen şu anda yaşayan insanların eylemlerine bağlı. Bu yüzden, en acil önceliğimiz çevreyi korumak ve herkesin aşırı düzeydeki tehditlerden korunmasını sağlamak olmalı.

Kendi kendimizi yok etmek için araçlar yarattık ve doğal çevrenin yıkımına öncülük ediyoruz fakat bunu engellemek için gereken kurumları ya da ortaklaşa aklı geliştiremedik. Bu, insanlar yıldızlara ulaşmak, insan türünü bu büyük tehditlerden korumak gibi büyük ve çok nesilli projelere girişmeden önce, şu anki en acil görevimizdir.

Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)