Menbiç’te zamanlama manidar

Bu uzlaşı hayata geçerse ABD Türkiye ile Suriye’de doğrudan ve açık bir şekilde askeri işbirliğine girmiş olacak. ABD böylece Türkiye’yi Rusya ve İran’la diplomatik işbirliği yapan bir ülke olmaktan, kendisiyle askeri işbirliği yapan bir ülke konumuna getirmiş olacak.

İlhan Uzgel iuzgel@gazeteduvar.com.tr

Cerablus ve Kobani’nin güneyinde bulunan Menbiç uzun süredir Türkiye ile ABD arasındaki sorunlu konulardan biriydi. Beklenmedik bir şekilde Haziran başında iki ülke dışişleri bakanlarının görüşmesiyle bu konuda bir anlaşma olmasa da uzlaşmaya varıldığı açıklandı. Bu yazıda, Menbiç meselesinin Türkiye’nin hem Suriye politikası, hem de ABD ile ilişkilerinde nereye oturduğunu tartışacağım ve ABD ile yeni ilan edilen bu pazarlığın aslında Şubat ayında olgunlaştığını ama muhtemelen Washington’da dışişleri bakanı değişimi, Türkiye’de ise seçimler nedeniyle bu tarihe sarktığını savunacağım.

ABD, KUZEY SURİYE VE MENBİÇ

Arap Baharı'nın Suriye’ye sıçramasının üzerinden yedi yıl geçti ve ABD hala Suriye’de çok düşük bir maliyetle çok kritik ve belirleyici bir role sahip. Öyle ki, Türkiye, sınırından yaklaşık 40 km uzaklıktaki bir kasabada ortak askeri kontrol için pazarlığı 10 bin km ötedeki Washington’da yapıyor.

Amerikan hegemonyası için Suriye ve onun kuzeyi olmazsa olmaz bir değer taşımıyor. Ama gerek Rusya’nın kendi sınırları ötesindeki tek askeri müdahale alanı olması, gerek İsrail’in güvenliği ve gerekse de İran’ın yayılması gibi kaygılarla bu ülkedeki askeri varlığını devam ettirmeye kararlı. Bunun için de Kürtlerle kurduğu işbirliği hayati öneme sahip. Fakat bu işbirliğinin amacı, Türkiye’de tutkulu bir inanca dönüşmüş olan Irak’tan Akdeniz’e ulaşan bir Kürt koridoru olmak zorunda değildi. ABD koşul ve yerel imkanlar elverse böyle bir projeyi destekleyebilirdi fakat sonuçta bunun mümkün olmayacağı ortadaydı. Bunun için haritaya uzman olmayan bir bakış bile yeterliydi. Akdeniz’e çıkış ya Hatay üzerinden ya da Lazkiye üzerinden olabilirdi. Yaklaşık 700 km bir alana yayılmış üç Kürt kantonu sahip olduğu nüfus, ekonomik güç, askeri kapasite vs açısından çok yetersizdi. Zaten Türkiye, nispeten düşük maliyetli iki operasyonuyla aslında bunun nasıl zayıf bir ihtimal olduğunu kendisini yalanlayacak şekilde gösterdi.

ABD için Suriye şu anda iki açıdan önem taşıyor. Birincisi, savaş bittiğinde Rusya’nın bundan mutlak bir zaferle çıkmaması, bu nedenle Suriye’nin en azından bir bölümünde Kürtler üzerinden kendi askeri varlığını tutması. İkincisi ise, İran’ın Suriye üzerindeki etkisinin azaltılması. Bu yüzden ABD bütün ağırlığını coğrafi açıdan savunulabilir ve sürdürülebilir bir bölgeye verdi, enerjisini buraya yoğunlaştırdı. Fırat Kalkanı operasyonundan sonra zaten bütüncül bir Kürt koridoru imkanı kalmamıştı ve Afrin ile coğrafi bağlantı kesildiği için ABD dikkati daha fazla Fırat’ın doğusuna çevirmişti.

YEDEK PLAN: ARAP KOALİSYONU

ABD bir süredir Suriye’nin kuzeyi için başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerinden destek istiyor. Bu ülkelerin hem maliyetini üstlendiği hem de askeri gücünü sağlayacağı bir “istikrar gücü”nü bölgeye yerleştirme planları yapıyor. Özellikle neocon John Bolton’un Ulusal Güvenlik danışmanlığına ve Mike Pompeo’nun dışişleri bakanlığına atanmasıyla birlikte bu konudaki görüşme ve pazarlıklar hızlandı. ABD bunu IŞİD’in yenilmesi durumunda ortaya çıkan boşluğu İran’ın doldurmasının önlenmesi olarak sunuyor. Eğer bu plan gerçekleşirse PYD denetimindeki bu alanda Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri'nden askerler yerleşecekler. ABD bununla iki amaç taşıyor olmalı. Bir yandan Türkiye, yanı başında PYD ile birlikte, hiç tercih etmeyeceği Mısır ve Suudi askerlerini de görecek. Öte yandan Arap-Farsi karşıtlığı Suriye’de yeniden güçlü bir şekilde yeniden üretilecek ve İran’ın Suriye’deki etkisi azaltılmaya çalışılacak.

AFRİN TÜRKİYE’YE, MENBİÇ’TE ABD İLE ORTAK, FIRAT’IN DOĞUSU ABD İLE PYD’NİN

Aslında Türkiye ile ABD arasındaki pazarlık çok önceden belliydi. Stratejik önemi olan ama coğrafi açıdan elde tutulması zor olan Afrin’in Türkiye’nin kontrolüne girmesi ABD açısından sorun değildi. Menbiç ise Fırat’ın batısında bir cep olarak kalmıştı ve statüsü pazarlığa tabiydi. Ama Fırat’ın doğusu ABD açısından kırmızı çizgiydi ve öyle de kaldı. Dikkat edilirse Türkiye Afrin’e operasyon düzenlerken, Menbiç için uzun süredir çok ısrarlı bir talepte bulunurken, Fırat’ın doğusu söz konusu olduğunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Türkiye’nin askeri operasyon ve diplomatik pazarlık yaptığı yakın coğrafyaya baktığımızda batıdan doğuya doğru gidildiğinde Afrin, Cerablus, Menbiç deyip en doğuya İran sınırındaki Kandil’e sıçrıyor. Eğer Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunu tehdit olarak görüyorsa bunun merkezi yeri Cerablus’tan başlayan ve Türkiye sınırı boyunca yaklaşık 400 km devam eden PYD kontrolündeki bölge olmalıydı. The Arab Weekly internet sitesinde 4 Mart’ta yayınlanan bir yazıda, ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi John Ford’un, Türkiye’nin görüşmelerde Fırat’ın doğusunu hiç gündeme getirmediğini açıkça söylediği yazıyor. Dolayısıyla, içeride yüksek sesle dile getirilen terör kuşağı iddiası, diplomatik pazarlıklarda gündeme getirilmiyor ve pazarlık Fırat’ın batısıyla sınırlı tutuluyor.

ABD MENBİÇ’TE NEDEN UZLAŞTI?

Yukarıda değindiğim gibi Menbiç özellikle ABD stratejisi açısından vazgeçilmez bir bölge olmaktan çok bir pazarlık aracıydı ve bu işlevini de yerine getirdi. Afrin PYD kontrolündeyken Menbiç’in bir önemi vardı ama Afrin düştükten sonra bu anlamı da kalmamıştı.

Türkiye’nin ilan ettiği uzlaşıya göre, PYD silahlarını bırakıp ayrılacak ve yaklaşık altı ay içinde nüfus dağılımını yansıtacak şekilde yeni yerel yönetim kurulacak ve güvenliği de ABD ve Türkiye askerleri sağlayacak.

Bu uzlaşı hayata geçerse ABD Türkiye ile Suriye’de doğrudan ve açık bir şekilde askeri işbirliğine girmiş olacak. ABD böylece Türkiye’yi Rusya ve İran’la diplomatik işbirliği yapan bir ülke olmaktan, kendisiyle askeri işbirliği yapan bir ülke konumuna getirmiş olacak. Ayrıca, Suriye’de İran’ın etkisini azaltma politikasının bir parçası olarak da Türkiye’yi kendi yanında daha fazla çekmiş oluyor. Aslında, ABD Suriye politikasında bir değişikliğe gitmeyip belli bir noktasında müttefik değiştiriyor. Türkiye, ilginç bir şekilde, daha önce PYD/YPG’nin oynadığı rolü oynamayı kabul etmiş oluyor. O kadar ki, daha Nisan ayında ABD Menbiç’te iki yeni askeri tesis açtı, dahası Türkiye ile uzlaşmanın ilan edildiği günlerde 250 TIR dolusu silah ve araç gönderdi. Böylece, Türkiye ile uzlaşsa da PYD’ye verdiği desteğin devam ettiğini göstererek onların da gönlünü almış oldu.

PAZARLIK NE ZAMAN YAPILDI?

Öyle görünüyor ki, bu konudaki pazarlık uzun sürmekle birlikte, Şubat 2018 civarında belirginleşti. Bu ay içinde dışişleri bakanı Tillerson Ankara’da Erdoğan ile uzun bir görüşme yaparken, The Washington Post gazetesinde David Ignatius 14 Şubat tarihinde Türkiye ile ABD’nin Menbiç’te ortak bir şekilde güvenliği sağlayacaklarını yazıyordu. ABD’nin eski Ankara büyükelçisi James Jeffrey de 6 Marttaki bir mülakatında Türkiye ile ABD’nin Menbiç’te ortak askeri gözlemcilik yapabileceklerini, kendilerinin Kürtleri bu konuda ikna edebileceklerini söylüyordu. Dolayısıyla, birkaç ay önce varılan uzlaşının ilan edilmesi için uygun bir tarihin beklendiği anlaşılıyor.

Öte yandan Türkiye giderek daha fazla Suriye’nin içine dahil oluyor. Afrin, Cerablus, İdlib, Menbiç ve aynı anda kuzey Irak’ta Mahmur, Sincar ve Kandil’e operasyon ihtimali dikkat çekici. Türkiye tarihinde hiçbir zaman aynı anda bu sayıda askeri operasyon yürütmedi, komşu ülkelerinde bu ölçüde askeri olarak müdahale etmedi. Bu askeri ve tabii ki siyasal olarak aşırı yayılma ve beraberinde getireceği sorunlarla uğraşma anlamına da gelebilir. Genel olarak sahada olunca masada güçlü olunabilir ama bir çıkış stratejisi belirlemeden bu geniş ama o ölçüde istikrarsız bir coğrafyada yayılmak risk alanını ve ihtimalini de genişletir. Afrin harekatının sonuçlarından tatmin olmayan Erdoğan yönetiminin Menbiç’te diplomasi ve Kandil’de tekrar askeri seçeneği denemesi ise beklediği sonucu veremeyebilir.

Tüm yazılarını göster