Mem’in Guernica’sı

Mem Ararat’ın müziği, insanın tarihe mahcup olmamak için kulak vermesi gereken hafızanın şiiridir. O müziğin içinde bir güvercinin kanat sesi yankılanır.

Selim Temo stemo@gazeteduvar.com.tr
Gazi Çağdaş’ın “Hêviya Bajarekî”ye yaptığı albüm kapağı.

Bazen birilerinin okumadan, dinlemeden, bilmeden reddetmelerinden yakınırım ama meğer bende de mevcut bir belaymış bu. Yıllar önce fakülteden yorgun ayaklarla dolmuşa doğru yürürken etrafımı saran öğrenciler o akşam gerçekleşecek konsere gelmem için ısrar edip durduklarında, “amaaaan” demiştim içimden, “öğrencilerin sevdiği bir şarkıcı işte, gidip bar sounduyla müzik mi dinleyeceğim!” Hem ayrıca öğrencilerle okul dışındaki sosyal ortamlarda bir arada olmak doğru olmazdı.

İkinci gerekçemde ısrarlıyım hâlâ, ama ilk gerekçem beni sonra kendime çok mahcup edecekti. Kendimi bir süre sonra hoş gördüm, ama bir kez de huzurunuzda mahcup olmalıyım. Bir ara hoş görmeyi unutmayınız.

Demek sabit fikir de varmış ki herhangi bir şarkısını dinlemeye direndim durdum. Sonunda dolmuşun birinde billur bir sesin ruha aktığını fark ettim. Sorunca, “Mem Ararat” dedi şoför. Şiirli bir sonbahar akşamıydı.

O günden sonra bütün şarkılarını dinlemeye başladım. Ama ezgiden söze, tondan edaya yürümeye başladım bu kez. Daha çok dinleme yoluyla kendimi daha da hoş görürken zarif bir şairle tanıştığımı fark ettim. Burada hiçbir dizesini çeviremem, hakkım yok gibi geliyor bana. Belki yazının içinde o sözlerin esiniyle yer altından yükselen kuş seslerini yazabilirim. Çünkü Mem Ararat, zamanla, özel bir dünyanın göğüne dönüşmeye başladı bende.

Birkaç yıl sonra, Mardin’de yaşayan sanatçılar onuruna verilen bir yemekte avluda birkaç dostla laflarken çıkıp geldi. “Ben Mem” dedi. İnsanda kardeş olma duygusu uyandıran bir gülümseme ile baktı herkese. Sonra kahve içmeye bir yere geçtik. Herkesle kurduğu eşit ilişki, yazdığı ve okuduğu gibi biri olduğunu düşündürdü. Sonraki günlerde daha çok zaman geçirdik birlikte. Övgüden mahcup olduğu için övemedim, burada da övmeyeceğim mahcup olmasın diye.

Ama onun sesinin bir enstrüman olduğunu söylemeliyim. Mem Ararat şarkı söylemiyor aslında, herkes yanılıyor! Onun sesi, ses verdiği her şarkının bir enstrümanı. Hepsi öyle de en çok “Zîz”de öyle bence. Burada ses şarkıdan uzaklaşıyor ya hani, sanki bir enstrüman kendi içine gömülüyor.

Hangi şarkısını daha çok sevdiğimi bilmiyorum, ama son albümü olan “Xewna Bajarekî” başka bir yerde gibi geliyor bana. Bütün anneler gibi bir annenin “Strana Bêdengiyê”deki sözleri ise içime işler. Mem, evladının yolunu gözleyen anneler gibi, Cemîla Çağırca’yı günlerce derin dondurucuda saklayan annenin sesini de ünler. “Lorîka Cemîlayê”yi dinleyememek gibi bir huy oluştu bende. Gerçeklik o kadar korkunç ki sanat ne söyleyebilir diye sorup dururken bulduğum bir cevap gibi. Pek az kimsenin söylemeyi geçin, duymaya zor dayanacağı bir cevap.

Mem Ararat, sayısız insanın unutmayı tercih ettiği, unutmak zorunda kaldığı, bir gün hatırlamak için ertelediği günleri uzun bir şiir olarak yankıladığı “Strana Bajarekî” şarkısında bir Guernica’yı gözler önüne serer. Geleceğe düşürülmüş bir kayıttır o. Bugünün tarihidir. Zaten onun sanatı, hafızanın estetikle, sözün poetikayla buluştuğu yerde serpilir. Ruhu yanan bir aleve çevirir, aşkın yurdunda özgürlüğe çıkacak bir yolculuğa çağırır.

Yasın içinde sonbahar yapraklarına sokulan yağmurun yankısıdır onun dizeleri. Faulkner’ın tarla işçilerinin içinden çıkan sanattır sanki, ulusal kadar sınıfsaldır da. Uzun bir kışın ardından gelecek bir bahara bakar. Çarşılardan, evlerden, odalardan, dağlardan, pınarlardan, nehirlerden, zeytin bahçelerinden eksilen seslerin tümüdür. Unutmama terbiyesidir baştan sona. Bizi dışarıya bakan bir kapının önüne çıkarır.

Mem Ararat’ın müziği, insanın tarihe mahcup olmamak için kulak vermesi gereken hafızanın şiiridir. O müziğin içinde bir güvercinin kanat sesi yankılanır. O zaman bilen yeni baştan kulak vermeli, bilmeyen kendini hoş görünceye kadar dinlemeli. Çünkü onun sesli Guernica’sının içindeyiz hâlâ.

Tüm yazılarını göster