Medenî kimselerin vahşilerle mücadelesi

Bugüne ışık tutabilecek ve böylece gerekli her şeyi seçebilmemizi sağlayacak bazı anahtar olguları, ABD başta, Batılı büyük güçlerin himayesinde kurulan, şimdi yıkılmakta olan rejimin “iç güvenlik” politikasında buluyoruz. Bu politika, rejimin karakteristiklerini barındırıyor. Şiddet, dehşet, hukuksuzluk, eşitsizlik, para… çok para. Kandahar örneği, bize hissesi bol kıssalar sunuyor.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

Afganistan’da iktidarı ve sokağın denetimini ele geçiren Taliban, “bu sefer valla öyle yapmayacağız” ortaoyunundan acı gerçekler dramasına çabuk sıçradı. Örgüt, “intikam yok”, “asıp kesmek yok”, “herkesi affediyoruz” gibi, kendisinin de pek inanmadığı vaatleri, başkente giriş törenlerinde eksik kalan kutlama manzarasını tamamlamak üzere, konfeti misâli ortalığa saçtı. Ancak üzerinden yirmi dört saat geçmeden ev ev insan avına girişti. “Düşmanla işbirliği” yapmış kimselerin evlerini basıyor, aradığını bulamazsa ailesini rehine alacağını, hapse atacağını bildiriyor. Kaç kişiyi sahiden götürüp içeri attılar, henüz bilmiyoruz. Ama zulmün yüzü kendini yalnız tehdit ve görece sınırlı bu baskıyla göstermekle yetinmedi ve Taliban’ın Hazara azınlığından dokuz erkeği, bazılarına feci işkenceler yaparak katlettiğini öğrendik. Herkes iktidar merkezi başkent ve özellikle Kabil Havalimanı’ndaki fecaatle meşgûl olduğundan ve gazeteciler, Taliban’ın ele geçirdiği bölgelere gitmeyi bariz can tehlikesi nedeniyle göze alamadığından, örgütün ülkenin nerelerinde hangi çapta kanlı işler yaptığı anca yavaş yavaş ortaya çıkacak. Birileri can pahasına dünyaya haber iletmeyi göze aldıkça.

Afganistan’ı 1970’lerde yakından, sonrasında uzaktan ve zaman zaman izleyen biriyim. Bu yüzden, ülkenin muhtemel siyasî geleceği ya da ülke içi siyasî-toplumsal dengeleri hakkında uzun boylu laf edecek donanımım yok. Ancak şimdi hızla gelinen aşamayı anlayabilmek ve bundan sonrasını sağlıklı şekilde izleyebilmek için uğraşıyorum. Bazı bilgiler anahtar işlevine sahiptir. Aynı zamanda kızıl-ötesi, mor-ötesi ışık saçarlar. Başka türlü kendini göstermeyen olgular, bağlantılar, onların ışığında ortaya çıkıverirler. Bu tür bilgilere ulaşmayı ve size aktarabilmeyi umuyorum.

'FAİLİ MEÇHUL'ÜN AFGANCASI

Taliban’ın neredeyse hiç savaşmadan kazandığı zaferin öncesinden sözedeceğiz. Bugüne ışık tutabilecek ve böylece gerekli her şeyi seçebilmemizi sağlayacak bazı anahtar olguları, ABD başta, Batılı büyük güçlerin himayesinde kurulan, şimdi yıkılmakta olan rejimin “iç güvenlik” politikasında buluyoruz. Bu politika, rejimin karakteristiklerini barındırıyor. Şiddet, dehşet, hukuksuzluk, eşitsizlik, para… çok para. Kandahar örneği, bize hissesi bol kıssalar sunuyor.

Öykünün iki kahramanından üstte olan, Kandahar polisinin başındaki Abdül Razik. Onun maceraları konusunda kaynaktan bol şey yok ve kötü şöhretine şöhret katan hadiselerin bini bir para. Öykünün öbür kahramanı, “Caco” ismiyle meşhur olmuş polis. Razik’in emrindeki “muhteşem dörtlü”den. Sadece etrafta dolaştığının bilinmesi, Kandahar’ın kırsal ahalisini titretmeye yetiyordu. Aşağıda aktaracaklarımın çoğu, bizzat Caco’nun eline düşmüş araştırmacı-yazar Anand Gopal’in Eylül 2014’te Harper’s Magazine’de çıkan yazısından. Başlık: “Kandahar’daki Esrarengiz İnfazlar”.

Bunu “faili meçhuller” diye okursak, biz Türkiye ahalisi, meselenin ne olduğunu şıp diye anlayabiliriz. Ufak farklar yok değil. “Afgan JİTEM’i”nin Caco gibi süper elemanları, insanları götürüp kaybetmekten çok, ağır işkence görmüş cesetleri ortalığa bırakarak marifetlerine imza atmayı yeğliyorlardı. Ya da gelip doğrudan kendi Humvee’leriyle kaçırabiliyorlardı, iki gün sonra cesedi bulunacak insanları. Korku salmak için. Aktaracaklarımın, Taliban’ın dinî kılıfı bir yana, Afganistan’da ciddî tabanı da olan tepki hareketinin neden böylesine sert ve acımasız olduğuna dair açıklayıcı iş görmesini umuyorum. Bu amaçla, maalesef okurları rahatsız edebilecek ayrıntıları olduğu gibi sunmak zorundayım.

DEHŞETİN 'VÜCUT' BULUŞU

2013-14’te Kandahar’da “faili belli” vahşi cinayetler birbirini kovalıyordu. İnsanlar ortadan kayboluyor, kısa süre sonra cesetleri bulunuyordu. Anand Gopal’in aktardıkları gösteriyor ki, cesetlerin halinden, bu insanların sadece kaçırılıp diyelim vurularak öldürülmediği, korkunç, berbat işkencelere mâruz bırakıldıkları anlaşılıyordu. Alt dudağı ikiye yarılmış, midesinin yanısıra yüzünden de defalarca bıçaklanmış, tek gözü oyulmuş, bedeninde testere ile açılmış yarıklar, yanık izleri bulunan, kaşları, saçları yanmış, elleri arkadan kelepçeli cesetler oluyordu, bulanları dehşete sürükleyenler. Ya da sıkılan çok sayıda kurşunla kafası delik deşik edilmiş, suratından eser kalmamış bir ceset kanalda yüzerken görülüyordu. Resmî katiller bazen daha incelikli çalışmış olabiliyorlardı: hastaneye hiçbir yerinde işkence izi görülmeyen iki cansız beden getiriliyor, ikisinin de kafatasında matkapla açılmış delikler bulunduğu tesbit ediliyordu. Bazen dişleri sökülmüş, burunları, gözleri veya kulakları yerlerinde olmayan, hattâ bazıları bütünüyle başsız beş-on ceset birarada bulunabiliyor, hiçbiri teşhis edilemiyordu. İşkencenin sonunda elektrik şokuyla öldürülenler de çoktu. Bazı cesetlerin de kolları bacakları kırılmış oluyordu. Üzerlerinden araçla geçildiğini belli eden lastik izleri seçilebiliyordu. Cesetlerin ortada bırakılmadığı yegâne durum, kurbanın canlı canlı gömülmesiydi.

Bu caniliklerin yoğunlaştığı dönemde aşağı yukarı her gün en az bir kayıp başvurusu yapılıyordu. Bazı insan hakları savunucuları bunları yerel televizyon kanallarında dile getirdiler, bazı yerel gazeteler cinayetlerin peşine düştüler. Ancak gelen telefon tehditleri yüzünden hepsi geri çekilmek zorunda kaldı. “Faili meçhul” cinayetlere dair soruşturmalar, polisin “olay aydınlatılamadı” hükümleriyle çıkmaza giriyor, kurbanların yakınları korkudan üsteleyemiyorlardı.

Tabiî bu arada, aynı ailenin bazı fertlerini polisin, bazılarını -“Amerikalılara casusluk yapıyor” gerekçesiyle- Taliban’ın öldürmesi de ender görülen hallerden değildi. Hernekadar Kandahar’ın namlı polis şefi Abdül Razik Aşakzay Taliban’ı şehir ve kasabalardan uzağa sürmüş olsa da.

MİLYONER CELLATBAŞI

Razik, Paştun aşireti Adozay Aşakzay’ın öndegelenlerinden olan babası ve amcası Taliban tarafından öldürülünce savaşa katılmış bir adamdı. Herhalde aşiret bağları sayesinde hızla yükselip Kandahar’da Sınır Polisi şefliğine gelmişti. Okuma-yazması yoktu. Üç karısı vardı. Dubai’de ve yurtdışında başka yerlerde işler kurduğu söyleniyordu. Parayı nereden nasıl ediniyordu? Hem uyuşturucu ticaretinden hem de merkezî hükümete gitmesi gereken vergilerin aşağı yukarı % 80’ine elkoyarak. Buna rağmen, eski başkan Hamid Karzai ve başka bazı kodamanlar Razik’i hakkında açılan soruşturmalardan korudular. Bırakın yargılanmasını, görevden alınmasına bile razı gelmediler. Razik hakkında yargısız infaz, insan kaybetme ve işkence başta olmak üzere sayısız insan hakları ihlalini konu alan çok sayıda şikâyet vardı. Birleşmiş Milletler’in ilgili birimleri Razik’in görevden alınmasını, yargılanmasını talep ettiler, onlar da sonuç alamadılar. Belli ki şebekenin elemanıydı. Kandahar’ı dehşet saçarak sindiriyor, uyuşturucu gelirinden kendi zengin olduğu yetmiyormuş gibi, vergilerin Hazine yerine kendisinin ve başka kodamanların cebine gitmesini sağlıyordu. Hamid Karzai’nin kardeşi Mahmud, Kandahar’da, gösterişli, modern iki bin evden meydana gelen, bulvarlarında şık kafeleri, suyu hiç kesilmeyen çeşmeleriyle, elektrik sorunu yaşayan şehirle alâkasız bir ayrıcalık diyarı inşa ediyordu. Şehrin yoksulları burayı görmeye gelip dönüyorlardı. Kimbilir nasıl bilenerek.

Anand Gopal Kandahar’da günlük hayatın sürekli gözetim altında olduğunu anlatıyordu. ABD ordusuna ait kameralı beyaz balonlar şehrin üzerinde durmadan uçuyordu. Gopal’in izlenimine göre, sivil polislerin seyyar satıcılarla dilenci çocukları kovaladığı kalabalık yerlerde insanlar asla siyaset konuşmuyorlardı. İnternette birçok Batılı haber sitesi yasaklıydı. Ülkedeki ABD kuvvetlerinin iki numarası Korgeneral Joseph Anderson, kolunu Razik’in omzuna dolayıp fotoğraf çektirmişti.

VE CACO

Anand Gopal’in anlattığına göre, Abdül Vedud Serhadi Caco, kendine Facebook sayfası yapmış, ülkeyi modernleştiren politikacılara övgüler düzüyor, kadın haklarını savunuyor, Taliban’ı lanetliyordu. Aynı anda, motosiklete iki kişi binenleri indirip yere diz çöktürerek kızgın egzos borusunu öptüren bir “düzen” sağlayıcıydı. Taliban’cılar genellikle motora iki kişi bindikleri için Caco bu haşin cezaya gerek görüyordu. Yaratıcılığı egzos öptürmekle sınırlı değildi. Gözaltına aldıklarını çırılçıplak soyup ortalıkta dolaştırıyor, tecavüzü “sorgu yöntemi” olarak kullandırıyor, kurbanlarını elektrik şokuyla öldürüyor ya da kafalarını kesiyordu.

Gopal, kötü bir tesadüf sonucu Caco ile bizzat karşılaşana kadar, kimseyi onun somut marifetleri hakkında konuşturmayı başaramamıştı. Herkes azıcık fısıldayıp susuyordu. Razik ve adamlarının şöhreti ülke dışına da yayıldı. 2011’de BM’nin yayımladığı işkence raporundan sonra ABD, kendi başı ağrımasın diye, yakaladığı kimseyi mümkün mertebe Afgan polisine teslim etmemeye baktı. Afgan güvenlik yetkililerinin karşı hamlesi, BM ve Kızılhaç’ın ulaşamadığı gizli hapishaneler kurmak oldu. Razik’in “muhteşem dörtlü”sünden her birinin kendilerine ait özel hapishaneleri vardı.

Yazarımız, tercümanıyla birlikte Caco’nun eline düştüğünde, Caco ona, “Bölgeme kimse benden izinsiz giremez,” demiş, onları nezarete attırmıştı. Saatler sonra onları oradan çıkarmaya gelen ABD subayı, Gopal’i, “Niye Kandahar’a geliyorsun, burası güvenli değil!” diyerek hafiften azarladıktan sonra, onların “koruma maksadıyla gözaltına alındıklarını” ileri sürmüştü. ABD’li subay, Razik’in danışmanıydı. Geceyarısına doğru gazeteci ve tercümanı salınırken, bir polis onlara Razik’in, “Sabah hemen gitsinler ve asla bir daha buraya gelmesinler!” mesajını iletmiş, “Bu emirdir,” diye eklemişti.

Gazeteci Afganistan’a tekrar döndü. Yine işkence ve yargısız infazların peşine düştü. Ve tereddütler ve vazgeçişlerden sonra, “Nasıl olsa kaybedecek şeyim kalmadı, bari başkalarına faydam dokunsun,” diyerek kendisiyle konuşan bir adamın anlattıklarını bize aktardı. Adama günlerce (çıplak ayakla buzun üstünde tutma, ayakları buza gömüldükçe üstüne çabuk donabilecek soğuk su dökme, sonra çakıl taşları üstünde koşturma, bacaklarını arkadan omuzlarına kadar gerip bağlama, o pozisyondayken hayalarını burma…) işkence edilmiş, sonra Caco bizzat gelip onu dövmüş, “Git, masumiyetine kefil olacak büyüklerini getir!” diyerek göndermiş, aile büyükleri gelip adamın masumiyeti üzerine yemin edince serbest bırakmıştı.

O zaman orada hukuk böyle bir şeydi. Uyuşturucu ticareti, vergilere elkoyma, yardımları iç etme ve kendilerine ayrıcalıklı zengin yaşamları kurma peşindeki “medenî” Afgan kodamanlarının “vahşi” Taliban’la mücadelesi de öyle.

Tüm yazılarını göster