Lucia Berlin mucizesi

Lucia Berlin’in kaleme aldığı ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’, Aylin Üçer’in çevirisiyle Siren Yayınları tarafından yayımlandı.

Abone ol

Siren Yayınları, Aylin Ülçer’in çevirisiyle yayımladığı Lucia Berlin’in öykülerine, “Çağdaş yazının en iyi saklanmış sırrı diyorlar Lucia Berlin için, biz, sadece, Lucia Berlin mucizesiyle tanışın diyoruz” cümlesiyle davet ediyor okuru. Tabii bunda 43 öyküden oluşan ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nın Türkçedeki ilk Lucia Berlin kitabı olmasının rolü büyük. Fakat asıl mesele, Berlin’in kısa öykülerinin yaşamı boyunca hatırı sayılır bir bilinirliğe ulaşmamış olması. Küçük ve sadık bir hayran kitlesinden bahsetmek mümkün olsa da bunu Berlin’in ölümünden sonra kavuştuğu ünle kıyaslamak mümkün görünmüyor. Bahsi geçen ünün de oldukça yakın bir tarihle ilişkili olduğunu eklemeliyim. 2004 yılında yaşamını yitiren Berlin, ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nın 2015 yılında yayımlanmasıyla büyük ses getirdi; kitabı, New York Times çoksatanlar listesine girdi, listelerde yer aldı, ödüllere aday oldu.

Berlin, 1960’larda yazmaya başlıyor aslında ve kısa öyküleri aynı tarihlerde çeşitli dergilerde yayımlanıyor. 1981’de kitap olarak da basılıyor. 1985 yılında, bugünlerde Aylin Ülçer’in özenli çevirisiyle okuduğumuz “Jokeyim” başlıklı öyküsü, Jack London Öykü Ödülü’ne değer bulunuyor. Ayrıca ‘Homesick’ adlı kitabıyla Amerikan Kitap Ödülü’nü (1991) alıyor Berlin. Tüm bunlar birer basamak gibi görünse de -daha önce belirttiğim gibi- onun kitlelerce tanınması henüz çok yeni.

MESELE HİKÂYEDİR

‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’ndaki öyküleri okuduktan sonra Berlin’in metinleri hakkında yazılmış makaleleri taradım ve neredeyse hepsinde benzer ifadelerle karşılaştım. Berlin’in öyküleri kimilerince fazla otobiyografik bulunsa da (bunun eleştirel bir meseleye dönüşmesinin temelinde ‘aynı şeyleri okumak’ iddiası var elbette) gerçekçi-mizahi üslubunun cezbediciliği konusunda ortak bir kanı var. Aynı anda hem acımasız hem esprili olabiliyor Lucia Berlin. Onun gerçeği sunuş şekli bu: Doğrudan ve ironik. Mizahı süsten uzak, yazar ve okur arasındaki sohbetin doğal bir parçası niteliğinde. Ki hayatı ‘doğrudan’ yansıtmaksa söz konusu olan, can yakacak kadar acımasız olmak da, zaman zaman ‘tuhaf’ görünmeyi göze alacak kadar mizaha sarılmak da bu işin birer getirisi.

“Sessizlik” başlıklı öykünün anlatıcısı, “İnsanlara feci şeyler anlatmaktan çekinmem, eğer onları komik kılmayı başarabilirsem,” diyor. (1) Berlin’inki tam da bu hesap.

Alaska’da, Montana’da, Teksas’ta, Şili’de, New York City’de, Meksika’da, New Mexico’da, California’da, Colorado’da… mutlu ve mutsuz, inançlı ve inançsız, yüksek ve alçak, inat ederek ve vazgeçerek yaşadı Berlin. Üç kez evlendi ve dört çocuk sahibiydi. Sağlık sorunlarıyla oldukça uzun bir zaman boğuştu. Skolyoz, akciğer kanseri, alkolizm… Eşlikçisi oksijen tüpleriydi (“Yuvaya Dönüş” öyküsünde görüyoruz mesela).  Temizlikçilik, öğretmenlik, santral operatörlüğü gibi işler yaptı, üniversitede dersler verdi. Berlin’in yaşadıklarının bir kısmına hâkimiz yalnızca. Coşkulu bir aşk, başı dertte geçen bir çocukluk, bağımlılıkla mücadele, hastalıklar, sıkıcı işler, arkadaşlıklar ve zorunlu iş arkadaşlıkları, merhamet ve öfke sınırında gezinen aile ilişkileri… Tüm bunların birikimi, ona kişisel tarihinin bir kaydı olarak okunabilecek öyküler yazdırdı. Anne, baba ve kız kardeş figürü başta olmak üzere aile mühim bir yer işgal ediyor bu öykülerde. Yazarın mesleki deneyimleri, heyecanları, arkadaşlıkları, bulunduğu ortamlar ve dinlediği hikâyeler, kitabın inşa edildiği temeli oluşturuyor. Özellikle mekân üzerinden kurguladığı öyküleri beğeni kazanmış Berlin’in. Mekânla kastettiğim; iş ortamları ve bu ortamlarda yaşananlar. Kitaba adını veren öykünün de bu tarz öykülerden olduğunu görüyoruz. Yalnız, bu otobiyografik atmosferin kimi zaman fazla gerçekçi geldiğini, tabii olarak okurun ‘kurmaca’ okuyor hissini yitirme tehlikesinin var olduğunu söylemekte fayda var. Her ne kadar Berlin, okurunun, öykülerin doğru olduğunu hissetmesini dilese de.

Burada şu noktaya da değinmek yerinde olacaktır: “Oto-kurmaca” denilen tür zaman zaman yeni bir keşifmiş gibi gündeme geliyor fakat Berlin 1960’lardan beri aslında bu türde metinler kaleme alıyordu. Elbette gerçeği birebir veriyor duygusu yaratsa da onu süslüyor, çeşitlendiriyor, dönüştürüyor; detaylarını değiştiriyordu. Ki bu, oto-kurmaca’nın da bir koşulu olarak kabul edilebilirdi. Nihayetinde Berlin’in oğullarından biri, “Aile hikâyelerimiz ve anılarımız yavaş yavaş yeniden şekillendi,” diyor. Gerçekte ne yaşandığı bir süre sonra ‘gerçekten’ bilinemiyor ve bu mühim de değil. Berlin’in vurguladığı gibi, “mesele hikâyedir.”[1]

HİÇBİR ŞEY OLMAYACAK ASLINDA…

Lydia Davis, ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’na yazdığı önsözde Berlin’in fikirlerini aktarırken, onun, hikâyelerin gerçeğin çarpıtılması değil, bir ‘dönüşüm’ü olması gerektiğini düşündüğünü söylüyor. Çünkü Berlin’e göre, hikâye yazılırken gerçekliğin en ‘fark edilmeyen’ değişimi meydana gelmiş olmalı. Böylece hikâyenin kendisi, sadece yazar için değil, okuyucu için de gerçek haline gelir. (2)

Bir kurmacada temizlikçi kadınlara rastlamak sıklıkla gerçekleşen bir durum değil; hastane personeline ya da santral operatörlerine de öyle. Berlin’in hikâyelerindeyse, bu unsurlar, yazarın kişisel tarihinin bir parçası olarak yer alıyor. Bu nedenle anlatıcı rolünü hep kadınlara yüklüyor Berlin. Daha mühimi, kendini ve kalemini, ben-anlatıcı’nın kuvvetine ve imkânlarına bırakmış olması. O bahsettiği inandırıcılığı, dönüştürülmüş gerçekliği yakalamakta ben-anlatıcıyı bir vasıta olarak görmesi, olası bir durum. Ki Berlin’in ben-anlatıcılarının oldukça cana yakın, arkadaşça bir profil çizdiğini de hesaba kattığımda, aynı zamanda anlaşılır bir durum. “Bakış Açısı” başlıklı öyküsünde Berlin, anlatıcı tercihlerinin metnin seyrini ve algılanış şeklini nasıl etkilediğini şahane anlatıyor:

“Mesela size şu anda öyküsünü yazdığım kadını takdim edecek olsaydım…

‘Ben ellili yaşlarının sonuna merdiven dayamış bekâr bir kadınım. Bir doktorun muayenehanesinde çalışırım. Eve otobüsle gider gelirim. Her cumartesi çamaşırlarımı yıkar, Lucky’s’de alışverişimi yapar, sonra da pazar gününün Chronicle’ını alıp eve dönerim.’ Öf, derdiniz bana, bayma içimizi.

Ama benim öyküm, ‘Her cumartesi çamaşırhaneye, oradan da alışverişe gittikten sonra pazar gününün Chronicle’ını alırdı,’ diye söze giriyor. İşte sırf üçüncü tekil şahısta yazıldığından bu kadının, yani Henrietta’nın hayatının bütün o zorlantılı, saplantılı, sıkıcı ayrıntılarını bir bir dinleyeceksiniz. Lanet olsun, anlatıcı bu iç karartıcı yaratıkta yazmaya değer bir şey bulduğuna göre illa ki vardır, diye geçireceksiniz içinizden. Okumaya devam edeyim, bakalım ne olacak.” (3)

Hiçbir şey olmayacak aslında. Mesele de cümlelerin cazibesi yahut aksiyon değil zaten. Mesele, kendini anlatan kadınların öykülerini yeterince ilginç bulmuyor oluşumuz. Berlin, karakterini detaylara boğarak ve henüz öykünün girişinde karakteri üzerinden bir tartışma başlatarak, onu okurun gözünde inandırıcı kılmayı arzuluyor. Kimi yazarlar cümle düzeyinde, kimileri parça düzeyinde ustadır; Berlin bir kısa öykü yazarı olarak parçadaki ustalığını gösteriyor ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nda. Kitaba adını veren ve aslında yalnızca adıyla bile merak uyandıran “Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı” başlıklı öykü, buraya kadar yazdıklarımın bir özeti niteliğinde. Anlatıcımız bir kadın, bir temizlikçi ve en acımasız gerçeklerden bahsederken bile alaycı yorumlar yapmayı ihmal etmiyor. “Hanımınızın size verdiği her şeyi alın ve teşekkür ederim deyin. Sonra isterseniz otobüste kuytu bir köşeye bırakabilirsiniz,” gibi tavsiyelerde bulunuyor temizlikçi kadınlara; “Sözde ‘eğitimli’ olduğumdan temizlik işi bulmam da kolay olmuyor,” gibi ironik ifadeler kullanıyor; “Temizlikçi kadınlarla veya kedilerle konuşurken kadınların sesi daima iki oktav yükselir,” yahut “Kendimi asla temizlikçi kadın olarak düşünmem, ama işverenler öyle der size, onların kadını veya kızısınızdır,” gibi ‘gerçek’lerden söz ediyor okuruna. Bazı tavsiyeleri de acımasız gerçeklere dayanıyor: “Yahudilerin ya da siyahların yanında iş bulmaya çalışın. Hiç değilse öğle yemeği yersiniz. Daha da önemlisi Yahudi ve siyahi kadınlar emeğe saygı duyarlar…” [2]

ÖN VERANDADA OLMAK

Üzerinde durmak istediğim “Anne” başlıklı öykü, mizahın gerçeği çepeçevre kuşattığını ortaya koyan öykülerden. Öyküdeki anne, anlatıcının kız kardeşine göre, ölmüş olmasına rağmen onu ‘ya beni görüyorsa’ diye korkutan cinsten, ‘cadı gibi bir şey’. Bu anne aynı zamanda dizlerimiz ters yöne bükülseydi sandalyelerin nasıl görüneceğini merak ediyor. Ya İsa elektrikli sandalyede öldürülseydi? Kolyelerin ucunda haçlar yerine sandalyeler mi olacaktı? Berlin korkunç bir anne profiliyle başladığı öyküsüne birçok ara-durak yerleştirmiş. Bunların bazılarında bu örnekte olduğu gibi komik buluyoruz anneyi. Okurla birlikte anlatıcının kız kardeşinin hisleri de dalgalanıyor, ki sonunda merhamet kuyusuna düşüyor. Anlatıcı ise hepsine rağmen acımasız: “Benimse… içimde en ufak bir merhamet duygusu yok.” (3) Burada altını çizdiğim husus, Berlin’in gerçeği çeşitlemesi. Öykü boyunca anlatıcı tüm vaktini kardeşini annelerinin az da olsa merhameti hak ettiğine ikna etmeye harcıyor; oysa kendisinde hiç merhamet yok. Aynı anne ve kız kardeşin farklı öykülerde de karşımıza çıkması ve farklı kullanımlarıysa zengin bir okuma deneyimi sunmakta.

“Jokeyim”, “İlk Bağımlılık Tedavisi”, “Acil Servis Defteri, 1977”, “Temps Perdu” gibi alkolizme, ‘hasta’ psikolojisine, hastane personellerine temas eden hastane temalı öyküler yer alıyor kitapta. Yazar onlardan birinde, çok az insanın dikkat kesileceği bir gözlemini paylaşırken, kolostomi torbası olan hastaların ‘malum faaliyetin görünürlüğü’ karşısında korku ve saygıyla hayrete kapıldığını yazarken, bambaşka bir meseleye girişiyor: “Ya bedenlerimiz saydam olsaydı ve çamaşır makinesinin penceresinden bakar gibi içeride olup biten her şeyi görebilseydik?” (4) Kolostomi torbasından insan bedeninin saydamlığına… “Lucia Berlin mucizesi” denilen böyle bir şey olsa gerek.

Berlin’in kitabındaki deneyimlerin birçoğu acı; gerçek kadar acı da çeşitli. Kötü bir kürtaj deneyimi yaşayan bir kadının anlatıldığı “Kaplan Isırıkları”nda örneğin, anlatıcı ve ebeveynleri arasındaki uçurumu okuyoruz. Dindarlık, inanışlar, hayata bakış… bu uçurumun sebeplerinden. Öyküde Noel için ‘tezgâhlanan’ aile buluşmasına giden anlatıcının, kuzeninden aldığı havadisler arasında annesinin bileklerini kesmesi de yer alıyor. Olağan bir şeymiş gibi. Öylece söyletiyor Berlin. Bu (kaçıncı) intihar girişiminin sebebiyse, anlatıcının, annesinin hayatını mahvetmiş olması (!). Peki ya baba? O Noel’e gelmiyor çünkü anlatıcının “B.O.Ş.A.N.M.A.S.I” yüzünden burnundan solumakla meşgul. (5)

“Annem yeniden içmeye başlamış anlaşılan. Babam bütün kabahatin bende olduğunu söylüyor.” (6)

Bu cümlelerse bir başka öyküden, “Sevgili Conchi”den. Aynı öyküde problemleri bambaşka boyutlara taşıyan ifadeler de mevcut. Bir örnek: “Hem de bir ‘Meksikalı’ ile düşüp kalkıyorsun.” (7)

Kitabın kapanış öyküsü “Yuvaya Dönüş”te, tesadüfen ön verandada bulunup oradaki akçaağacın kargalarla dolup taştığını gören anlatıcı diyor ki: “Başka böyle neler kaçırdım acaba? Hayatımda kim bilir kaç kere, tabiri caizse ön verandada olmak varken arka verandada çakılıp kalmışımdır? Doğru yerde olsaydım yüzüme neler söylenecekti de işitmekten mahrum kaldım acaba? Hissetmediğim ne sevgiler, ne aşklar vardı kim bilir?”

Kim bilir… Lucia Berlin’in öyküleri hakkında söylenecek söz var daha fakat en azından bu koleksiyon, ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’, onun çok şey kaçırmadığının kanıtı değil mi?

Sonsöz niyetine bir haber: Pedro Almodovar’ın ‘Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı’nı sinemaya uyarlamaya hazırlandığı ve kitaptaki beş öyküyü birleştirip senaryolaştırdığı konuşuluyor.

DİPNOTLAR

1. “Sessizlik”, Lucia Berlin, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı, çev. Aylin Ülçer, Siren Yayınları, 2021, s. 343.

2. Kitabın orijinal dilindeki baskısında yer alan Lydia Davis imzalı önsözden.

3. Bu önsöze ulaşamayanlar için: New Yorker’da yayınlanan ve Davis’in önsözünden uyarlanmış şu makale ilgililerin dikkatini çekebilir: “The Story Is the Thing: On Lucia Berlin |

https://www.newyorker.com/books/page-turner/the-story-is-the-thing-on-lucia-berlin

4. “Bakış Açısı”, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı, s. 57.

5. Alıntılar “Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı” öyküsünden. Sırasıyla: s. 32, 33, 36, 43, 41.

6. “Anne”, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı, s. 332.

7. “Temps Perdu”, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı, s. 107-108.



 
 
[3] “Yuvaya Dönüş”, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı, s. 418.