Yeşilçam’ın sofraları: Kuru fasulye, pilav ve soğanın cücüğü...

İlkay Kanık'la 'Aç mısın Kuzum? Donatın Masaları' çalışmasını konuştuk. Kanık, "Kendi kültürüme dışarıdan bakınca aslında yemeğin bizim kültürümüzde önemli bir yeri olduğunu görüyorum" dedi.

Abone ol

DUVAR - İlkay Kanık'ın 'Aç mısın Kuzum? Donatın Masaları' adlı çalışması, 'Yeşilçam'ın Duygu Yüklü Yemekleri ve İçecekleri' alt başlığıyla Alfa Yayıncılık tarafından yayımlandı. Yeşilçam filmlerinde ekmeğin yoksulluğu, simidin ise umudun simgelediğini söyleyen Kanık, Yeşilçam’ın yemek reçetesini sayfalara döküyor.

Kanık, Cumhuriyet tarihinde Yeşilçam’ın önemine değinerek "Yeşilçam sinemasını tekrar tekrar düşündüğümüzde ve yeni tespitlerde bulunduğumuzda zenginleşiriz. Bu yüzden yıllardır bizi besleyen kültürel mirasımıza farklı açılardan bakmak ve hakkında düşünmek Cumhuriyet tarihimize borcumuzdur" dedi.

İlkay Kanık'la kitabı, Yeşilçam filmlerinde yemekler ve temsiliyetleri konuştuk. 

İlkay Kanık

Gıda ve beslenme politik bir alan, siz de ‘Aç mısın Kuzum? Donatın Masaları’ çalışmanızda Yeşilçam filmlerinde fakirliği, zenginliği, umudu yeme içme kültürü üzerinden irdeliyorsunuz. Kitap nasıl bir çalışmanın ürünü, nasıl ortaya çıktı?

‘Aç mısın Kuzum? Donatın Masaları’, Yeşilçam sinemasının sınıf dilini çok daha geniş çapta incelediğim, böylelikle Yeşilçam’ın gastronomi haritasını çıkardığım bir kitap çalışması içinden çıktı. Okuyucuları önce biz biz yapan bir sofraya bu ilk kitapla davet etmek istedim. Cumhuriyetin 100'üncü yılında milli hafızamızı Yeşilçam filmleriyle tazelemeye çalıştım. Yeşilçam’ın sofralarına okuyucuları davet ederek, bugünlerde sürekli dile getirilen kaybedilen duygularla okuyucuların yeniden karşılaşmalarını arzu ettim.

Sofra, metaforik bir alandır. Biz duygusunu hissettiğimiz kişileri soframıza davet ederiz. Biz duygusunu hissettiğimiz kişilerle duygularımızı bu sofralarda paylaşırız. Duyguların şekillendirdiği düşünceler çarpışır, çatışma ve uzlaşma alanları ortaya çıkar. Aile gibi hissettiğimiz kişilerle paylaştığımız sofra, çeşitliliğimizle zenginleşen, birbirimizi farklılıklarımızla kabul ettiğimiz, beraber yaşamak için uzlaşma alanları aradığımız özel bir alandır. Sofralarda daha güçlü olmak için besleniriz, birbirimizi değil yemekleri yemeyi öğreniriz. Sofralar, aklın ve ruhun topluluk hissini üretecek şekilde eğitildiği medeniyet alanlarıdır.

Kitapta 1960’lardan günümüze uzanan yemek sahnesinin yer aldığı 177 filmi inceleyerek, Yeşilçam’ın yemek reçetesini sayfalara döküyorsunuz. Bu filmleri neye göre belirlediniz?

Öncelikle çok fazla film izledim. Dijital Yeşilçam film arşivlerini kullandım ve filmleri rastgele izledim. 177 filmi hedeflemedim. Bir sınıflandırma ortaya çıkarmaya çalıştım.

'METAFORİK OLARAK DUYGU AKTARMAK İSTEYEN YÖNETMEN, YEMEĞİN GÜCÜNÜ KULLANIYOR'

Yeşilçam’da ‘yemek’ ne kadar önemliydi? Sinema ve yemek ilişkisinden bahsedebilir misiniz?

Yeşilçam sinemasının günümüzdeki yemek sineması gibi yemeği bir meta değerini artıracak şekilde aktarmak gibi bir derdi yok. Yemek günlük hayatın içinde vazgeçilmez bir ihtiyaç, o oranda da filmlere yansıyor. Yeşilçam seyircisi olan geniş halk kitlelerini düşündüğümüzde metaforik olarak bir duygu aktarmak isteyen senaryo yazarı, yönetmen yemeğin güçlü metaforik gücünü kullanıyor diyebiliriz.

Aç mısın Kuzum? Donatın Masaları,  İlkay Kanık, 160 syf., Alfa Yayıncılık, 2023.

Yeşilçam’da yemekler ve temsiliyetlerinden birkaç örnek verebilir misiniz?

Hissettikleri mutluluk, sevgi ve neşeyle yemeklerini paylaşan karakterler, yedikleri yemeklere atıfta bulunarak kim olduklarıyla gurur ve onur duyan karakterler, yaşadıkları haksızlığa yedikleri yemekle karşı çıkan kızgın ve öfkeli karakterler. Umutlarını kaybetmiş, adalet arayan karakterlerin yemekle kurdukları ilişkiler temsiller içinde değerlendirilebilir. Kitabın sayfalarında ilerledikçe bu duygu durumlarıyla karşılaşıyoruz. Dijital hızlanmanın mağdurları olan bugünün insanın sık sık sorduğu "Biz kimdik?" sorusu bu temsil durumlarının içinde aranabilir.

'KURU FASULYE, PİLAV VE SOĞANIN CÜCÜĞÜ ÇOK SEVİLEN BİR MENÜ'

Yeşilçam’da en çok hangi yemekler öne çıkarılıyordu? Bu ‘duygu yüklü’ yemeklerle izleyiciye hangi duyguların aktarılması planlanıyordu?

Çok sevilen bir menü verebilirim; kuru fasulye, pilav ve soğanın cücüğü. Ama Yeşilçam karakterleri filmlerde birçok yemek yiyor tabii ki. Börek, keşkek, sarmalar, dolmalar, köfte, kebap, döner, çiğköfte, mantı, lahmacun, tavuklu pilav, pişi, muhallebi, kazandibi, pişmaniye, muz, üzüm incir, boza, rakı, viski, likör, kahve, çay. Zenginlerin sofralarındaki kuzudan yapılan yemeklerinin karşısında fakir halkın sofralarındaki tarhana çorbası, şehriye çorbasından daha az zevk aldıkları akla gelmesin. Filmlerin bağlamlarında birçok duygu, bu yemeklerin vesilesiyle seyirciye aktarılıyor.

Örnek olarak kağıt helva ve bir genç kızın masum güzelliği arasında bağ kuran Osman Seden’in 1965 yılı yapımı "Sana Lâyık Değilim" filmi. Namusuyla çalışan iyi yürekli taksi şoförü Osman, mahallesinden Türkan’a aşık olur ve aşkını "Işık ışık parlıyor gözleri beni görünce. Öl desin öleyim. Anlatılmaz yaşanır. Efendilik, güzellik, nezaket, alçak gönüllülük... Ya kağıt helva yiyor abi, var mı böyle şey! Ne istersem onda var" diyerek anlatır. Burada kağıt helva artık Türkan’ın varlığında masumiyetin bir simgesi haline dönüşüyor. Gerçek hayatın içine bu dil yansıyor büyük ihtimalle, aslında bu dil zaten gerçek hayattan ödünç de alınıyor. Sinemanın kültürel işlevi de bu, pekiştiriyor.

'ERTEM EĞİLMEZ, YEMEK SOFRALARINI ÇOK SEVİYOR'

Kitap için yaptığınız incelemelere dayanarak hangi yönetmenlerin daha çok yemek sahnesi kullandığını söyleyebilirsiniz?

Aslında bunun ayrımını yapmak zor. Yemek metaforu kaçınılmaz bir şekilde gerçek hayatın temsillerinde kullanılıyor. Ama bazı yönetmenlerin yeme-içmeye daha düşkün olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’nin ekonomik olarak zor günler geçirdiği dönemlerde farklı karakterleri neşeli öğelerle bir araya getiren Ertem Eğilmez’in yemek sofralarını çok sevdiğini söyleyebilirim.

Yeşilçam’daki yemek sahnelerinin artması, yemeğin sinemada daha çok gösterilmesine sebep oldu mu?

Şimdi Almanya’da yaşıyorum. Farklı bir kültürün içinde olmak insana karşılaştırma fırsatı da sunuyor. Kendi kültürüme dışarıdan bakınca aslında yemeğin bizim kültürümüzde önemli bir yeri olduğunu görüyorum. Günümüz yönetmenlerimiz yemek hayatın bir parçası olduğu için mutlaka yemeklere filmlerinde yer veriyorlar. Yönetmenler kendi tarzları bağlamında Yeşilçam’ın kültürel mirasını da devir alarak yemek konusu hakkında belki yeniden düşünebilirler. Şunu unutmayalım, duygular öğrenilir ve duygular değişir. Duygu yönlendirici olarak kültür üreticilerinin böyle bir sorumluluğu var.