Kürt özgürlük hareketinin ana akım siyaseti Türkiye partisi olmak zorundadır

HDP Kürt özgürlük hareketini de kapsayan bir Türkiye partisidir. Eksiklikleri olmakla birlikte demokrasi hedefine derinden bağlıdır. Düzen partilerinin, sermayenin ve otoriter rejim yanlılarının hasmı ve baş hedefidir. Bugünkü acil görev parti bileşenleri arasındaki güvensizliğe son vermek, HDP’yi eski gücüne kavuşturmak ve yeniden demokrasi düşmanlarının korkulu rüyası konumuna getirmektir.

Abone ol

Tarık Ziya Ekinci

Kürt özgürlük hareketinin çağdaş demokratik bir Türkiye partisine dönüşmesi, 90’lı yıllarda Paris Konferansı'na katılan yedi milletvekilinin SHP’den atıldıkları günlerden başlayarak gelen tartışılan bir konudur. Bu ihracın yarattığı dalgalanma sonunda Aydın Güven Gürkan, Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar başta olmak üzere on kadar milletvekili de SHP’den ayrıldı. O zaman 15 kadar milletvekilinin de katılacağı ve Kürtlerin yığınsal olarak desteklediği Yeni Oluşum adıyla bir girişim başlatıldı. Aydın Güven Gürkan’ın başkanlığında Abdullah Baştürk, Murat Belge, Fehmi Işıklar, Ahmet Türk, Mehmet Ali Aslan ve benim de katıldığım Türklerden ve Kürtlerden oluşan kurucular kurulu oluşturuldu. Tüzük ve program çalışmaları ileri bir aşamaya gelmişti. Birkaç toplantı sonunda Aydın Güven Gürkan ani bir kararla “bu oluşum Kürtlerin kucağına doğmuştur” diyerek ayrıldı. Onu takiben Murat Belge ve diğerleri ayrıldılar. Birkaç sendikacı ile Kürtler kaldı. Abdullah Baştürk görev almayı reddederek uzakta kaldı. Yeni Oluşum’da ağırlıklı olarak Kürtler kaldı. Fehmi Işıklar’ın başkanlığında HEP kuruldu. TC 141’den kesinleşmiş mahkûmiyetim nedeniyle kurucular arasına katılamadım. Kaldı ki, HEP özlediğim Türkiye partisi olamamıştı. Kuruluş tamamlayıncaya kadar fikri plandaki desteğimi sürdürdüm. Dışarıdan izleyici, çağrılı olunca da katılımcı olarak ilgilenmeyi ihmal etmedim. Demokratik Kürt siyaseti ağır baskı altında HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP partileriyle varlığını korudu. 1999’da HADEP’li Ahmet Türk ve Murat Bozlak’ın çağrısıyla yeniden bir Türkiye partisi girişimi başlatıldı. Ankara’da Mihri Belli, kimi sendikacılar, Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinden isimler, Feridun Yazar, Naci Kutlay, Canip Yıldırım, yazar Mıgırdıç Margosyan, Altan Tan, Mehmet Metiner ve benim de katıldığım bir seri toplantı yapıldı. Bir yıldan fazla devam eden çalışmalar sonunda önerdiğim program taslağı benimsenmedi. Uzunca bir aradan sonra yapılan son bir toplantıda ise yeni bir program gereksiz bulunarak, katılımcıların isterlerse DEP’e üye olmaları kararı alındı. Ben, Margosyan, Mihri Belli ve sendikacı arkadaşlar ayrıldık. Diğer katılımcılar eski yapıya üye olarak katıldılar. Bunlardan Mehmet Metiner Genel Başkan Yardımcılığına seçildi. Anılan Kürt partilerin art arda kapatılması ve yöneticilerinin uzun süreli tutuklanmalarından sonra 2005’te Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) kuruldu. Bu kuruluşlarda az da olsa sol eğilimde Türk demokratlar da vardı.

HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ (HDP) KURULUYOR

DTK değişik Kürt örgüt ve bireyleriyle kimi ilerici Türk aydınlarının katkısıyla oluşan çoğulcu bir sivil toplum kuruluşuydu. Toplantılarında Türkiye partisi ihtiyacının dile getirildiğini duyuyorduk. Nihayet, İstanbul’da 16 Ekim 2011’de tanınmış sol görüşten siyasetçilerin ağırlıkta olduğu ve Kürtlerin de katıldığı Halkların Demokratik Kongresi kuruldu. Aralarında Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel, Aydın Çubukçu, Gencay Gürsoy, Sabahat Tuncel, Nursel Aydoğdu ve Sırrı Süreyya Önder gibi pek çok yıldız isimlerin yer aldığı 50 kadar üyeden oluşan HDK Genel Meclisi oluşturuldu. Bu çok iyi bir başlangıçtı. Türkiye’de çoğulcu, çağdaş ve ileri bir demokrasi için mücadele edecek yeni bir siyasetin önü açılmıştı. Sol, sosyalist ve demokrat çevrelerde geleceğe dönük iyimser bir hava oluştu. Nitekim bir yıl sonra 15 Ekim 2012’de HDK’nin kuruluş bildirisi doğrultusunda Halkların Demokratik Partisi (HDP) kuruldu. HDP ile toplumun beklentisi gerçekleşmiş, kuvveden fiile geçilmişti. Parti, özellikle eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ öncülüğünde önemli atılımlar yaptı. Selahattin Demirtaş’ın HDP’den aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP yüksek bir performans sergiledi. Eş genel başkanların ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla birlikte, kadın hakları ve çevre sorunlarına ilişkin açıklamaları doyurucuydu. Öte yandan her türlü ayırımcılığı reddeden çoğulcu toplum anlayışı, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, temel insan hakları konusundaki taahhütleri toplumda geniş yankı buldu ve beğeni topladı.

Özetle cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında HDP Türkiye’de düzene ve iktidara karşı tek alternatif parti olduğu izlenimi yaratmıştı. Ağır baskı altında yürüttüğü 2015 seçim kampanyasındaki başarıları HDP’nin yakın gelecekte iktidara geleceği ya da etkin bir ana muhalefet partisi olacağı umudunu doğurmuştu. Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız…” sloganı Erdoğan’ı çileden çıkardı. Başta Sayın Erdoğan olmak üzere, MHP ve Türkiye’nin ‘derin devleti’, HDP’nin gösterdiği yüksek performanstan çok rahatsızdı. Bunun önlenmesi, hatta mümkünse HDP’nin tasfiye edilmesi onlar için zorunluluk olmuştu. O güne kadar AKP’yi amansız şekilde eleştiren MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli 2015 genel seçimlerinden hemen sonra Sayın Erdoğan’la dayanışma içinde olacağının sinyalini verdi. Genel seçimlerin kasımda yenilenmesi önerisinde bulundu. Sayın Erdoğan da aynı kanıdaydı. Başbakan ana muhalefet partisini usta manevralarla oyalayarak 1 Kasım 2015’te ikinci bir genel seçim kararı alındı. Aradan geçen beş aylık sürede Sayın Erdoğan’ın tek hedefi HDP oldu. HDP’yi bölücü, terörist, gayri milli ve Zerdüşt dininden olanların partisi olarak dışlıyor, hatta ona oy verenleri de terörist olarak ilan ediyordu. HDP’ye karşı yürütülen sözlü saldırı kampanyası ağır fiili saldırılarla birlikte yürütüldü. Erdoğan daha önce başlattığı sözde barış sürecini yok ilan etti. HDP’ye ülkeyi dar etmeye ve yaşanamaz hale getirmeye kararlıydı. Bunu sonuna kadar götürdü. MHP ve CHP’nin desteğini alarak Anayasa’da yaptığı makabline şamil değişiklikle HDP milletvekilleri gözaltına alındı ve eş genel başkanlarla birlikte 12 vekil tutuklandı. Parti çalışamaz duruma getirildi. Bu sıkıntılı durum devam ederken, birleştirici yetenekleri olan ve Erdoğan’ın korkulu rüyası, HDP’nin karizmatik lideri Selahattin Demirtaş’ın yaklaşan kongrede aday olmayacağı açıklandı. Erdoğan’ın HDP’yi yok etme saldırılarına, partinin kuruluştan gelen hatalara bağlı iç sorunları da eklendi. Çok ağır sorunları göğüslemekte olan HDP’nin kongrede bir çıkış yolu bulması ve demokrasi mücadelesine kaldığı yerden devam etmesi en büyük dileğimizdir.

HDP'DE PATLAK VEREN İÇ SORUNLARIN NEDENİ

HEP bir Kürt özgürlük hareketi olarak kuruldu. Kürtler yüzyıla yakın bir süreden beri yok sayılmakta ve baskı altında asimilasyona zorlanmaktadır. 1925- 1938 yılları arasındaki tepkisel hareketler Kürt feodallerinin Osmanlı devletindeki özerk statülerini kazanma amaçlı mücadelelerdi. Şiddet kullanarak ve büyük katliamlar yapılarak susturuldu. 1925 tarihli Şark Islahat Planı ve 1935 tarihli Mecburi İskân Kanunu hükümlerine göre Kürtçe konuşmak yasaklandı. Batı’da köy ve kasabalarda topluluk oluşturmayacak biçimde büyük kitleler içinde dağıtılarak iskân edimleri amacıyla yığınsal sürgünler yapıldı. Amaç asimile etmek, Türkleştirmekti. Baskı, şiddet, sürgün ve yasaklar 1938 Dersim tenkil hareketinin sonuna kadar devam etti. Kürdistan’da 1938’den 1950’ye kadar bir sessizlik dönemi yaşandı. 1946’da Mecburi İskân Kanunu kaldırıldı. Çok partili döneme geçerken Kürt ağaları ile devlet arasında zımni bir ittifak oluştu. Tarımda kapitalistleşme başladı. Üniversite eğitimi gören yeni bir kuşak yetişti. Baskı ve asimilasyona karşı aydınların öncülük ettiği demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi başladı. Kürtlerin özgün bir dili, kültürü ve tarihi olan ayrı bir halk olduğunu savunan gençlerin ilk hareketi 1959’da 49 Kürt aydınının tutuklanmasıyla kayıtlara geçti. Aylarca işkence altında tutuklu kalan 49’lular eyleminden sorumlu Kürtler uzun bir yargılama döneminden sonra birkaç kişi dışında çoklukla aklandılar. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde çeşitli kışkırtmalarla binlerce Kürt aydını tutuklandı ve tarihte örneği görülmemiş işkencelerden geçirildi. Lağım sularında süründürme, pislik yedirme, köpekli saldırılarla korkutma ve küfürlü toplu dayak seanslarıyla aşağılanıyorlardı. İşkence altında ölenlerin ve onur kırıklığı yaşayanlardan intihar edenlerin sayısı az değildi. Cezaevinden çıktıktan sonra yaşadıkları psikolojik sorunlar nedeniyle intihar edenler de vardı. 12 Eylül dönemi cezaevinden çıkan Kürtler için iki yol vardı. Ya ruhsal bunalım içinde yaşamına son vermek ya da dağa çıkmaktı. Diyarbakır Cezaevi'nde insanlık dışı vahşete maruz kalan Kürtlerin bir bölümünde şiddete şiddetle ve terörle karşı koyma düşüncesi oluştu. PKK bu dönemin ürünüdür. 35 yıldan beri devam eden karşılıklı şiddet sarmalı en az 50 bin vatandaşın ölümüne ve on milyarca doları aşan mal kaybına neden oldu. Kürt halkında hem devlete hem de çektikleri acılara ilgisiz kalan Türklere karşı bir güvensizlik oluştu. Derin devletin ideolojik öncülüğünde siyasal iktidarların desteklediği Kürtlere dönük bölücülük suçlaması ve milli düşmanlık kampanyaları ise Türk halkında da Kürtlere karşı yaygın bir güvensizlik duygusu oluşturdu. Tabandaki bu karşılıklı güvensizlik Türkiye’de özgürlükçü, çoğulcu ve ileri bir demokrasi için mücadele edecek bir Türkiye partisi kurmaya engeldi. HDP bu amaçla kurulduğu halde sağlıklı bir örgütlenmeyi başaramadı. HDP’nin en üstten tabandaki bireye kadar her üyesinin içtenlikle benimsediği ortak bir programı yaşama geçirmek için birlikte mücadele eden iki halkın ortak bir demokrasi partisi olduğu inancı oluşturulamadı. Daha çok, farklı örgütlerin bir dayanışma hareketi olarak kaldı. HDP’ye bağımsız bir parti imajı sağlayan eş başkanların karizması ve bilinçli mücadele azimleriydi. Kürtler HDP’nin Kürtlerin de partisi olduğunu benimsemekte tereddütlü davrandılar. Doğu ve Güneydoğu’daki belediyeler HDP’nin değil Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) belediyeleri olarak anıldı. HDP varken Kürt bölgesinde ayrı bir partinin kurulması Türkiye partisi amacına aykırı bir olgudur. Aynı şeyi soldaki Türk partileri için de söylemek mümkün. HDP’nin bir bileşeni olan sol partiler de seçimlerde ya da önemli demokratik eylemler dışında HDP’nin değil kendi özgün programlarını uygulamaya önem verdiler. Bu karşılıklı güvensizlik partinin saldırılar karşısında savunulmasını zora soktu. Her örgüt kendi konumunu tarsin etmeye çalışırken HDP açıkta ve sahipsiz kaldı. Selahattin Demirtaş gibi güçlü ve etkin bir lider devreden çıkınca kuruluştaki bütün hastalıklar dışa vurdu. Kürtler HDP’nin ana bileşeni biziz eş genel başkan bizden olacak derken ağır bir parti suçu işlediklerinin farkında bile değiller. Türk örgütlerinin nasıl bir tavır takındıkları bilinmiyor. Bu kargaşada en büyük sıkıntıyı çekenler, salt tutarlı bir demokrasi için HDP’ye katılan tekil sosyalist, demokrat ve ilerici aydınlardır. Asıl görev onlara düşüyor. Bir kenara çekilip sessiz kalmaları partinin işlevsiz kalmasına ya da ne için mücadele ettiklerini bilmeyen bilinçsiz öğelerin elinde bölünerek dağılmasına neden olur. Kaostan kurtulmanın bir yolu da Selahattin Demirtaş’ın tahliye olmasıdır. AİHM’in bir an evvel tahliye kararı vermesi en büyük temennimizdir. Partinin örtülü hastalıklarını açığa çıkaran bu kargaşadan sonra yapılacak en önemli iş üyelerin eğitimine önem vermek ve HDP’nin tek bir programı olan bütüncül bir partiye dönüşmesini sağlamaktır.

OTORİTER TEK ADAM YÖNETİMİNDEN KURTULMANIN YOLU DEMOKRASİDİR

Uzun bir süreçte ustaca kurulan ve giderek kökleşen otoriter tek adam yönetimi Türkiye’yi bir uçuruma götürüyor. Kurtuluş yolu çoğulcu, katılımcı erkler ayrılığına dayalı, hukukun üstünlüğüne bağlı, denetlenmeye açık, şeffaf, AB üyeliğini hedefleyen çağdaş bir demokrasidir. Avrupa Birliği'nin emperyalist, sömürücü bir blok olduğu iddiasıyla AB üyeliğine karşı çıkmak demokratikleşme mücadelesinde Türkiye’nin önemli bir destekten yoksun kalmasına neden olur. Türkiye’nin son 40 yılda izlendiği siyasetin zikzaklarını inceleyen herkesin kabul edeceği gerçek şudur: Ülkemizde demokrasi yolunda atılan kimi küçük adımların önemli bir bölümü, AB üyeliği için Kopenhag kriterlerine uyma zorunluluğu nedeniyle gerçekleşmiştir. Unutmamak gerekir ki, toplumsal sorunların aşılmasında kimi zaman ikincil çelişkilerden biri baş çelişki konumuna yükselir ve bu çelişki çözülmeden temel çelişki için verilecek mücadele havada kalır. Türkiye’de bugünkü baş çelişki gerçek bir demokrasidir. Bütün öğeleriyle daha ileri, çağdaş ve tutarlı bir demokrasi kurmayı başaramadığımız takdirde hiçbir konuda daha ileri bir adım atmamız mümkün değildir. Demokrasi olmadan ne adil bir yargı, ne özgür bir basın, ne konuşma, yazma ve örgütlenme özgürlüğü beklemeye hakkımız olamaz. Hak arayan ve özgürlük isteyen herkes demokrasi mücadelesi için elini taşın altına koymak zorundadır. Aksi bir davranış bireyi tek adam rejimiyle bütünleşmeye ve ona hizmet etmeye sürükler. Türkiye koşullarında demokrasi mücadelesinde öncü güç ezilen, ötekileştirilen ve düşmanlaştırılan halklardır. Bu özelliğinden ötürü, Kürtlerin özgürlük ve eşit haklı vatandaşlık mücadelesi demokrasi mücadelesinin öznesidir. Çünkü Türkiye’de toplumun bütünü demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülmez. AKP’nin nihai hedefi Türkiye’de İslami bir rejim kurmak, CHP’nin de toplumu Türkleştirmek ve Kemalist bir rejim kurmaktır. MHP’ninki ise ırkçı ve totaliter bir rejimdir. Kürt demokratik hareketinin amacı ise Türkiye’nin bütünlüğü içinde eşit haklı vatandaş olmak, anadilinde eğitim görmek ve özgürce örgütlenebilmektir. Bu da ancak toplumunun tümünün desteğiyle gerçekleşebilir. Bu nedenle Kürt hareketi herkesi kapsayacak çoğulcu ve ileri bir demokrasi için mücadele etmek zorundadır. Kürtler tek başlarına muhtaç oldukları ileri bir demokrasiyi kuramaz, Türkiye’nin siyasal örgütleri de söylemleri ne olursa olsun Kürtleri dışlayarak gerçek bir demokrasi değil, farkında olmadan devleti kutsayan otoriter bir rejim kurabilirler.

Herkesin istediği gelişmiş bir demokrasi hedefine ulaşmak için Türkiye demokrasi güçleriyle Kürt özgürlük güçleri arasındaki karşılıklı güvensizliğin son bulması gerekir. Kürtler mutlaka bir Kürt partisini amaçlamalı, Türkiye demokrasi güçleri de gerçek bir demokrasiye ulaşmak için mutlaka Kürt özgürlük hareketiyle birlikte mücadele etmelidir. Unutmamak gerekir ki bugünkü nesnel koşullarda demokrat olmanın koşulu da Kürt özgürlük hareketini savunmaktır.

HDP Kürt özgürlük hareketini de kapsayan bir Türkiye partisidir. Eksiklikleri olmakla birlikte demokrasi hedefine derinden bağlıdır. Düzen partilerinin, sermayenin ve otoriter rejim yanlılarının hasmı ve baş hedefidir. İktidarın dayatması ile yazılı ve görsel basında HDP’den söz etmek yasaklanmıştır. Parti uzun süre yok sayılarak unutturulmak istenmektedir. HDP iktidarın giriştiği tasfiye hareketiyle birlikte dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı bir saldırı altındadır. Kürt özgürlük hareketine vurulan bölücülük damgası toplumda yaygın bir destek görüyor. Kürtlerin demokratik haklarından ve HDP’ye dönük baskılardan söz etmek artık bir suçlama nedenidir. Gerçek demokratlar bile HDP’yi anmaktan çekinir olmuşlardır. HDP iktidarın kahredici ve yıkıcı saldırılarına karşı tek başına kalmış, sözü edilmeyen toplum dışı bir konuma itilmiştir. Bugünkü acil görev parti bileşenleri arasındaki güvensizliğe son vermek, HDP’yi eski gücüne kavuşturmak ve yeniden demokrasi düşmanlarının korkulu rüyası konumuna getirmektir. Önümüzdeki HDP kongresinin yaşanan tüm sorunları çözerek partiye yeni bir canlılık kazandıracağına yürekten inanıyorum. Kongrenin başarılı olmasında en önemli görev salt demokrasi için mücadele eden azimli, partisiz tekil solcu aydınlara düşmekte...