Kulüp: Eğlenmesi parayla, yaşaması acıyla!

"Kulüp", bildik bir kumaşı alışageldik şekilde dokumuş, sürprizlere yer vermeyen garanti bir anlatı. Bu yönüyle kendi seyircisine ulaşabilecek imkânlar yaratıyor fakat aksaklıkları da göze batıyor.

Abone ol

Netflix'in dönem dizisi "Kulüp", ilk altı bölümüyle yayınlandı. 50'lerde geçen dizi, İstanbul'un gece hayatı ile asli unsur olmaktan çıkıp azınlığa gerilemiş Sefarad Yahudileri başta olmak üzere Pera gayrimüslimlerini aynı öyküde buluşturuyor. Tarihi mekânlar, kıyafet seçimi ve lamba direklerine asılan ilanlara değin her ayrıntı, dönemin ruhunu yaşatmak amacıyla işlenmiş ve güçlü bir atmosfer kurulmuş.

POGROMDAN HEMEN ÖNCE PERA VE GALATA YA DA ALATURKA İLE ALAFRANGANIN TEHLİKELİ DANSI

Bir eğlence mekânının etrafında dönen dizinin öyküsünü kısaca analım. Yahudi cemaatine mensup Matilda (Gökçe Bahadır), 17 yıl evvel işlediği cinayetin cezasını yatarken çıkarılan afla salınmıştır. İsrail'e gitmeyi tasarlayan Matilda, yolculuk hazırlıkları için hahamı ziyaret eder ve kızı Rachel'in yetimhanede yaşadığını öğrenir. Annesini tanımadan büyümüş Rachel (Asude Kalabek) de en deli dolu çağındadır, boş durmaz ve dansçı arkadaşı Tasula'nın el konan kimliğini geri almaya Kulüp İstanbul'a girer. İşler ters gidince işletme müdürü Çelebi'ye yakalanır. Genç kadından şikayetçi olan Çelebi ile kızının karakola düştüğünü öğrenen Matilda'nın yolları kesişir. Çelebi Matilda'yı tanımaktadır ve geçmişin hesabını görmenin peşindedir. Şikayetini çekmek için Matilda'ya Kulüp'te çalışmayı şart koşar.

Kulüpte yeni sezon arifesinde hummalı bir çalışma sürmektedir. Birçok mekândan kovulan assolist adayı Selim Songür (Salih Bademci), yeni bir şov sunmak üzere vizyoner patron Orhan'la (Metin Akdülger) anlaşır. Alafranga ile alaturkayı harmanlayarak canlı dans koreografileriyle seyirciyi yıkıp dökmeye aday Selim, sahnelerin yadırgadığı erkek assolist tabusunu da yıkmaya niyetlenmiştir.

Kulüp'ün çevresi de oldukça hareketlidir. Rachel gönlünü çapkınlığıyla nam salan Fıstık İsmet'e kaptırmıştır. Dayakçı babası Ali Şeker'den haz etmeyen İsmet (Barış Arduç), Pera'da şöförlük yapmakta, yabancı dil bilmektedir, hızlı ve gizemlidir. Hayalleri ve bavullarıyla Anadolu'dan gelen Hacı ile Bahtiyar pis işler erbabı Ali Şeker'in amele pazarından geçip kulüpte çalışmaya başlamışlardır. Herkes kendi derdine yanmakta, kendi yoluna bakmaktadır. Orhan'ın "Memleket değişiyor Çelebi" sözlerinde de özetleyebileceğimiz kaygan siyasi durum ise bu dertleri büyütüp yolları çıkmaza çevirecek bir karanlığa doğru sürüklenmektedir.

EĞLENCE DÜNYASININ KALBİNDE BURUKLUK

Zeynep Günay Tan ile Seren Yüce'nin yönettiği "Kulüp"e özellikle iki açıdan, siyasi bakımdan ve dönem işi vasfından yola çıkarak değinmek isabet olacaktır. BluTV yapımı "Yeşilçam"a kıyasla soluk bir dizi "Kulüp"... Renk kullanımından ve iç karartıcı kapalı mekânlardan bunu anlıyoruz. Tabii ele aldığı dönemin etkisiyle daha sade, daha hüzünlü kostümler ve dekorlar tercih edilmiş. Kafamızı bir an olsun koyu ton bir yaşamdan kaldıramıyoruz. Eğlence dünyasında geçmesine rağmen sahne gösterilerine boğulmayan dizide Selim'in canlı, bir o kadar gözyaşlı yaşamı seyircinin de neşesini törpülüyor. Ancak dizinin tercih ettiği dönemin hüzünlü olması bir yana iki noktaya ağırlık verdiğini görüyoruz: Eğlence dünyası ve Yahudi cemaati. Açarsak, Beyoğlu'na ve Galata'ya yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Bu yönelimin birçok sebebi var. İstanbul'un ve eğlence dünyasının kalbi Pera'da çarparken Galata ise Yahudi cemaatinin tarihinde önemli bir yer tutuyor. Bu bölgelerin bozulmamış mimari unsurlar barındırması da cabası... Kamondo merdivenleri, Tünel gibi mekânlar tarihi dokuya katkı sağlıyor.

Yine de dönem işlerinin 1955 İstanbul'una dayanıp durması üzerine eğilmek gerektiğini düşünüyorum. Yapımcı şirket O3'ün televizyonda yayınlanan bir diğer dönem dizisi de (Aziz) 30'ları ele alıyor ve Antakya'da geçiyor. Bunu dahi bir gelişme sayabiliriz çünkü dönem işi dendiğinde akıllara yalnızca Adana ve İstanbul geliyordu uzun zamandır. İstanbul'da ise Beyoğlu... Peki, neden? Beyoğlu şehrin kültürel yaşamında aşılması beklenen son eşik belki... Gayrimüslimlerin kovulması ve eğlence dünyasının dizide anıldığı gibi "Türklere verilmesi" bir yozlaşmayı, tektipleşmeyi de beraberinde getirmiş şüphesiz. Dolayısıyla işin içine eğlence girince o eşiğin hatırlanması tesadüf sayılmaz.

Öte taraftan İstanbul'un yakın geçmişinde anlatılmaya değer başka şey görülmüyor demek ki. Toplumsal meselelerden ziyade eğlence sektörüne bir bağlılık söz konusu... Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan koşullardan pek söz edilmiyor yahut 27 Mayıs'tan, 15-16 Haziran işçi dalgalanmasından... Oysa "Çemberimde Gül Oya" (2004) ve "Hatırla Sevgili" (2006) gibi televizyon dizileri siyasi tarihimizden önemli kesitleri merkeze alarak romantik öyküler aktarmıştı. Çevrimiçi platformlar ise eğlence ve harekete rağbet gösteriyor. Bunu da mecranın dinamizmi esas alan yapısına yorabiliriz. Su akıp yatağını bulmuyor da yatak kendi suyunu kendi kaynağından seçiyor. Sahneler, setler ve çalkantılı siyaset iş birliği dönem yapımlarını kışkırtan bir zemin sunuyor. Platformlardaki dönem işleri de bu zemini değerlendirerek kırılmaları başarıyla dramatize ediyor. 

1955 tarihiyse 6-7 Eylül yağması ile bir dönüm ve platform dönem işlerinin doğal sınırını da çizmekte... Buradan siyasete uzanılıyor. Aslında bu dönemeç bir tür günah çıkarma kabini işlevinde ve popülist siyasete güvenli argümanlar hazırlıyor. Hamasi siyasetin saldırgan dili karşısına af dileyen popülist siyaseti, genel geçer yargıları koymak döneme dair politik süslü yapımları özünde suya sabuna dokunmaz bir pozisyona taşıyor, çünkü ne kusura ne affa samimi yaklaşılmakta ve hatta hem nalına hem mıhına vurulmakta...

'KULÜP'ÜN FARKI, OLUMLU YANLARI

Azınlıklar, siyasi tarihimizin can yakıcı meselelerinden... 1915 Tehciri, Yunanistan devletiyle nüfus mübadelesi, Varlık vergisi, Aşkale sürgünü (1942), Kıbrıs sorununun iç politikaya etkileri ve 6-7 Eylül organize saldırıları... Günümüze doğru geldiğimizdeyse 1986 ve 2003 yıllarında sinagoglara yönelik terör eylemlerini, yine 2007 başında Ermeni aydın Hrant Dink'in katledilişini görüyoruz. Osmanlı Devleti dağılırken Hristiyan nüfusu oluşturan Ermeni ve Rum vatandaşların temsiliyeti büyük ölçüde karikatürize edilse, çarpıtılsa dahi bir biçimiyle ana akım anlatıya sızmayı başardı. Yahudiler ise genellikle pinti tüccar, karaborsacı olarak çizildi, sığın da sığı bir yaklaşıma maruz bırakılarak kültürlerinden azade kılındılar. Kulüp için bir zamanlar yurdun yerlisi olan Sefaradlar'ın kültürünü geniş kitlelere duyurmak yolunda bir fırsat diyebiliriz. Ezberden yol almayan bu konu seçimini takdir etmeli.

Bir öteki hassas mesele ise Netflix'in eşcinsel ilişkileri gündeme taşıyan yayın politikasını Türkiye'deki sert ahlakçı çizgiye kabul ettirme uğraşı... Şu ana dek platformun açıktan bir eşcinsel ilişki sun(a)madığını biliyoruz. "Kulüp"te de böyle bir ilişki yaşanmıyor fakat şarkıcı Selim Songür'ün gerek sahne gerek kulisteki kompozisyonu eşcinsel çağrışımlarla yüklü. Ancak dikkatimi çeken, dizide iki erkek baş kahramanın karşı cinsin çekim alanına hiç sokulmayışı. Bunlardan ilki Songür, diğeriyse kulübün patronu Orhan. Aralarında açık bir yakınlık sergilenmese bile birbirlerini fazlasıyla anlamaları, sıkılmışlıklarında buluşmaları aralarındaki erkek dostluğunu da standart dışına taşıyor. Muhtemelen ikinci sezonda Orhan'a karşı cinsten bir kısmet bulunacak, baş göz edilecektir. Aksi düşünülemez! Yahut aksi düşünülemeye, tez bağlayın başını! 

DİZİDE AKSAKLIKLAR: MANASIZ GİZEMLER, YEŞİLÇAM'DAN MİRAS KLİŞELER

Rana Denizer, Ayşin Akbulut, Serkan Yörük, Necati Şahin ve Bengü Üçüncü'den oluşan geniş bir senaryo ekibince yazılan "Kulüp", ilişki ve çatışmaları bakımından bildik bir kumaşı alışageldik şekilde dokumuş, sürprizlere yer vermeyen garanti bir anlatı. Elbet bu yönüyle kendi seyircisine ulaşabilecek imkânlar yaratıyor fakat aksaklıkları da göze batıyor. Evvela öyküde sırıtan tepkilerden ve sivriltilmiş mesajlardan söz edebiliriz.

Tepkilerden girelim. Matilda ömür boyu hapis cezasını yattığı cezaevinde dünya yaşamından el etek çekmiş ancak uğruna bedel ödeyip ödettiği imanına halel getirmemiş bir karakter. Afla çıkıyor, şaşkın ve yorgun... İsrail'e gidecek. Biletini almış, her şey hazır ama ansızın analık duygusu ağır basıyor ve yetimhanedeki kızını bırakmaya yanaşmıyor. Burası, yani öykünün kurulduğu nokta düşündürücü... On yedi yıl hapis yatmış, haliyle sosyal yaşama yabancılaşmış bir kadının ansızın şefkatli anneye dönüşmesi, kızının karşısına dikilip "ben anayım ana" perdesinden konuşması doğallıktan uzak. Karşılığında aldığı tepki de altta kalır değil. Rachel de aşırı tepkiler veriyor. Annesine sarılmasını beklemiyoruz ama her duyguyu büyük yaşıyor, biraz fazla oynuyor. Bu uyumsuzluğu kişilerin karakterlerine yorarak çözebilir, sineye çekebiliriz. Matilda kararlı ve güçlü bir kadın, Rachel uçarı, ömrünün baharında bir kızcağız. "Eh, orta yolu böyle buluyorlar" deyip geçelim. 

Nedir ki dizide sorunlar bitmek bilmiyor. Mesela bazı mesajların kamu spotu kıvamında verilişine tanık oluyoruz. Bir sahnede, "Türkiye'nin siyasi yüzü" diyebileceğimiz işletme müdürü Çelebi, Matilda'nın şabatıyla Hacı'nın cuma namazını aynı kararlılıkla engelliyor fakat azınlığın bastırılmasıyla garip Anadolu insanının ezilmesi aynı programın parçası değil. Zaten ikisini eşitlemek de azınlığa dönük sistematik şiddetin hafife alınması anlamına geliyor ve sağcı bir bakış açısının ürünü... 

"Kulüp", garanti anlatısını manasız gizemlerle yorarken klişelerle diri tutmaya çalışıyor. Örneğin Çelebi'nin geçmişe uzanan aşk öyküsü beklendiği ölçüde gizem yaratmıyor veya Rachel'in annesinin kimi öldürdüğünü öğrenmemesi tam olarak neye hizmet ediyor, kestirmek güç. Hani öğrendiğinde en fazla bir iki çağıracak, çekip gidecek. Annesiyle ilişkisi zaten pamuk ipliğine bağlı... Klişelerden de söz açmalı. "Kulüp", dönemin Yeşilçam filmlerini aratmayacak klişelere yaslanmış. Rachel'in kendisini kardeş gibi seven Mordo yerine bitirim İsmet'e vurulması ve onunla bir gece birlikte olup hemen gebe kalması gibi örnekler verilebilir.

ZAMAN PROBLEMİ

Dönem işlerinin yumuşak karnı, mantık hatalarına düşebilmesi özellikle geçtiği zamanla uyuşmayan yönleri... Güncel ve kurgusal bir anlatıda pek ilgilenmeyeceğimiz veriler dönem işinde öne çıkabiliyor. Bu konuda iki örnek verildi. Akif Kurtuluş ve Şenay Aydemir attıkları tweetlerle uyuşmazlıklara işaret ettiler.

Kurtuluş, Şoför İsmet karakterinin okuduğu Nazım Hikmet dizelerine takılmış.* İsmet jigoluluk hizmeti verdiği zengin İngiliz'in evinde Hikmet'in "Kadınlarımız" diye bilinen şiirinden dizeler okuyor. Bu dizeler şairin "Kuvayi Milliye" destanına ait. Kurtuluş da kitabın ilk baskısının 65'te gerçekleştiğini belirtiyor. Ancak İsmet her ortama girip çıkan biri olarak 41'de tamamlanmış bu esere yayımlanmadan evvel ulaşmış olamaz mı? Şüphesiz olabilir. Hatta maço görünümüne ve Rachel'e el kaldırmasına karşın kadına yönelik şiddeti eleştiren çelişkili bir tutum da sergiliyor. Bu tutumla örtüşmekte andığı dizeler. Toplumsal çerçevede bir özeleştiri göze çarpıyor söz konusu dizelerde.

Daha vahim bir hata Şenay Aydemir'in değindiği af meselesi...** Aydemir, Varlık Vergisi, Matilda'nın hapishane yaşamı ve affı bir doğrultuda buluşturarak 17 yıl tutsaklığın hangi aralığa denk geldiğini kavramaya çalışıyor, işin içinden bir türlü çıkamıyor. Dizide kesin tarih belirtilmediği kanısından hareketle olayların 59'da geçebileceğini (geçmesi gerektiğini) savunmuş Aydemir. Varlık Vergisiyle beraber babası sürgüne yollanan Matilda çocuğuna hamile olduğu Mümtaz'ı vuruyor. Yani 42'de girip 17 yıl hapis yattıysa 59'da çıkmış olması lazım. Gerçi böylesi bir genel af ise 60'da ilan edilmiş.

Dizinin 55'te geçtiği kulübün açılışıyla ilgili kısımlarda belirtiliyordu sanki, aklımda öyle kalmış. Zaten 6-7 Eylül'den sonra maalesef Yahudilere o kadar yaşam alanı dahi tanınmadığı tahmin edilebilir. Buradaki mesele 17 yılda ısrar edilmesi. Bu da anlaşılır. Rachel'i 13 yaşında gösteremeyeceklerine göre yahut Varlık Vergisinin tetikleyici rolünü ıskalamayacaklarına göre 17 yıl sonraya gidilmesi kaçınılmaz. İki kırılma arasında geçen süreye dört yıl fazladan eklenmiş deyip yoğurdun başına oturmuş senaristlere bırakmalı kaşığı!

DÖNEMİN GÖLGESİNDE SÖNÜK VE PARLAK OYUNCULUKLAR

Dizide oyunculuklara da parantez açmak istiyorum. "Kulüp"ün dönem işi olması oyunculuklar açısından dezavantaja dönüşmüş zira oyuncuların önüne konan sınır ve engeller çoğalmış. İsmet karakterinden başlayalım. Barış Arduç'un "öfkeli ve yakışıklı abi" olmak dışında öyküye bir şey kattığını söyleyemeyiz. Metin Akdülger'in zaten oynayacağı bir alan yok, atıl bir karakterde boy gösteriyor. Annesi ve etnik kimliğiyle yaşadığı gerilim de hayli verimsiz. Temel çatışmanın tarafı Fırat Tanış, çoğu sahnede smokininin de etkisiyle hantal bir görüntü vermiş. Oyunculuğunu işleme şansı Gökçe Bahadır ve Salih Bademci'ye tanınmış. Onlar da tecrübelerini konuşturuyorlar. Bademci sahneye çıkar güldürür, kulise döner ağlatır bir çizgide, assolist kaprislerini ve ailevi sıkıntıların yükünü hissettiriyor. Bahadır ise rolüyle bütünleşmiş. Kızı karşısında bazı çıkışlarını abartılı bulsam da ev-iş yeri, semt-cemaat arasında mekik dokurken yaşadığı yorgunluğu ve mahpusluk sonrası şaşkınlığı eksiksiz veriyor.

Ancak Bademci ve Bahadır'ı saymazsak bir idare etme hali, bir sönüklük hakim diziye. Bu sönüklüğün dışında kalan, "oynamaya zorlanan" tek isimse Rachel rolünde karşımıza çıkan Asude Kalabek. Oyunculuğu yetmemiş Kalabek'in. Henüz çok genç ve deneyimsiz bir oyuncu, zamanla geliştirecektir kendisini. Fakat bir yandan da yüzünün Netflix'e müsait olduğunu not düşelim. Kolayca kavranamayan bir yüze sahip... Yani bir anlamda Kalabek'in tüm o aşırı tepkilerine, bağırış çağırışlarına karşın (yakın çekimlerin de marifetiyle) yüzüyle var olduğunu görüyoruz. Bu toy ve kararsız yüze bir şeyler katarsa canlandıracağı yeni rollerde daha başarılı bir Kalabek izleyebiliriz.

"Kulüp" hakkında sözü bağlarken, kurduğu atmosfer ve eğildiği meseleler itibariyle başarıya eriştiğini ancak öyküsünden yana zayıf kaldığını söylemek gerekiyor. Özenli sanat yönetimiyle dikkat çeken dizide hüzün duygusu sinematografiye yansıtılıp döneme yönelik sahici bir hava estirilmiş. Siyasetin tekinsiz fısıltısı, fırtına öncesi o çok sesli sessizlik duyuluyor. Buna rağmen ortamdan yeterince faydalanılmamış ve senaryo yersiz gizemler, işlevsiz gerilimlerle, dahası türlü klişelerle zedelenmiş. İzlenir mi? İzlenir ama ilgi çekici konusu için...

https://twitter.com/akifkurtulus/status/1457801399530524673?s=20

** https://twitter.com/senayaydemir/status/1457481683960311809