Kötülüğün bir parçası olan veya olmak zorunda kalan infaz ve koruma memurları  

İnfaz ve koruma memurlarının onlara dayatılan iş yüküne karşı çıkmaları ve insan onuruna yakışmayacak bir cezalandırıcı rolüne karşı kararlı bir duruş sergilemeleri pek istenen bir davranış değil.

Abone ol

Zafer Kıraç*

Bu yazı bir meslek grubunu aşağılama, kötü gösterme, vb niyetler taşımaz. Aksine bu meslek grubunun içinde ‘iyi’, aslında henüz vicdanının ve aklının sesini duyma yeteneğini kaybetmemiş, sayıları hiç de az olmayan ve bu yazıdaki  tespitlere katılan insanların bir sesi olmayı da amaçları arasında tutuyor.

Elimizdeki resmi tanımlardan yola çıkarsak, infaz ve koruma memuru kimdir, ne iş yapar sorularımıza şöyle bir karşılık buluyoruz. ‘Cezaevi organizasyonunun işlevselliğini sağlayan infaz ve koruma memuru, cezaevinde düzenin ve disiplinin sağlanmasından sorumludur. Bunun yanında infaz ve koruma memuru, tutukluların insani şartlar altında düzenli bir hayat sürmelerini sağlayarak topluma yeniden kazandırılmasına yardım eder. İnfaz ve koruma memurunun görevleri, tutuklular ile ilgili kayıt tutmak, arama yaparak bulundurdukları eşyaları emniyet altında tutmak, koğuşlarına ulaşmasını sağlamak, kapılarını kilitlemek ve koğuşları belirli aralıklarla kontrol etmek. Tutukluların cezaevinden kaçma girişimlerini engellemek, yemek, temizlik gibi ihtiyaçlarını temin etmek.’

Peki kimler infaz ve koruma memuru olabiliyor; Özel olarak herhangi bir bölümden mezun olma şartı yok, lise veya dengi bir okuldan mezun olmak ve KPSS'den en az 70 puan almak, bu kadroya başvuru için yeterli oluyor. İnfaz ve koruma memuru olmak için gerekli başvuru şartlarını taşıyanlar, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezi'nde mesleğe hazırlayacak 5 aylık bir eğitime dahil oluyorlar.

İnfaz ve koruma memurları üzerine yapılmış yeterince akademik çalışma yok. Bu konuda bu meslek grubunu anlamaya yönelik elimizde İletişim Yayınları tarafından da basılan Yonca Güneş Yücel'in ‘Kilidin öte tarafı Gardiyanlar' (1) adlı doktora tezi çalışması en kapsamlı olanı. İnfaz ve koruma memurlarının mesleki deneyim çeşitliliğini ve toplumsal ilişkilenme pratiklerini konu alan bu çalışma, infaz ve koruma memurlarının mesleki deneyim pratiklerini salt cezaeviyle tanımlı bir ilişkilenmeyle ele almamasıyla bir ilki oluşturuyor. "Her koşulda onları tutuklu ve hükümlülerin karşısına taşıyan, cezaevi yönetimiyle de özdeşliğini kuran tanımlamaların tersine bir yaklaşımla, onların dolaylı ilgiden özgürleştiklerinde kapladıkları alanın genişlediğini fark ettim" diyor Yücel. Bu çalışma 2013-2014 yılları arasında İstanbul‘daki infaz kurumlarında çalışan yirmi infaz ve koruma memuru, bir cezaevi müdürüyle gerçekleştirilen görüşmelerin sonucu.  Dikkat çeken iki paragrafı paylaşayım.

"Kapalı bir alandasınız, on iki saat ne bileyim daha eski dönemlerde daha uzun süre çalışırsınız. Hiçbir sosyal aktiviteniz veyahut farklı bir şekilde oyalanabileceğiniz hiçbir ortam yoktur. Kapının kilitli kısmında biz varız. Arkasında da hükümlüler vardır. Arada hiçbir fark yoktur. Hükümlüyle, çalışan personel arasında çok fazla sosyal fark yoktur" diyor 1989 yılından bu yana görev yapan Nail.

Ve bir başka çalışan Erdal çok önemli bir tespitte bulunuyor: "O insanlara çok şey katıyoruz. Onlardan alıyoruz sürekli, aynı tipleri görüyoruz. Yani sonuçta kötü insanlarla beraber olarak psikolojisi de bozuluyor yani. Yani bu ilk etapta gözükmüyor; ama böyle meslekte ilerlemiş arkadaşlara baktığımda hakikaten de yani sıfatlarında, yüzlerinde psikolojilerinde hepsinin de bozuk olduğu gözüküyor."

Bir diğer akademik çalışma da bugünlerde yayınlanması için çaba sarf edilen -ve umarım yayınlanır ve özenle yapılmış bu çalışmadan hem kurumlar hem sivil toplum yararlanır- İpek Merçil, ve Seçil Doğu Ergin'in hazırladıkları ‘Dört Duvar Kadına Ne Yapar ?’ (2) isimli çalışma. Bu çalışmada çok fazla bilinmeyen alanlara girilmiş ve önemli verilere ulaşılmış. Özelikle iki bölüm çok dikkat çekici; 'İnfaz Koruma Personeli ve Mahpus İlişkisi - Mahpusun Hapsedilmeyle ve Kurumla İlişkisi' ve 'Cezaevinde Gündelik Kadınlık Durumu- Cezaevinden Çıkışa Doğru.'

Bölümlerden daha açık bilgiler vermek istemedim, henüz yayınlanmadığı için ve tabii heyecanla yayınlanmasını bekliyorum.

Uzun yıllar bu alanda çalıştığım için şu tespiti yapmak zor değil benim için;

İnfaz ve koruma memurlarının onlara dayatılan iş yüküne karşı çıkmaları ve insan onuruna yakışmayacak bir cezalandırıcı rolüne karşı kararlı bir duruş sergilemeleri pek istenen bir davranış değil. İnsan hakları dernek ve vakıflarıyla, üniversitelerin insan hakları merkezleriyle sorunlarını tartışmaları ve çözüm üretmeleri hatta kendileriyle yapılan akademik görüşme ve tez çalışmalarında iş yükleri, sendikasızlık ya da kötü muamele ile ilgili sorulara cevap vermeleri bile istenmiyor. Yani aslında toplum tarafından daha ‘saygın' olabilme çabalarının önü de bu şekilde kapatılmış oluyor.

Fakat asıl sorun 2000 yıllarla birlikte derinleşiyor. Hapishane mimarisinde oda/hücre sistemi olarak isimlendirilen F tipi hapishaneler hayatımıza giriyor, üstelik çok acı bir deneyimle. Adeta bir katliam gerçekleşiyor. Hayata Dönüş Operasyonu, Türkiye'de hapishanelerdeki bazı tutuklu ve hükümlülerin F tipi hücre sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için 20 Ekim'de başlattıkları açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine karşı, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 10 bin güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlara verilen resmi isim. Hayata Dönüş Operasyonu sonuçları itibariyle vicdanlarımızda derin bir yara açıyor.

Bütün bu olanlara rağmen sürekli her yeni gelen bakan ve genel müdür, hapishane personelinin ve hapishanelerde yaşanan sorunların çözümü yerine üniformalarla, botlarla ve yeni asayiş düzenlemeleri yeni görev tanımlamalarıyla geliyor. Adeta yarış ediliyor ve göreve gelince hemen yapılacaklar listesinden birinci maddeymiş gibi 15 yılda defalarca üniforma ve bot değişiklikleri gerçekleşiyor. En son Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün de böyle bir çalışması oldu ve kendisinin de katılımıyla 6 ocak 2020 de infaz ve koruma memurları yeni üniforma tanıtım toplantısı gerçekleşti.

Adalet Bakanı Gül yeni kıyafetlerin tanıtım toplantısında.

KAÇ HAPİSHANE VE İNFAZ KORUMA PERSONELİ VAR?

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından en son 2019 Haziran'da 6 bin 126 İnfaz ve Koruma Memuru  alımı gerçekleşmiş; Yine 2020 yılı için 6 bin personel daha alınacağı genel müdürlük sitesinin duyurular kısmında karşımıza çıkıyor. Toplam hapishane personeli 71 bin ve bunun 62 bin kadarı infaz ve koruma memuru.  Türkiye'de bulunan cezaevlerinin sayısı ve mahpus sayısı düşünüldüğünde mahpus sayısı, olması gereken kapasitenin üstünde. Yaklaşık 380 hapishanede 300 bin mahpus, 55 bin civarı personel ile idare ediliyordu. Son çıkan infaz indirimi yasası sonrası tam mahpus sayısını bilemiyoruz ancak 70 bin kadar mahpusun tahliye olduğu tespitleri var. Gelişmelere, yeni kapasite ve hapishane durumuna göre mahpus hapishane kapasitesi oranı ve dolayısıyla yapılacak olan yeni hapishaneler, infaz koruma memuru alımlarında önemli bir ölçüt oluyor.

PSİKOLOG, SOSYAL ÇALIŞMACI VE SANATÇI OLMALARI BEKLENİYOR

Türkiye, infaz ve koruma memuru sayısında çok gerilerde görünmüyor ancak bütün işin bu personele bırakıldığı ortada. Mahpusların psikolojik durumları hakkında onlardan bilgi istenebiliyor ya da içeride günlük yaşamı sosyalleştirmek için aktiviteler planlamalanı ve bunu mahpusların psikolojisi ve yeteneklerine göre yapmaları bekleniyor. Hatta bir ressam gibi mahpuslara resim yapmayı öğretmeleri isteniyor. Üstelik bütün bunları kapasitesinin çok üstünde mahpus olan kurumlarında yapması bekleniyor. Kaldıkları lojmanların balkon ve pencereleri bile hapishaneyi görecek şekilde konumlandırılmış, çocuklarının okulları, alışveriş yapacakları yerler ve ibadethaneleri bile Ceza infaz Kurumları Kampüsü içine sıkıştırılmış, günlük ve sosyal yaşamı hapishane ile sınırlandırılmış. Zaten büyük sorunlar ve hatta insan hakları ihlallerinin büyük çoğunluğu da burada başlıyor. Psikolojik ve sosyal destek personeli diye tanımlanan psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve öğretmen sayıları o kadar az ki bütün bu işler bu personelden bekleniyor. Mesela neredeyse bin mahpusa bir psikolog ve yine neredeyse bin mahpusa bir sosyal hizmet uzmanı düşüyor.

İnfaz ve Koruma Memurları göreve başlama yemin töreni.

SORUNLAR GİDEREK DERİNLEŞİYOR

AKP iktidarının az da olsa var olduğu söylenebilecek demokrasiden tam kopuşu ve Avrupa Birliği'nden uzaklaşma hamlesi insan hakları kazanımlarında derin kayıplara yol açtı. Kapalı kurumlardan biri olan hapishaneler dışarıya ve sivil toplum örgütlerine daha da kapalı hale geldi. Üstelik bu dönemde çok basit istatistiki bilgiler bile verilmemeye başlandı.

Yine bu süreçte mahalle bekçiliği mesleği tartışmaları yoğun bir şekilde gündemde oldu. Bekçiler güçlü olmak istiyorlar, silah sahibi olmak ve kullanma hakkı istiyorlar, hatta isimlerini beğenmiyorlar ve daha saygın, güçlü haklara ve ayrıcalıklara sahip olmak istiyorlar. Tam da bu süreçte bekçilerin bu talepleri yazımızın konusu olan infaz ve koruma memurlarında bir etki yarattı ve zaten var olan bazı tartışmaları yeniden alevlendirdi. Yaptıkları anket çalışmaları, sosyal medya üzerinden yürüttükleri kampanyalar ve iki dernekleri aracılığıyla bakanlıkla yürüttükleri lobi çalışmalarına göre istedikleri şeyler bekçilerin istekleriyle neredeyse aynı. Hapishane personelinin paylaştığı afişte bu istekler şu şekilde sıralanmış. Emniyet hizmetleri statüsü istiyorlar ve tabii silah hakkı. Maaşların iyileştirilmesi ve saygınlık. (3)

.

Son yıllarda infaz koruma memurlarıyla ilgili çok fazla haber görüyoruz. Örneğin bir TV programında FETÖ soruşturmasında yargılanan infaz koruma memurlarının adliyeye 'şık' kıyafetlerle çıkarılmasını eleştirerek, "Alçak gardiyanlar" ifadesini kullanan şarkıcı Nihat Doğan'a, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek'ten tepki gelmiş ve özür diletilmişti.  Bir diğer örnek: ‘Kocaeli' de infaz koruma memuru olan 31 yaşındaki R.K uyuşturucu ile yakalandı. Tutuklanan şahıs cezaevine gönderildi.’

Ve son olarak çok yakın zamanda ‘Adana İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şubesi ile Ceyhan İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, uyuşturucu ticareti yaptıkları öne sürülen şüphelilere yönelik çalışma başlattı. Ekipler, kimliklerini belirledikleri 19 zanlının Ceyhan ve Kozan ilçesindeki adreslerine eş zamanlı operasyon düzenledi. Operasyonda, 2 bin 966 uyuşturucu hap, 146,41 gram sentetik kannabinoid, 0,62 gram metamfetamin, 0,62 gram esrar ele geçirildi. Aralarında 8 infaz koruma memurunun da bulunduğu 17 şüpheli gözaltına alındı’ haberi.

Gün geçmiyor ki hapishanelerde bir insan hakları ihlali yaşanmasın. Gelin görün ki kilidin öbür tarafındakiler yani İnfaz koruma memurları açısından durum başka, sorunları bambaşka; ve en önemli sorunları silahlarının olmaması. Bu meslek grubunu sizlere anlatma çabamda insan hakları ihlallerini önlemek için özellikle infaz koruma memurlarının çalıştıkları kurumla, birbirleriyle  mahpuslarla ve toplumla kurdukları ilişki biçimini anlamaya çalışmak kıymetli olacak.

Emniyet grubu kadar kendilerine yetki ve haklar verilmediğini, az ücret aldıklarını, zor bir iş yaptıklarını, toplumun dışladığı insanlarla uğraştıklarını söylüyorlar. Özellikle de saygı görmek istiyorlar. Elbette bütün bunlar haklı talepler olabilir, fakat infaz koruma memurlarının haklarına yönelik bütün uğraşları içinde, hapishanelerde yaşanan sorunlarla ilgili tartıştıklarını görmüyorsunuz. Ölen hasta mahpuslarla ilgili ya da hapishanelerin çok kalabalık olma hali üzerine bir eleştirilerini görmüyorsunuz. Ya da ortak alanların koridorların koğuşlara dönüşmesi bir çok yerde üç kat ranzalarda yatılması veya hapishaneden tahliye olanların hızlıca geri dönmelerinde, yani 'rehabilitasyon çalışmalarında' hiç başarılı olamadıkları tartışılır bir konu değil onlar için.

İnsan hakları ihlalleri ile ilgili bir durumda blok halinde savunmaya geçiliyor ve münferit olduğunu iddia ediyorlar. Bir çok soruşturmada olduğu gibi kamera kayıtlarına ulaşılamıyor veya tanıklık etmiyorlar. Ve yine kendilerinin çok iyi insanlar olduklarını söylemeye başlıyorlar. Çoğu zaman bazı mahpuslar da 'Şu gardiyan çok iyiydi, bu müdür iyi' gibi cümleler kullanırlar ve örnekler verirler. Bazı zamanlarda sivil toplum örgütleri de  zar zor yaptıkları hapishane projeleri esnasında bu tür tanımlamalar yaparlar.

Aslında iyi olan gardiyan ya da müdür de belirli sınırları zorluyor, esnetiyor diğerine göre. Yani sert bir şekilde emirleri yerine getiren gardiyanla karşılaştırınca iyi görünüyorlar. Oysa bu, yine sınırlarını devletin belirlediği bir iyi olma hali. Gerilimi azaltma, ortamı yaşanabilir kılma. Sistemin işleyişi için iyi olma hali.

Oysa aynı personel dışardan gelen çok haklı bir eleştiri bile olsa onun karşısında durup birlikte hareket ediyor.  Birbirlerine tutunuyorlar, bir sivil toplum çalışanı ya da bir gazeteci olarak içeriyle ilgili bir bilgi edinme ihtiyacınız olduğunda yine aynı refleksle 'Burada kötü muamele yok, burada işkence yok' demeye başlıyorlar. Tekrarlamak isterim aynı infaz ve koruma memurlarının 700 bebek ya da hasta mahpuslarla ilgili bir serzenişleri duyulmuyor.

Kurucu üyelerinden olduğum ve 10 yıl yönetim kurulu başkanlığını yaptığım Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği olarak 2014 yılında bir mektup kaleme aldık. Mektup bugün bütün güncelliğini koruyor ve bazı bölümleri buraya almam gerek. (4)

Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ adlı kitabında SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın yargılanmasını konu edinir. Eichmann, Nazilerin katliamları döneminde ulaşımdan sorumlu bir yetkilidir. Onun çalışmaları sonucunda ulaşımdaki verimlilik oldukça artmıştır. Ancak bu artış, aynı zamanda toplama kamplarına ve dolayısıyla ölüme gönderilen insanların sayısının artması anlamına gelmektedir. Eichmann yargılamalar sırasında kendisinin bir tek insanı dahi öldürmediğini söyler ve sadece işini yaptığını belirterek kendisini savunur. Arendt, kitabında bu durumu, düşünme ve muhakeme etme yetisini yitirmiş, sadece işlevini yerine getiren insanlar açısından değerlendirir ve ‘kötülüğün sıradanlığı’ olarak nitelendirir. Bu yargılamalar sonrasında Eichmann idama mahkum edilir.

Hannah Arendt, Eichmann davasından yola çıkarak şunları söyler: ‘Davalının kendisini bir insan olarak değil de sadece bir görevli olarak tanımlaması, bu görevde kendisinin yerine kuşkusuz başka birisinin de olabileceğine dayanarak savunma yapması, bir suçlunun -falanca yerde bir günde şu kadar suçun işlendiğini gösteren- suç istatistiklerine dikkat çekerek sadece istatistiksel olarak bekleneni yaptığını, bu suçu bir başkasının değil de kendisinin işlemesinin rastlantıdan ibaret olduğunu, zira öyle veya böyle birinin bunu yapması gerektiğini öne sürmesine benzer.’

BEN SADECE GÖREVİMİ YAPIYORUM DENEBİLİR Mİ?  

Hapishane koğuş ve hücrelerinde gazetecilerin, düşünce suçlularının uzun tutukluluk süreçleriyle büyük bir cezaya dönüştüğü, 3 bin civarında 12-17 yaş çocuk sayımızla Avrupa’da birinci sıradayken, yıllardır çocuk mahpuslara taciz vakalarının üst üste gündeme geldiği, mahpus ölümlerinin sayısının arttığı, hasta mahpuslar sorununun gündemden düşmediği, onursuz çıplak arama dayatmalarındaki artışlar, 80 yaşında insanların dört duvar ardında tutulmasına, LGBTİ mahpuslara ayrımcılığa, engelli mahpusları adı konulmamış bir tecrite mahkum etmeye, anneleriyle beraber 700 civarı 0-6 yaş bebek ve çocuğa  hapishane koşullarının yaşatıldığı her gün yeni bir insan hakları ihlali haberini duyduğumuz hapishanelerde personelin ‘ben sadece görevimi yapıyorum’ deme hakkı var mıdır? Bunu söylemek hukuk önünde ve asıl önemlisi de vicdanlarda hapishane idaresini ve personelini aklamaya yeterli midir?

20 yıldır hapishaneler üzerine çalışmalar yürütüyoruz. Onlarca hapishane ziyareti gerçekleştirdik. Birçok hapishanede çalışmalar yaptık. Türkiye’nin birçok hapishanesini yakından görme imkanım oldu. Birçok hapishanenin idaresiyle ve personeliyle konuşabildim. Aynı zamanda birçok mahpus yakınıyla bir araya gelebildik, sorunlarını ve acılarını paylaştık. Aslında sivil toplum örgütleri ve insan hakları çalışanları olarak hapishaneler konusunda azımsanamayacak bir bilgi birikime sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Ve bu bilgi birikimini insan hakları adına bir kazanıma dönüştüremiyoruz. Çünkü bu istenmiyor, ne personelin huzurlu ve sağlıklı bir şekilde kuşkuya düşmeden işini yapabilmesinin ne de mahpusların daha insanı koşullarda yaşamasının önü açılıyor. İstenen şey fazla değil bu ülkenin altına imzasını attığı uluslararası sözleşmelere uyması o kadar. Ne yazık ki şu anda bunu yapmaya istekli bir yetkili makam görünmüyor.

MAHPUSLARA İNSAN ONURUNA YAKIŞIR BİÇİMDE DAVRANIN 

Hapishane personelinin de birer emekçi olduğu bir gerçektir. Çalışma koşullarının ağırlığı ortadadır. Yıllardır dernekler ya da insan hakları çalışanı olarak hapishanelerde yürüttüğümüz çalışmaların bir ayağında da hapishane personeli oldu çoğunlukla. Onların örgütlenme özgürlüklerini ve haklarını da savunuyor olduk hep. Sorumluluğu yüksek ve bir o kadar da yıpratıcı bir işin çalışanı olan hapishane personelinin oldukça düşük maddi olanaklara ve sınırlı özlük haklarına sahip olması kabul edilebilir değildir. Hapishane personelinden herhangi bir Avrupa ülkesindeki çalışanından daha fazla performans göstermesi beklenirken bu sınırlı olanak ve haklarla yaşantısını idame ettirmesi beklenmektedir. Hapishane personeli de kendi sendikalarını, meslek örgütlerini kurabilmeli, hak ve özgürlüklerine sahip çıkabilmeli ve tabii ki bu örgütlülükleri aracılığıyla hapishanelerde gerçekleştirilen hak ihlallerine karşı seslerini yükseltebilmelidir.

Hapishanelerde gerçekleşen hak ihlallerine karşı hapishane personelinin sesini yükseltebilmesi, hak ihlallerinin üzerinin örtülmesini güçleştirecek, hapishanelerin insan haklarıyla daha uyumlu hale gelebilmesini sağlayacaktır. Bu hapishane personelinin kaçınmaması gereken bir sorumluluktur. Bağlı bulundukları Adalet Bakanlığı’nın yaptığı iş tanımını ve sadece özgürlüklerinden yoksun bırakılmak üzere kendilerine emanet edilmiş mahpuslara, insan onuruna yakışır bir davranışla yaklaşmalarının hem görevleri hem de insan olmalarının gereği olduğunu sık sık birbirlerine hatırlatmaları gerekir.

*İnsan Hakları Çalışanı

(1) Kilidin öte tarafı Gardiyanlar- Yonca Güneş Yücel / İletişim Yayınları

(2) DÖRT DUVAR KADINA NE YAPAR?- İpek Mençil- Seçil Doğuç Ergin

(3) Ceza İnfaz Kurumları Personeli Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği. CİPDER - Cezaevi Personelleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, CezaPer-Der

(4) www.stgm.org.tr/tr/icerik/detay/cisstden-hapishane-mudurlerine-ve-personeline-acik-mektup