Korona virüsü: B ve T hücrelerinin sırları açığa çıkıyor

Korona virüsüne karşı yeni çalışma: Vücudumuz B ve T hücreleriyle savunma geliştiriyor.

Abone ol

Raj Thaker

Korona virüsüne karşı üstünlük sağlamak için öncelikle bağışıklık sistemimizin buna nasıl tepki verdiğini anlamamız gerekiyor. Bunu anlamak, daha doğru tedavilerin, etkili aşıların ve sürü bağışıklığına ne kadar yakın olduğumuzu ve hatta bunun mümkün olup olmadığını anlamamızın da yolunu açacaktır.

Yeni araştırmalar her geçen gün bu bilgilere katkıda bulunuyor ve medyada yaygın biçimde haberler yayınlanıyor. Bu tartışmayı takip etmek için çok önemli iki hücre hakkında bilgi sahibi olmanız gerekiyor: B hücreleri ve T hücreleri. İşte sizi güncel tutmak için hızlı bir kılavuz.

Bağışıklık sistemi, vücudu iç ve dış tehditlere karşı korumak için karmaşık biçimde birbirine bağlı hücrelerden oluşan bir ağdır. Genel olarak iki alt tipe ayrılır: Doğuştan gelen (ya da doğal) ve adaptif (ya da edinsel veya kazanılmış). İkisi arasındaki temel farklar, algılanan bir tehdide karşı oluşturulan tepkilerin özgünlüğü ve çevikliğidir.

İKİ FARKLI SAVUNMA SİSTEMİ

Doğuştan gelen sistem, virüs ve bakteri gibi birçok yaygın hastalık yapıcı ajanı vücuda girer girmez tespit edebilen ilk savunma hattıdır. Her ne kadar hızlı bir şekilde tepki verebilse de doğuştan gelen sistem bulaşıcı organizmaları her durumda ortadan kaldıramaz ve tüm patojenleri (hastalık yapıcı mikroorganizmaları/ç.n.) tanıyamaz.

Bağışıklık sisteminin karmaşık doğası yüzünden, doğuştan gelen sistem aynı zamanda ‘antijen sunumu’ diye bilinen bir süreci kullanarak adaptif bağışıklığı harekete geçirmek amacıyla kimyasal sinyaller (sitokinler) veya enfeksiyon yapıcı organizmaların (antijenlerin) bozulmuş ürünleri formunda, ipucu niteliğinde örnekler iletir. Bu ipuçları olmadan, adaptif bağışıklık sistemi harekete geçirilemez.

Adaptif bağışıklık, enfeksiyon yapıcı ajanların bileşimindeki çok ince farklılıkları ayırt etme yeteneği ile çok yönlü ve son derece hedefe özgü bir savunma sağlamak üzere gelişmiştir. Bununa birlikte, adaptif bağışıklık sistemi yavaştır ve anahtar niteliğindeki iki hücre tipinin -B ve T hücrelerinin- harekete geçmesi birkaç gün alabilir.

T hücreleri, CD4+ ve CD8+ olmak üzere iki alt türe ayrılır. CD4+, sitokinler salgılayarak diğer bağışıklık hücrelerinin faaliyetlerine yardım eden T hücreleridir. Sitokinler, plazma hücrelerine dönüşen ve patojeni etkisiz hale getirmek için antikorlar üreten B hücrelerinin olgunlaşmasında başlıca etkendirler. Öte yandan, CD8+ adlı sitotoksik T hücreleri, hastalığa yakalanmış hücreleri doğrudan öldürür.

Adaptif bağışıklık istilacıyı yok ettikten sonra, T ve B hücrelerinden uzun ömürlü bir bellek havuzu oluşturulur. Bu bellek lenfositleri, aynı patojenle karşılaşacağı bir sonraki sefere kadar uykuda kalırlar. Fakat bu defa çok daha hızlı ve güçlü bir bağışıklık tepkisi üretirler. Bellek, adaptif bağışıklık sisteminin temel özelliğidir ve uzun süreli bir koruma sağlar.

COVID-19 SÜRECİNDE T VE B HÜCRELERİ

Çoğu insanın yeni korona virüsüne maruz kalmaması nedeniyle, hastalığa yakalanmayan insanların bellek T ve B hücrelerine sahip olmadığı ve bu nedenle bir Covid-19 enfeksiyonuna karşı hiçbir koruma geliştirmediğini varsaymak mümkündür. Teknik açıdan konuşursak, diğer enfeksiyonlarda olduğu gibi, Covid-19’a karşı bir bağışıklık yanıtı oluşturmalı, Covid karşıtı T ve B hücrelerinin çoğalmasını başlatmalıdır.

Covid’e yakalanan yaklaşık 8.3 milyon insan iyileşti fakat adaptif bağışıklık sisteminin yeni korona virüsüne karşı nasıl bir tepki verdiğine dair kanıtlar şu ana dek yetersiz kaldı. Yine de sürekli biçimde yeni bilgiler ortaya çıkıyor.

ABD’de gerçekleştirilen yeni bir çalışma, hastalığa yakalanan insanların Covid’e özgü T ve B hücreleri oluşturmasının mümkün olduğunu gösterdi. Bu çalışma, aynı zamanda, enfekte olmayan bazı insanların bile Covid-19’a karşı T hücreleri ürettiğini gösterdi ve önceki korona virüsü enfeksiyonlarına karşı (‘çapraz tepkime’ adı verilen) bir tepkimeyle örtüştüğünü düşündürdü. (Korona virüsleri ayrıca Sars, Mers ve bazı soğuk algınlığı sorunlarına da neden olurlar.)

Diğer yandan, İsveç’te bulunan Karolinska Enstitüsü’nün yayınladığı son araştırma, hastalığı hafif atlatan ya da hiçbir belirti göstermeyen birkaç Covid hastasının virüse karşı T hücreleri ürettiğini ortaya koydu. Virüse karşı tespit edilebilir düzeyde antikor barındırmayan hastalarda da durum aynıydı. Daha da önemlisi, aynı zamanda araştırmacılar iyileşen hastalarda bellek T hücrelerine dair kanıtlara rastladılar. Bu durum, tekrar eden şiddetli Covid ataklarını önleyebilen sağlam bir bellek T hücresi tepkisini harekete geçirdiğini düşündürüyor.

KAYBOLAN ANTİKORLAR

Antikorların ne kadar süreyle etkin olduğu, bir patojenden diğerine değişir. Örneğin, antikorların diğer korona virüsleri karşısında zamanla (enfeksiyonun başlangıcından 12 ilâ 52 hafta sonra) azaldığını biliyoruz. Kimi araştırmalar, Covid-19 antikorlarının iyileşmiş hastalarda yedi hafta boyunca tespit edilebileceğini gösteriyor. Ancak hastalar arasında semptomların (hastalık belirtilerinin/ç.n.) ve bağışıklık tepkilerinin büyük bir değişkenlik gösterdiği göz önünde bulundurulduğunda, kesin zaman çizelgesi belirsizliğini koruyor.

Semptomatik (belirti gösteren/ç.n.) kişileri asemptomatik (belirti göstermeyen/ç.n.) kişilerle karşılaştıran bir başka yeni çalışma, asemptomatik kişilerin çok daha düşük antikor düzeylerine sahip olduğunu ortaya koydu. Takip izleme faaliyeti ise, asemptomatik kişilerin yaklaşık yüzde 40’ının sekiz hafta sonra saptanabilir düzeyde antikora sahip olmadığını gösterdi.

Bu bulgu, Covid antikorlarının çok uzun süre var olmayabileceğini düşündürüyor. Yine de bu durum, hastalığa yeniden yakalanmaya karşı korunmak için uyku halinden uyanarak harekete geçme yeteneğine sahip bellek T ve B hücrelerinin varlığını dışlamıyor. Farklı biçimde söylersek, B hücrelerinin ilk bulaşma sırasında oluşturduğu antikorlar birkaç hafta içinde kayboluyor ama bunun bir neticesi olarak üretilen bellek hücreleri çok daha uzun süre varlığını devam ettiriyor.

Buna karşın hâlâ bilmediğimiz çok şey var. Ve Covid sürecinde bağışıklık sisteminin rolünü ayrıntılı biçimde anlamadan, etkili tedaviler geliştirmek zor olacaktır.

Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)