'Korku Metropolü'nde Suç ve Ceza: Ahmet Mithat’ın polisiyeleri

Kent hayatından kendine öyküler devşiren Ahmet Mithat, 'Esrâr-ı Cinâyât’ın finalinde modern hayatı sırtından bıçaklar, suçlularını ve kurbanlarını ilahi adalete teslim eder.

Abone ol

Yazının başlığındaki korku metropolü tanımı tırnak içinde, çünkü Uğur Tanyeli’den ödünç alındı. Tanyeli, 'Korku Metropolü İstanbul' adlı kitabında, 18. yüzyıldan bugüne kadar incelediği İstanbul’a damgasını vuran şeyin "korku rejimi" olduğunu söyler.(1) Öyle ki bu korku rejimi, Tanyeli’nin de örnekleriyle gösterdiği gibi, romancının zihin dünyasını şekillendiren öğelerden biri haline gelmiştir. Kentleşme, mahremiyetin yitimi, heterojenlik ve nihayet kamusal alanda "kadın" korkusu erken dönem Osmanlı yazarının zihninde kurgusal tutarlılıktan daha büyük yer tutmaktadır ve elbette ki bu korku, ilk dönem polisiye edebiyatını da şekillendirmiştir.

Tanyeli, kitabında korku rejiminin bileşenlerinden biri olarak "doğa"yı sayar. Evin ve mahallenin katı ahlaksal sınırları ancak mesire yerlerinde aşılmaktadır, bu yüzden doğa, özellikle şehir içindeki mesire yerleri erken dönem Osmanlı romanında bir tehlike unsuru olarak yer alır. Mesire yerleri, şehir hayatının vaat ettiği tesadüflerin mekânı olarak kahramanın trajik yolculuğunun başladığı yerdir ama başlı başına suç mekânı değildir. Bu yüzdendir ki Ahmet Mithat Efendi, 'Esrâr-ı Cinâyât' adlı ilk yerli polisiyeye cinayet mahalli olarak Karadeniz’den İstanbul’a giren gemilerin, özellikle fırtınalı havalarda korkuyla gözledikleri ve "büyük bir deniz canavarı"nı andıran Öreke Taşı’nı seçer.(2) Mahallenin korunaklı sınırlarından, mesire yerlerinin yapılandırılmış kamusallığından uzakta, vahşi doğanın ortasında bir işret aleminde bir cinayet işlenmiş, genç bir kadın ve iki erkek öldürülmüştür. Külyutmaz Müstantik Osman Sabri Efendi olay yerinde ilk ipuçlarını toplarken Osmanlı kimlik sisteminin kodlarından epeyce yararlanır. Genç kızın elindeki kınadan Müslüman olduğu, erkeklerin ise yanlarındaki evraklardan Rum oldukları anlaşılmıştır. Görüldüğü gibi, her ne kadar polisiye kentsel akılla ilişkilendirilse de, modern öncesi toplumun herkes tarafından okunabilir kodları da Ahmet Mithat’ın külyutmaz dedektifi için bir yol gösterici olmaktadır.

KENTLİNİN DEDİKODU MALZEMESİ OLARAK 'SUÇ'

İstanbul ahalisi Öreke Taşı’nda işlenen cinayete karşı aşırı bir ilgi ve merak gösterince, bir gazetenin muharriri de olaya el atmak zorunda kalır. Elbette, basının bu olayda nerede durduğunu gösteren didaktik yazılar yazmanın yanı sıra, muharrir "güzel sanatların bir kolu olarak cinayet"in doğmasına zemin hazırlamakla da görevlidir. O artık modern hayatın ayak seslerini duyup korkuyla mahallesine kapanan, kapılarını sıkı sıkıya kilitleyen kent halkının esrarengiz olaylara ilişkin merakını gidermek, cinayeti aydınlatmakla yükümlü resmi makamlarla kamuoyu arasında bir aracı olmak zorundadır. Gazeteler aynı zamanda zeki ve görevine bağlı müstantiklerin soruşturmayı adalet adına yönlendirmelerinin aracı olurlar. Öyleyse, Ahmet Mithat polisiyelerini ilk etapta her satırda şükranlarını sunduğu padişah hazretleri sayesinde kurulan modern adalet sistemi ve yeni kentli yaşamın iletişim olanakları üzerine kurar diyebiliriz. Kentli iletişimin yeni aracı 'Esrar-ı Cinâyat’ta gazete iken, 'Dürdane Hanım’da telefon olur.(3) Bu anlamda Ahmet Mithat’ın, romanlarını kentsel dinamiklerle örmeye çalıştığını, yeni hayatı anlamaya çalıştığını, anlatı için yeni olanaklar keşfettiği söylenebilir.

YAZAR ARTIK BİR DEDEKTİF

Ahmet Mithat, yerli, milli ve tabii olarak tanımladığı romanı 'Müşahedat'ta yazarı masasının başından alıp kentin sokaklarına salar.(4) Tabii roman, gözlemlenerek yazılmalıdır ona göre. Kentleşme, Balzac’ın "gözün gastronomisi" dediği görme biçimlerini, bir gözlem alanını açmaktadır yazarın önünde. Bütün korku rejimine rağmen, romancı için yeni öyküler vaat eden sokak vardır. Yazar sokağı gözlemlemek, cemaat toplumunun ezberlenmiş kodları dışında bir kişilik vaat eden "karakter"i avlamak zorundadır. Bu nedenledir ki 'Müşahedat’ta Ahmet Mithat bir dedektif kimliğine bürünür adeta. Okuruyla birlikte kent hayatının izini süren anlatıcı kamusal alanda gördüklerini yeni hayatın rasyonel aklıyla yorumlar. 'Müşahedat’ın anlatıcısı bindiği vapurda üç kadının konuşmalarına kulak misafiri olur. Nasıl olup da vapurda kadınlara ait bölümde oturduğunun bir cevabı vardır elbette. Harem yazısı erkekler bölümüne asılmış, böylece üç kadın Ahmet Mithat’ın romanının kahramanları olma şansına erişmişlerdir. Roman yazarın muhayyilesinden değil, ampirik gözlemlerinden ve tıpkı kent hayatı gibi "anlık" ortaya çıkmaktadır. Tanık olduğu konuşmalardan sonra kadınları takip ederek ve hikâyenin tüm taraflarıyla görüşerek hikâyeyi oluşturan anlatıcı, aslında bir dedektif gibi konumlanmıştır ve kent bir zeki bir dedektif için paha biçilmez ipuçları serpiştirmektedir.

Esrar-ı Cinayat, Ahmet Mithat Efendi, 268 syf., İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

METAYI İZLE SUÇLUYU GÖRECEKSİN

Evet, kınalı parmakları Müslüman olduğunu ele verse de öldürülen genç kadın hakkında daha fazla bilgi edinmek mümkün değildir. Ama görmesini bilen gözler için kent her zaman ipuçları serpiştirir dedik, Mithat’ın zeki müstantiği de kızın elbisesindeki etiketten Beyoğlu’ndaki mağazaya, oradan da elbiseyi satın alan Hediye Hanım’a ulaşır. "Metropol ve Zihinsel Yaşam"da paranın modern yaşam için "yeni bir kesinlik"(5) olduğunu belirten Georg Simmel’den ilhamla söyleyecek olursak, meta belli ki dedektif için yeni bir kesinliktir. Malların üzerine basılan etiketler birer adrestir. Nitekim nesnel kanıtlar dedektifi yanıltmaz, Osman Sabri suç çetesinin başı femme fatale Hediye Hanım’a ulaşır. Elbette burada, Tanyeli’nin korku rejiminin temel bileşenlerinden biri olarak andığı kadın korkusu devreye girmiştir. Mesire yerlerinin baştan çıkarıcı kadını, bir kalpazan çetesinin başındadır artık. Yeni ekonomik düzen, cinsel ayartıcılığın nakde dönüşmesini gerektirmektedir.

Ahmet Mithat öyküsüne polisiyelerin vazgeçilmez motifi, suçluyla işbirliği içinde ve bu yüzden de soruşturmayı engelleyen yozlaşmış bürokratı ekleyerek, Osman Sabri, Köse Necmi ve muharrirden mürekkep acar, birazcık serkeş ama hep adaletten ve doğrudan yana rüya takımını kurar. Feminen Necmi, Ahmet Mithat’ın o çok sevdiği trikle, kılık değiştirerek Hediye Hanım’ın konağına girer. Böylece geleneksel toplumun mahremiyet korkusunu tebdil-i kıyafetle aşar Ahmet Mithat. 'Dürdane Hanım'da erkek kılığına giren Dürdane, tekinsiz Galata meyhanelerinde dolaşırken, Köse Necmi de bohçacı kadın kılığında konakların haremine girmektedir. Romancı kentsel gerçekliğe müdahale etmekte, geleneksel toplumun anlatının ayaklarına çelme taktığı yerde, kamusal alanı "hile yolu"yla değiştirmeyi seçmektedir.

OLAY YERİNDE OTOPSİ

Raymond Williams, "Metropol Algıları ve Modernizmin Doğuşu" başlıklı yazısında kentsel mekânla dedektif tiplemesi arasında bir bağlantı kurar: Modernizmin doğuşunda metropole ilişkin algılardan birinin, "kentin nüfuz edilmezliği"dir Williams’a göre: "Bu, doğrudan doğruya kentsel suçlar konusunda duyulan bir endişeydi" ve "buna edebiyatta verilen önemli bir tepki de kentli, yeni dedektif tipiydi. Conan Doyle’un Sherlock Holmes öykülerinde, gerçekte ‘nüfuz edilemez’ olan kenti, yalıtılmış rasyonel aklın (dedektifin), karanlık suç bölgesini delerek nüfuz etmesi imgesi tekrar tekrar ortaya çıkar."

Ahmet Mithat’ın dedektifi de bu yalıtılmış rasyonel aklı kullanmaya çalışsa da sık sık yoldan çıkar, kestirme patikalara sapar. Cinayetin önündeki sis perdesi yavaş yavaş aydınlanmıştır ama "Peki ama katil kim?" sorusu hâlâ cevapsızdır. Ta ki, Beyoğlu’nun falanca mahallesinin falanca sokağında acılı bir feryat figân kopana kadar. Sokaktaki evlerden birinde, odasında tavana asılı halde bulunmuş bir adam vardır. Olay yerine gelen Osman Sabri, odada hiçbir şeyin yerinden oynatılmadığı, maktulün kendisini asmak için üzerine çıkacağı masa, sandalye vb. şeyler kullanmadığı gibi ipuçlarına bakarak olayın intihar değil cinayet olduğunu bir çırpıda anlamış, hemen orada adli tıp doktoruna merhumun odasında bir otopsi bile yaptırmıştır. Yerli polisiyenin çocukluk çağının külyutmaz dedektiflerinin cebelleştikleri bilmeceler ne yazık ki azıcık dikkat sahibi birinin çözebileceği zorluktadır ama romanın sonlarına doğru anlayacağımız gibi, Ahmet Mithat’ın niyeti polisiye yazmaktan çok kentsel yaşamın korku rejimini işletmek, okura ahlak dersi vermektir. Bu yüzden, olay yerinde yapılan otopsiyi "Bizde neden polisiye roman yazılamaz" argümanına kanıt sunma art niyetliliğini göstermeden yolumuza devam edelim.

KATİLİN BİR KAHRAMAN OLARAK PORTRESİ

Katilin kim olduğu, cinayeti neden işlediği "arkası yarın" notuyla Viyana’dan postalanan ve gazetede tefrika olarak yayımlanan mektuplardan öğreniriz. Hezarfen olarak bilinen ve önce Hediye Hanım’a, sonra öldürülen genç kadın Peri’ye duyduğu aşk yüzünden kalpazanlığa sürüklenen Mustafa’dır katil. Mustafa tefrikasında şehir ahalisini geceleri meraktan uyutmayacak, gündüzleri başka bir şey konuşturtmayacak bir hikâye anlatır. Her gün anlatıyı doruk noktasında sona erdirip bir sonraki gün en heyecanlı yerinden başlama sanatını bilmektedir Mustafa. Kamuoyunun bütün ilgisi onun üzerindedir. O artık bir kahramandır. Fransız tarihçi Louis Chevalier kamuoyunun suça karşı ilgisini şöyle analiz eder: "[C]inayet korkusundan çok daha önemli olan bir şey de, halkın cinayete ve cinayet hakkındaki her şeye olan ilgisiydi. Gerçekte bu terör ve korku anlarının ötesinde, cinayete duyulan ilgi, bu dönemin popüler kültür biçimlerinden biriydi: ve aynı zamanda halkın kendi fikirlerinin, imgelerinin, sözlerinin, inançlarının, bilincinin, konuşma ve davranış tarzının biçimlerinden biriydi."(6) Günümüze uzanan katilden bir popüler kültür fenomeni yaratma eğiliminin örneklerinden biridir Kalpazan Mustafa. Öreke Taşı’nda öldürülen iki erkeğin Rum, evinde tavana asılı halde bulunan Halil Suri’nin Arap, bütün bu kötülükleri libidinal ekonomiyle yönetenin de bir kadın olduğu düşünülünce Ahmet Mithat’ın neden katili kahramanlaştırmayı seçtiği anlaşılır.

'MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR'

Katil itiraf etti, halk kahramanını bağrına bastı, Padişah affını ihsan eyledi. Öyleyse bu ilk yerli polisiyede herkes erdi muradına, biz çıkalım kerevetine deyip kitabın kapağını maceraya doymuş bir okurun hazzıyla kapatmamız mümkün olabilir elbette ama gelin görün ki Ahmet Mithat buna izin vermez. Finalde modern adli kurumlara, kamuoyuna, gazetelere, modern akla ve vicdana ve hatta padişahın kendisine dağıttığı bütün kartları toplayıp Tanrı’nın eline verir. Çünkü Uğur Tanyeli’nin deyimiyle, "Ahmet Mithat ve benzerleri aslında kamusallaşmanın tam başladığı anda durdurulmasını talep eder." Bu yüzdendir ki, adaletin ve toplumsal vicdanın elinden aldığı suçluyu Tanrı’nın eline teslim eder. Kalpazan Mustafa tam memlekete dönmek üzereyken bir kaza eseri, Arap Halil’i tavana astığı gibi, bir ağacın dallarına takılıp can verir. Ahmet Mithat, 'Dürdane Hanım’da olduğu gibi, burada da ilahi adaletten yanadır. Yine Tanyeli’nin sözleriyle:

"Romancılar, okuyucuları ve onların ayna imgeleri olan kurgusal roman karakterleri, Tönnies’in terminolojisiyle ifade ettiğinin aksini yapar. Gesellschaft (toplum) olarak kurulmakta olan bir beşeri ortamın yeniden Gemeinschaft’a (organik cemaate) dönüşmesini umarlar."

Kent hayatından kendine öyküler devşiren Ahmet Mithat, finalde oyunbozanlık yaparak modern hayatı sırtından bıçaklar, suçlularını ve kurbanlarını mahallenin sınırları içerisinde ilahi adalete teslim eder; Tanrı’nın her şeyi gören gözünün yerine kısa bir süreliğine de olsa dedektifin görünenin ardındakini görmeye çalışan gözünü koymaya gönül indirse de cezayı seküler kurumlara bırakmamakta kararlıdır. Bu kararlılık modern hayatın katı olan her şeyi buharlaştıracağı korkusundan kaynaklanmaktadır.

Kim bilir belki de yerli polisiye tartışmalarına metropol korkusundan bakmak lazım, çünkü öyle görünüyor ki 'Esrâr-ı Cinâyât'taki yegâne korku romancının kent korkusu; okurun bu korkuyu yakaladığı satırlar da bu polisiye hikâyenin en heyecanlı satırları.

Dipnotlar:

1. Uğur Tanyeli, Korku Metropolü İstanbul. İstanbul: Metis Yayınları, 2022.
2. Ahmet Mithat Efendi. Esrâr-ı Cinâyat. Haz. Mehmet Kanar. İstanbul: İş Kültür, 2020.
3. Ahmet Mithat Efendi. Dürdane Hanım. Haz. Kâzım Yetiş. Ankara: TDK, 2000.
4. Ahmet Mithat Efendi. Müşahedat. Haz. Dr. Osman Gündüz. Ankara: Akçağ Yayınları, 2003.
5. Aktaran Andy Merrifield. MetroMarksizm-Şehrin Marksist Bir Hikâyesi. Çev. Nihal Ünver. Ankara: Phoenix, 2012.
6. Aktaran Ernest Mandel. Hoş Cinayet, Polisiye Romanın Toplumsal Bir Tarihi. Çev. N. Saraçoğlu-Bülent Tanatar. İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1996.