Koçak: Başkalarının bizi anlatmalarına ihtiyacımız var

Politus Dergi'nin editörü Ali Necati Koçak, dergiciliği ve Politus'un öyküsünü anlattı. Koçak, Politus'un dergi çevresinden bahsederken "Her zaman, her yerde doğrudan kendimizi anlatma fırsatı bulamayabiliriz. Başkalarının bizi anlatmalarına hep ihtiyacımız var; okuyucunun, yazarın, ekibe yeni katılmış birinin heyecanı derginin daha önce giremediği çevrelere girmesini sağlar" dedi.

Abone ol

DUVAR - Bir kavram ve eylem hali olarak kültürü, politik bir anlayışla sosyal demokrat bakış açısıyla yorumlayıp değerlendirmeye çalışan Politus Dergi, Ankara menşeili bir üretim odağıdır. Özellikle akademik ve siyaset camiası için bilinen bir yere oturan derginin editörü Ali Necati Koçak ile Türkiye dergiciliğini, sosyal medya ve okur ilişkisini ve dergicilikte gelenek mefhumunu konuştuk.

Konu üretim anlayışına geldiğinde Koçak, “Politus dergi adından da anlaşılacağı üzere politik bir dergi. Özgürlükçü sol / sosyal demokrat bir politik çizgimiz var” diyerek düşüncelerini açıklıyor.

İlk olarak, bilimi, kültürü ya da sanatı konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Politus’un yıllar içinde biriken bir yazı çevresi var aslında, çoğunlukla bu çevreden yazılar geliyor. Yarı tematik bir dergi formatımız var, bu nedenle dosya konusuna ilişkin kimlerden yazı isteneceği, kimlerden röportaj alınacağına biz karar veriyoruz. Bu konuda hemen hiç sıkıntı çekmedik. Özellikle Ankara’daki akademik ve siyaset camiası içinde bilinen bir yere oturdu dergimiz. Bunun dışında gelen yazılarda oluyor tabi. Çoğunlukla e-posta ile bize ulaşıyorlar. Derginin yazılar ve yazarlarla iletişiminde politus.dergi@gmail.com adresini kullanıyoruz. Buraya gönderilen her yazı mutlaka değerlendiriliyor. Genelde akademik yazılar ve dergi formatından daha uzun yazılar konusunda bir sıkıntı yaşıyoruz. O tür durumlarda kısaltma istediğimiz oluyor.

Politus Dergi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Politus dergi adından da anlaşılacağı üzere politik bir dergi. Özgürlükçü sol / sosyal demokrat bir politik çizgimiz var. Ülkemizde bu çevreye seslenmeye çalışan başka dergilerde var tabi. Politus daha çok gençlerin içinde olduğu, pek çoğunun ilk kez burada yazıyla, röportajla tanıştığı bir mecra oldu. Sosyal medyanın yaşamımızı hızla ele geçirmesiyle her şey kısalmaya başladı. Yazı yazmak ve okumak da öyle...

O nedenle “dergi çevresi” denen bir akımın hala geçerli olduğunu düşünüyoruz. Bunlar mutlaka yazar ya da editörler olmuyor. Okuyucular da bu çevrenin aktif katılımcıları. Dergi çevresi derginin editöryal ekibinden daha etkindir aslında. Her zaman, her yerde doğrudan kendimizi anlatma fırsatı bulamayabiliriz. Başkalarının bizi anlatmalarına hep ihtiyacımız var; okuyucunun, yazarın, ekibe yeni katılmış birinin heyecanı derginin daha önce giremediği çevrelere girmesini sağlar. Dergi çevresi derginin ruhudur, Politus dergi çevresi böyle gelişti.

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editörlük konusunda Umberto Eco’nun yayınlanmış bir makalesi vardır. Türkçesi Yeni Yüzyıl gazetesinde de (9 Kasım 1996) yayınlanmıştı. Ben onu kendime başucu eseri yaptım. Yıllar içerisinde bana daha çok şey kattı. Makalenin daha giriş cümlesinde editörlüğü “yazarın yazısı üzerinde müdahaleci bir yayıncılık” olarak tanımlıyor. Ben yazıya müdahaleyi, hep yazma özgürlüğüne müdahale olarak bakmıştım. Fakat dergicilik serüveni içerisinde editörün gerçek işinin biraz da bu müdahaleden geçtiğini yaşayarak öğrendim. Bu müdahale yazının okuyucuya ulaşmasında doğru dili tutturması, kendini doğru ifade etmesi için bir yol haritasıdır aslında.

Politus içerisinde pek çok genç ilk yazılarını, ilk röportajlarını yayınladılar. Bu açıdan birazda kendimizi bir okul gibi görüyoruz. Dergiye dışarıdan yazı gönderen biri bilmeli ki, yazı dergiye uygunluğu üzerinden değil yazının bizzat kendisinin söyleyecek, anlatacak bir şeyi olup olmadığı üzerinden editoryal bir incelemeye alınır. Çoğu zaman bizim söylemediğimiz şeyleri de söyleyen yazılar yayınlıyoruz. Bu çok keyif verici bir şey. Bu tür ilişkilerden memnunuz.

'POLİTİKACILAR SÖZLERİNİN HATIRLANMASINI İSTEMİYORLAR'

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Politus Dergi

Politus olarak son bir yılı aslında çok zor geçirdik. Sadece ekonomik kriz değil elbette yayıncılığın geldiği yer, akademik dünya üzerindeki baskılar ve gençlerin kendilerini ifade etmekten uzaklaşmaları gibi başka etmenlerde etkili oldu. Böyle devam edemeyeceğimiz ortada. O nedenle biraz da bu krizin üzerine üzerine giderek hem içeriği güçlendirecek hem de dijital yayıncılık alanında yeni şeyler deneyecek bir girişimde bulunduk. Sonbaharla birlikte farklı yayıncılık ortamlarını da güçlendirerek yola devam edeceğiz.

Ben asıl krizin politik alanda olduğunu düşünüyorum. Benim yetiştiğim 80-90’lı yıllarda politikada kanatlar çok önemliydi. Oralar birer siyaset okulu gibi çalıştı, gençleri yetiştirdi. Özgürlükçü sol kanat, yeni sol kanat, sol kanat yazıya, metne, manifestoya önem veren siyasal çalışmalardı. Bu kanat siyaseti Arayış, Sosyal Demokrat, Sosyal Demokrasi, 3D gibi dergiler çıkardılar. Ben o dönem Bireşim ve Birlikte dergilerini yönettim. Şimdi politikacılar Twitter mesajlarından daha uzun şeyler yazmıyorlar, yazamıyorlar. Sözlerinin kalıcı olmasını, hatırlanmasını istemiyorlar. Anlık duygular dışında siyasal metinler yok artık.

Biz en çok meclisteki milletvekillerinden yazı ve röportaj almakta sıkıntı yaşıyoruz. Halbuki şimdi en çok onların yazmasına ihtiyaç var. Yeni rejim artık meclisteki sıradan milletvekilini yok sayan, dikkate almayan bir süreç. Ben milletvekili olsam mutlaka ayda bir siyasi bir makalem yayınlansın diye çaba gösteririm, özellikle şimdi.

“Liste siyaseti”ni aşamayan, bir gecede taraf değiştiren milletvekillerinin, parti meclisi üyelerinin olduğu ortamda haddim olmayarak CHP içindeki tartışmaları bu alandaki sığlığa bağlıyorum. Siyasi angajmanlarını bir yana bırakarak söylüyorum; ben hala Aydın Güven Gürkan’ın, Ercan Karakaş’ın, İsmail Cem’in (hatta Ertuğrul Günay’ın) metinlerini, bildirilerini aşabilen yeni bir heyecan görmedim. (Rıza Türmen’in siyasal metinlerini saygıyla izlediğimi ayrıca belirtmem gerekir.) Ekonomik krizi bir şekilde aşacağız, asıl aşmamız gerek bu siyasal kriz.

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Sosyal medya okurla iletişimde çok farklı deneyimler sunuyor. Öncelikle her şey çok hızlandı. Okurun sosyal medya üzerinden kendini ifadesi çok gelişti. Sosyal medya bir dağıtım kanalı gibi çalışıyor. Yeni okurlara ulaşmada, yeni çıkan bir sayıyı tanıtmada etkisi tartışılmaz. Böylesine olumlu etkileri olan bir alanın elbette negatif yanlarını da gözardı etmeden konuşmak gerekir. Herkesin ortak eleştirisi bence okurun okuma derinliğinin kaybolmasıdır. Bu zamanla okurun talebine göre evrilmek durumunda kalıyor ve ona göre eserler verilmeye başlıyor. Klasiklerin özetlerinin basılmaya başladığı bir ortamda sosyal medya etkisi endişe verici bir etki ve maalesef bunun uzağında kalmak mümkün olmayacaktır.

'TEK KİŞİLİK HABER PORTALI PATLAMASI VAR'

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin -olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

İyi yazı yazmak ve iyi şarkı söylemek hemen herkesin özendiği şeylerdir. Bu demek değildir ki, özendiğiniz şeyi iyi yapabiliyorsunuz... Portal ve dergi sayısındaki artışın temelindeki etki “blog yazarlığı” konusudur. Ücretsiz blog açabilmek, açtığı blogda yazı denemeleri yapmak, yazdıklarını yayınlayabilmek, yayınlanan şeylerin okunduğunu görmek bu alanda “malesef” bir özgüven patlaması yarattı. Malesef diyorum çünkü bu alanda müthiş bir kalabalık oluştu, bu kalabalık nedeniyle iyi olanı, farklı olanı, değerli olanı, özgün olanı bulmak da, görmek de zorlaşıyor.

Haber portallarını ayrı bir yere koyarak söylüyorum. Onlar müthiş bir kaynak yakaladılar aslında. Elinde telefonu olan herkesi birer muhabire dönüştürdüler. Fakat bu alanı verimli kılabildiklerinden şüpheliyim, şimdi tek kişilik haber portalları patlaması var. Bu alan zamanla temizlenecek diye düşünüyorum.

Toparlarsak şunu söyleyebilirim; nicelik artışı olduğu kesin, nitelik artışını da reddetmek mümkün değil. Fakat ortamda bir kakafoni olduğunu da dürüstçe kabul etmemiz gerekiyor.

Yazın dünyasının özellikle Gezi ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

Gezi’nin özellikle gençler üzerinde bazı etkileri olduğu tartışılmaz; iletişimde kalmak, dayanışma ve gündelik hayatın politikleşmesi gibi. Bu etkiler gençlerin dünyalarında başka yansımalara da neden olmuştur. Bu kaçınılmaz. Bu etkiler arasında yazın dünyası da kendine düşen payı almıştır. Ama bunu ölçmek mümkün değil. Kültür sanat dünyası Gezi’nin farklı yanlarını üretimlerinde aktardılar tabi. Resimler yapıldı, grafitiler çizildi, romanlar ve hikayeler yazıldı. Geziden deneyimlenen kahramanlar yaratıldı. Gezide yaşanmış korkular, yalnızlıklar, çaresizlikler ya da korkularını yenme, yalnızlıklarından kurtulma, çareler üretme deneyimleri bu alanlara aktarıldı. Dergicilik burada kendi payına düşen bir politikleşme yaşadı bana göre. Ama bunu kalıcı kılabildik mi bu bir soru işareti.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Dergi sonuçta bir mecradır. Bir piyasadır. Üretilen ürünün tüketime, paylaşıma sunulduğu bir alandır. Yazarın ürettiği yazının (hele ilk yazıların) yayınlanabilmesi yazar için “her şey”dir. Bu anlamda özgüveninizi tavan yaptıran yegane şey yazınızı basılmış bir derginin sayfalarında görmektir. Bundan daha büyük bir vaat olabilir mi?

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Politik dergicilik alanındaki bize göre en büyük gelenek “Yeni Gündem” ve “Birikim”dir. Farklı kategorilerde ama benzer bir ekip tarafından çıkarılan dergilerdir. Bizim ait olduğumuz siyasal alanda çok dergi kalmadı. Politus dergi umarım bir on yılı daha devirir. Buradan yetişen genç yazarların başka dergiler çıkarırken bize referans vermeleri kadar bizi mutlu eden başka bir şey olamaz.