Kısa Türkiye tarihi: Değişim rüzgârlarının estiği ‘60’lı yıllar

‘60’lı yıllardan itibaren hayatımızın merkezine oturan Batı müziği, sonrasını da şekillendiren hamlelerden. Bugünkü yazıda, Batı müziğinin ilk yıllarından söz edecek, memlekette o dönem yaşananlardan kesitler sunacağım. Şöyle de diyebilirim: Okuduğunuz yazı, ‘60’lı yılların çok kısa bir özeti. Özete giriş belki de… Kim bilir, belki sonrasında bu dönemi tamamlar, oradan ‘70’li yıllara geçer, yavaş yavaş ilerleyerek bugüne uzanırım…

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Hepimizin bildiği bir şeyi hatırlatarak yazıya başlayayım: Bir süredir unuttuğumuz Covid-19 yeniden hortladı. Mart başında resmî olarak memlekete giren virüs, 11 Mart’ta açıklanan ilk vaka sonrasında yanımızda, yakınımızda. Kendini hep hatırlattı ama biz, niyeyse unutmayı tercih ettik. Sürecin iyi yönetilmemesi ve bütün sorumluluğun vatandaşa bırakılmasıyla birlikte vakalar arttı; bunun önüne geçmek için bir şey yapılmadı, yapılmıyor. Belli ki yapılmayacak. Okulların açılması yönündeki ısrar bunu gösteriyor. İnsanlar sokaklara döküldü, “yeni normal” dedikleri çoktan normale döndü. Oysa kimimiz Mart ortasından bu yana evdeyiz. Ben, dışarı çıkmamayı tercih edenlerdenim. Arada iki ev taşıdım, memleketime yerleştim, yıllardır yaşadığım şehri terk ettim ama onlarda da aşırı dikkatliydim. İnsanların dikkatsiz davranmasına kızanlardanım. Kendi sağlıkları bir yana, çevresindekilerin sağlığını hiçe sayarak hayatlarını (hem de hiçbir şey yokmuş gibi) sürdürenler, ilerleyen günlerde artacak vakaların asıl sorumlusu. Elbette bu musibetin bir an önce gitmesini isteyenlerdenim ama böyle giderse, yıl sonuna doğru çok canımız yanacak.

Evde kaldığım dönemi iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Karantina ve taşınma, iki işe yaradı: Safralarımı attım ve evdeki kitaplara gömüldüm. Çok zamandır istediğim tarih okumalarını ilerlettim, memleketin ‘50’li yıllarından bugüne uzanan bir dönemi kendimce mercek altına aldım. Elbette ana arterim müzik. Bilhassa ‘60’lı yıllardan itibaren hayatımızın merkezine oturan Batı müziği, sonrasını da şekillendiren hamlelerden. Bugünkü yazıda, Batı müziğinin ilk yıllarından söz edecek, memlekette o dönem yaşananlardan kesitler sunacağım. Şöyle de diyebilirim: Okuduğunuz yazı, ‘60’lı yılların çok kısa bir özeti. Özete giriş belki de… Kim bilir, belki sonrasında bu dönemi tamamlar, oradan ‘70’li yıllara geçer, yavaş yavaş ilerleyerek bugüne uzanırım…

İKİ DARBE ARASINDA YAŞANANLAR

Türkiye’nin ‘60’lı yılları darbeyle başladı, darbeyle bitti. 27 Mayıs 1960’ta Cemal Gürsel’in komuta ettiği Millî Birlik Komitesi, yönetime el koydu. Sabaha karşı radyolarını açanlar, “Dikkat… Dikkat… Muhterem vatandaşlar, radyolarınızın başına geçiniz. Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra size hitap edecektir,” anonsunu müteakip Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in tok sesini duymuştu: “Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır.”

Darbenin sonrasında Milliyet’te yayımlanan Ömer Sami Coşar - Abdi İpekçi imzalı “İhtilâlin İçyüzü” başlıklı dizinin 6 Temmuz 1962 tarihli 41 numaralı nüshasında o güne ait enteresan bir bilgi var: “Saat dördü geçmiş, ihtilâli ilan etmesi beklenen Ankara Radyosu’nun sesi çıkmamıştı. Durumu müzakere ettiler. [Orhan] Erkanlı derhal İstanbul Radyosu’nu faaliyete geçirip ihtilâli buradan ilan etmeyi ileri sürdü. Radyoevinin kumandasını eline almış olan Binbaşı Kenan Ersoy yayın odasında, mikrofon başındaydı. Plak dolabına koşmuşlar, kilitli bulmuşlardı. Fakat bereket versin o gece yayın kapanırken çalınan İstiklal Marşı plağı kaldırılmamış, masa üzerinde unutulmuştu. Zaten o gün en fazla lazım olan plak da bu değil miydi?” Yukarıda bir kısmını andığım bildiri, İstiklal Marşı’nın çalınmasını müteakip, 04.36’da vatandaşa ulaştırılmıştı.

1965 seçimlerinden önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni (CKMP) kuran Türkeş, 1969’da düzenlenen olağanüstü kongrede partisinin adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirdi ve bilhassa ‘70’li yıllarda solcu gençlerin korkulu rüyası hâline geldi. Onun liderliğinde örgütlenenler öldürüyordu, korku buradan. Çakışmaların baş sebebi de bu. Dönemin başbakanı olanları seyretmekle yetiniyor, onu uzaktan destekleyen Türkeş’le birlikte adım atıyordu. Sonrasında yolları kesişecek ikilinin siyaset sahnesindeki yolculuğu da aynı dönemde başladı. Türkeş’in siyaset sahnesine lider olarak girdiği yıl, Türkiye, Süleyman Demirel’le tanıştı. 10 Ekim 1965’te yapılan seçimleri Adalet Partisi (AP) lideri olarak kazanan bu genç, 1971 yılının 12 Mart günü verilen muhtırayla istifa etmek zorunda bırakılacak, akıllarda Öztürk Serengil’in ona hitaben yaptığı şarkı kalacaktı: “Unuttun Bizi Süleyman”. Oysa gelişi büyük coşkuyla karşılanmış, Nurtaç Altıntaç Orkestrası eşliğinde Aytaç Altıntaç tarafından seslendirilen şarkı memleketin bir lider için yazılmış ilk sivil şarkılarından biri olarak tarihe geçmişti: “Köyden geldi şehire / Buldu kendini kürsüde / Hikâyesi örnektir / Bizim gibi gençlere // Demirel Demirel / Sen çok yaşa Demirel / Halkın seni çok sever /…/ Demirel Demirel / Her gün yeni bir temel / Elin değdiği her yerde / Yükselir abideler…”

AYDIN, GÜZEL BİR YARIN ÖZLEMİ

1965 seçimleri, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 14 milletvekiliyle meclise girdiği seçim. TİP, propaganda gezilerinde farklı bir yol denemiş, Tülay German, Âşık Nesimi Çimen, Âşık İhsani gibi isimleri mitinglere çıkartmış, bir de yeni şarkı yaptırmıştı. Erdem Buri imzalı “Yarının Şarkısı”nı Tülay German seslendiriyordu: “Bir şarkı olmalı, özlemi söyleyen / Bu koyu günlerden yarına ses veren / Bir sevgi olmalı, senden de yükselen / Sonra benimle bir yarına yön veren // Bir umut olmalı gözlerinde senin / Gözlerimde benim yarına erişen / Bir yarın olmalı, başka türlü bir şey / Bir aydın, bir güzel yarına varmalı…”

Tülay German, 1964 tarihli plağı “Burçak Tarlası”yla Anadolu-pop’un başlama vuruşunu yapmıştı. TİP’in meclise girmesi şaşırtıcı değildi zira müzik, sinema ve edebiyat aynı anda yüzünü kentten köye dönmüştü. Anadolu-pop, kolejli çocukların birbirlerinden öğrendikleri türküleri Batı sazlarıyla yorumlamasıyla oluşmuş bir türdü. Başta isim konusunda bocalamalar yaşandı ama ‘60’lı yılların son deminde Moğollar bu türe adını koydu. Ekip, türkü tadında besteler ve yeni türkülerle türü zenginleştirdi, etki alanını genişletti, etkin olduğu süreyi uzattı. Elbette yandaşlarıyla, yoldaşlarıyla…

Darbeyi izleyen günlerde ilk kez sahne alan hevesli bir genç, ‘60’lı yılların ikinci yarısında adından söz ettirecek, sonrasında attığı adımlar Batı müziğinin seyrini değiştirecekti. Söz Barış Manço’da: “1960 ihtilalinden hemen sonraydı. Caddebostan Budak Sineması’nda hazine yararına bir konser düzenlenmişti. İlk profesyonelliğe atılışım o gecedir.” Önce türküleri twist’e uyarlayan, sonrasında “aranjman”a göz kırpan, nihayet Anadolu ezgilerini kendine pusula olarak belirleyen Manço’nun “Dağlar Dağlar”ı bir kırılma noktası olacaktı. “Yoldaş” Cem Karaca ise kendi deyimiyle “papağan gibi rock’n’roll söylerken” askere gidecek, bir aydınlanma yaşayacak, ‘60’lı yıllar boyu ilmek ilmek ördüğü müziğini ‘70’li yılların hemen başında halkın hizmetine sunacaktı. Aynı aydınlanmayı ‘50’li yıllarda yaşayan Erol Büyükburç ise çoktan dönemin yıldızı olmuş, şarkılarıyla ve filmleriyle gençleri etkilemeye başlamıştı.

YERLİ VE MİLLÎ MÜZİSYENLER

Biraz geriye döneyim… 1960 yılının Ağustos ayında, Türkiye Müzisyenler Sendikası’nın girişimi Millî Birlik Komitesi nezdinde kabul gördü ve çıkarılan bir kanunla, yabancı müzisyen çalıştıran müzikli mekânlar, kapılarını “yerli” müzisyenlere açmak durumunda bırakıldı. Sendika, yabancı müzisyenlerin döviz kaybına sebep olduğunu söylemiş, bu, “millî servete indirilmiş bir darbe” olarak görüldüğünden müzisyenler devlet eliyle millîleştirilmişti. Bizimkilerin yabancı müzisyenlere heves ettiği, onlar gibi çalmaya, söylemeye çalıştığı, Türkçe söylemenin ve yeni yorumun ayıp karşılandığı bir dönemdi bu. Şarkı ne kadar aslına yakın çalınırsa, seslendiren o kadar muvaffak olmuş sayılıyordu. O kadar ki “en iyi Beatles yarışmaları” düzenleniyor, yarışmayı kazananlar “Beatles tarzı müzik” yaparak gençleri çıldırtıyordu. Beatles’ın ortalığı kasıp kavurduğu, Bitliler, Bitlisliler adıyla anıldığı dönemdi bu. Onlara öykünen gençler arasında Cahit Oben 4’ün ritm giteristi Fikret Kızılok da vardı. Kızılok, aydınlanmasını, Arda Uskan’la birlikte çıktığı Şarkışla yolculuğunda yaşadı. Sivrialan’da Âşık Veysel’i ziyaret eden, onunla vakit geçiren sanatçı, döndüğünde dümeni “aranjman”dan Anadolu ezgilerine kırmış, gitarı bırakarak eline sazı almıştı.

Barış Manço’nun “Çıt Çıt Çedene”yi twist yorumuyla söylediği günlerde Öztürk Serengil, ortalığı kasıp kavuran “Abidik Gubidik Twist”i yapmıştı. Aynı dönemde, İstanbul’un iki yakasında Abidik Gubidik Gazinosu’nu işleten Serengil, bir yandan da kurduğu plak şirketiyle film yıldızlarına plak yapmaya başladı: Fatma Girik, Suzan Avcı, Hülya Koçyiğit, Vahi Öz gibi isimler tek plakta kaldı, kariyerlerini bozmadı ama Ses’in düzenlediği yarışmayı kazanarak film yıldızı olan Ajda Pekkan, Serengil’in yaptığı plakla birlikte yeni yolu müziği seçti ve ilerleyen dönemde “aranjman”ın kraliçesi oldu.

Ajda Pekkan’ın şöhret basamaklarını ikişer ikişer tırmandığı dönemde ‘50’li yılları zirvede geçiren Zeki Müren, şöhretini yaptığı yeniliklerle katlıyor ve mini eteğiyle sahneye çıkıyordu. Sahnelerin aranan yıldızıydı, plakları çok satıyordu; şiirleri yayımlanıyor, desenleri sergileniyor, filmlerde oynuyordu. Cemal Süreya, Zeki Müren’le ilgili bir yazısında onun en çok Batı müziğinden korktuğunu söylüyor… Buna rağmen (Ajda Pekkan’dan Moğollar’a) türün solistlerine kol kanat geren, onları soğurarak yörüngesine alan da Zeki Müren’di. “Batılı” saydığı Münir Nurettin Selçuk’la hiç anlaşamamış, Barış Manço’ya (amiyane tabiriyle) gıcık olmuştu. Onlarla hiç yan yana gelmemesi bundan…

“Aranjman”ın başlama vuruşunu 1961 yılında İlham Gencer yaptı: Fecri Ebcioğlu’nun Bob Azam şarkısı üzerine yazdığı sözleri “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş” adıyla plak yaptı; çok sevildi. Ancak sonrası gelmedi. “Aranjman”ın popülerleşmesi, Adamo’nun kırık Türkçesiyle “Her Yerde Kar Var”ı söylemesiyle gerçekleşti. Başta (Batılı meşhurlar öyle söylüyor diye) şarkıları aksanla söyleyenler, sonrasında Türkçe söylemeyi öğrendi. Bizden bestecilerin devreye girmesi için ‘70’li yılları beklemek gerekecekti.

KUŞ BAKIŞI 60'LAR

Anlatılacak şey çok: Petrol hamlesinden Alevi deyişlerinin yükselişine, Altın Mikrofon Armağanı Yarışması’ndan plakların ucuzlamasına ve pilli pikapların ortaya çıkışına uzanan süreç bol hikâyeli. Ancak yazıyı uzatmamak adına, tarihten küçük notlarla sona ilerleyeyim…

1960 yılında yapılan nüfus sayımı, Türkiye’de 27 milyon 754 bin 820 kişinin yaşadığını kayıt altına aldı; bunun 1 milyon 882 bin 092’si İstanbul’da yaşıyordu. Ertesi yıl yüzde 61.5 evet oyuyla kabul edilen yeni Anayasa, hâlâ memleketin en yenilikçi ve devrimci Anayasası sayılıyor. 1961, Rus kozmonot Yuri Gagarin’in uzaya çıktığı yıl. İlerleyen dönemde Şemsi Yastıman “Uzaylılar Hoşgeldiniz”le bu yolculuğa selam çakarak tarihin en eğlenceli plaklarından birine imza atacak… 1962 yılında Talat Aydemir tarafından gerçekleştirilmek istenen iki darbe girişimi kansız sonlandı, darbenin önüne geçildi ama Aydemir, asılarak cezalandırıldı. Ertesi yıl, Bayındırlık Bakanı İlyas Seçkin, şu cümleyi kurdu: “İstanbul’a köprüden önce metro yapmak gerekir” O yılın 3 Haziran’ında Nâzım Hikmet, Moskova’da öldü. Şiirleri ise ertesi yıl, 1964’te serbest kaldı, yeniden basıldı. Plakların tahtını sallayacak kasetler o yıl piyasaya sürüldü ama yaygınlaşması için biraz beklemek gerekecekti… 1965’te Karl Marx’ın “Kapital”i ilk kez tamamen Türkçeye çevrildi. Ertesi yıl, komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle Orhan Kemal tutuklandı, Yaşar Kemal, Can Yücel, Ruhi Su ve Âşık İhsani kovuşturmaya uğradı. Aynı yıl memleketin ilk otomobili Anadol piyasaya sürüldü. 1967’de İstanbul’a gelen 6. Filo’ya ait askerler Dolmabahçe’den denize döküldü. Ertesi yıl, 6. Filo’nun bir kere daha gelişini protesto etmek isteyen öğrencilere yönelik baskında Vedat Demincioğlu öldürüldü. Aynı yıl, devlet kurumlarında çalışan kadınların mini etek giymesi yasaklandı. 1969 yılında yapılan genel seçimlerde Demirel yeniden ve tek başına iktidara gelirken Amerikalı Astronot Neil Armstrong, Ay yüzeyine ayak bastı ve o meşhur cümleyi kurdu: “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım.”

Bu noktada, ‘60’lı yılları merak edenler için bulunması zor bir kaynak kitabı işaret edeyim: 15 Eylül – 24 Ekim 2012 tarihleri arasında DEPO’da düzenlenen “Uzayda Bir Elektrik Hasıl Oldu: 1960’larda Müzikli Türkiye” sergisinin, küratörü Derya Bengi tarafından hazırlanan kataloğu. Ben, çoğu bilgiyi oradan aldım. Kataloğu bulamayanlar, yine Derya Bengi tarafından hazırlanan bir başka kitaba uzanabilir: “60’lı Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük – Dünya Durmadan Dönüyor” (YKY, 2018)

Alakasız gibi görünen ama doğrudan alakalı bir soruyla gündeme bağlanayım ve yazıyı bitireyim: Anadolu Kültür bünyesindeki DEPO’da düzenlenen sergi süresince yardımını esirgemeyen Osman Kavala’nın tutukluluğu bugün 1027'nci gününde. Sahi, Kavala hâlâ neden içeride? ‘60’lı yılların özgürlük rüzgârını bugün estirmek isteyen insanlar neden özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor? Keşke bu soruların cevabını bilsek… Tarihten ders almak mümkün ama yapamadığımız tek şey bu galiba. Kim bilir, belki bir gün?

Tüm yazılarını göster