Kin: Asya polisiyesine Amerikan klişesi

Tüketmeyi sevdiğimiz halde maalesef iyi polisiye üretemiyoruz. Senaryo yazımındaki başarısızlık uyarlamalara da yansıyor ve ortaya "Kin" gibi filmler çıkıyor. Duygusu eksik, çatışması yavan..

Abone ol

Yılmaz Erdoğan'ın geçmişte yaptığı hata yüzünden hayatı alt üst olan başarılı bir cinayet şube polisini canlandırdığı "Kin", Netflix'te yayınlandı. Filmi anlatmaya geçmeden özellikle iki noktaya değinmek istiyorum. İlk olarak, evet yine bir polisiye ve yine Ahmet Mümtaz Taylan! Yurdumuz sınırları dâhilinde polisiye film yahut dizi çekilecekse Taylan'dan icazet alınıyor belli ki! Seyirciye soğuk, çalışma arkadaşına samimi (veya onlara da ters), sinirli ve küfürbaz, kısacası klasik bir Taylan izliyoruz. İkincisi Yılmaz Erdoğan, BKM yapımı olan yani bir bakıma ev sahibi sayıldığı "Kin"de "usta oyuncu" sıfatıyla kamera karşısına geçip başrolü kurulmuş fakat maalesef "Bir Zamanlar Anadolu"daki polis memuru kompozisyonunun yanına dahi yaklaşamıyor.

Filmin konusunu kısaca anmak istiyorum. Bir Güney Kore yapımından uyarlanan "Kin", başarılı ve hakkaniyetli başkomiser Harun Çeliktan ile açılıyor. Harun'u önce yılın polisi ödül töreninde, ardından il emniyet müdürünün makam aracında terfisi hakkında konuşurlarken görürüz. Ancak geçmişte Cevat Amir ile aynı birimde çalıştığı için abi-kardeş samimiyeti kurmuş Harun'un kaderi, akşam çıktığı kutlama yemeğinde değişir. Yemekten sonra bindiği taksinin şoförü Harun'u kaçırıp öldürmeye çalışır. Boğuşmadan galip çıkan komiser saldırganı öldürürken, belirsizliğe yattığı bir gecenin sabahına cesedin emniyet müdürlüğü karşısındaki bir inşaatta vince asıldığı haberiyle uyanır. Harun böylece bir yandan cesetle kendisini ilişkilendirebilecek delilleri ortadan kaldırmaya başlarken, bir yandan da cesedi oraya asanın peşine düşer. Zamanla bunun kişisel bir mesele olduğunu anlayan komiser, hiç ummadığı bir olayın ummadığı kişileri yaşamının tam ortasına soktuğunu fark eder. Elbette iş işten geçmiştir.

KORE UYARLAMASI, AMERİKANVARİ POZLAR VE 'KİN'İN VAROLUŞ SEBEBİ

Bu filmin seyircimize Türkçe sunulmasının, bir bakıma var olmasının ardında yatan motivasyon nedir? Uyarlamaların mantığını, ticari işlevini sorgulamayacağım fakat şu da bir gerçek ki bir filmi kendi dilinize, kültürünüze uyarlıyorsanız anlatı diline hassasiyet gösterirsiniz. Türkan Derya'nın yönettiği "Kin"de pek titiz davranılmamış ve Kore uyarlamalarının duygusal tarafımıza sesleniyor oluşunun rahatlığıyla yol alınmış. Korelilerle bazı duygu eşiklerimiz tutuyor, doğru ancak Asya intikam filmlerinde tabiri caizse fışkıran arzunun ve hesap sormanın ritüel biçiminde değerlendirilişinin bize hitap etmediği de ortada... Evvela biz her fırsatta "intikam soğuk yenen bir yemektir, mesela zeytinyağlı dolmadır" diyerek soğuk benzetmelere teveccüh etmemize rağmen tembel ve aceleci doğamız gereği hiçbir duygu düşünceyi demlenmeye bırakmaz, öyle kılı kırk yaran tasarılar falan geliştirmeyiz. Asya intikam öykülerindeyse şu nitelikler öne çıkar: Akılcı plan, kör tutku, yoğun işçilik ve hepsinin ötesinde sabır. Biz agresif, tembel ve anında karşılık almaya koşullanmış bir toplum olarak bu türden girift intikamlar aramayız. Derdimiz ne kadar kişisel olursa olsun!

Demem o ki Kore dramaları bir şekliyle başarılı olsalar da (tabii "başarılı" hükmü hepsi için verilemez) aksiyon ve gerilimlerin, dahası polisiyelerin aynı oranda karşılık bulmadığı görülüyor. "Kin", Kore öyküsünü zerre yerelleştirmeden anlatıyor, aktarıyor adeta! Bu aktarım neticesinde ister istemez çiğlikle karşılaşıyoruz. Oturmamış hikâyenin, iyi ifade edilememiş diğer deyişle meşruiyet kazandırılmamış intikamın çiğliği bu... Dolayısıyla filmin özündeki, hani varoluşundaki kin duygusunun olgunlaşmadığını, yani filmin henüz temelden sarsıldığını öne sürebiliriz. Oysa Derya'nın filminde başka kusurlar saymak mümkün. Platforma çekildiği her karesinden anlaşılan ve açıkçası sinema salonlarında karşılığı olmayan "Kin", diyaloglarını da Amerikan polisiyelerinde sıkça işittiğimiz klişelerle süslüyor. Müdür odalarında verilen "Bana o katili getir" türünde buyruklar, "ben efendim demekten hoşlanmam" vb. güç gösterileri ülkemiz gerçekliğine uymuyor. Tamam, her polis memuru dejenere bir örnek sayılan Behzat Amir gibi konuşsun da demiyoruz ancak nedir o pozlar? Üstelik bu öykünmeyi gölgede bırakan, senaryonun rüzgârını kesen bir karakter var: Gül Çankır. Gerçek adı Gülendam Tezel olan, intikamının peşinde genç bir oyuncu... Birkaç dizide rol almış, uyuşturucu davasına adı karışınca silinip gitmiş. Genelde tam tersi olur ya hadi silindi diyelim, kadına "çatlak" imajı çizmeye çalışmışlar. Çatlak, soğukkanlı, ukala, yer yer saldırgan... Karakter tüm bu vasıfları yüklenince dengesini ve tüm ciddiyetini yitirmiş. Zaten bu dengesizliğe ağdalı diyaloglarında şahit oluyoruz. Kadın, konuşmaktan ziyade oynuyor. Belki karakterin oyunculuk geçmişine yormalı bulunduğu mekân ve zamandan kopuk tavırlarını, bilemiyorum. Gül Çankır'ın filme girişi loş ve metruk bir ortamda, gölgeler içinde. Yine abartı, yine abartı! Diyorum ya buralar muhtemelen değiştirilmeden alınmış, haliyle gülünç kaçıyor.

DERİNLEŞTİRİLMEYEN 'ÖTEKİ MAHALLE'

"Kin"de intikam duygusunun ortaya çıkış koşulları, hangi dinamiklerden beslenip büyük tasarılar tetiklediği açıklanmamış. Gül ile abisi haksız yere suçlanıp hapse atılan ve oradan sağ çıkamayan babalarının hesabını soruyorlar. Nedir ki filmde de birkaç kez belirtilmesine, "insanlık bizim mahalleye hiç uğramadı" gibi büyük sözler edilmesine karşın öteki mahalle kurcalanmıyor. Bu kinin sınıfsal olduğunu söylemek için haklı sebeplerimiz var ve asıl mesele, "bizim mahalleye hiç gelmediniz, ilk ve son kez geldiğinizde de kötülük ettiniz" itirazından öte kardeşlerin suça itildikleri bir dünyaya gözlerini açmaları... Babanın yaşamı, derin bir yoksulluğu ve daha önemlisi çıkışsızlığı ortaya koyuyor. Bu yaşamın "çıkışsızlık" duygusuyla bildirilmesinin en açık ifadesiyse ölüm ve cinayetle son bulması... Aslında bu kodlama bizim sinemamızda da geçerlidir. Birçok Yeşilçam filmi toplumdan sürülmüş yoksul karakterin nice eziyet çektikten sonra ölümü veya katil olmasıyla, bir bağlamda duvardaki tüfeğin patlamasıyla mesaj verir: "Öteki doğduysan, öteki yaşarsın" Ölürsün değil, yaşarsın! Buradaki ölüm zaten simgeseldir ve yoksulların yaşamını ölümle özdeşleştirmektedir. "Kin"in tam da böyle bir argümanı var fakat filmde bu alan kazılmamış. Tekrar olacak ama örneğin yine Bir Kore yapımı olan "Parazit"te şiddeti sınıf kinine bağlıyor, bu kinin sistematik ötekileştirme ve daha önemlisi dayatılan çaresizlik sonucunda filizlendiğini kavrayabiliyoruz. Kısacası "Kin", intikam olgusunu senaryoda sahneleri art arda dizen bir başlangıç olarak almış fakat altyapıya dair ince çalışmamış.

OYUNCULUKLAR VE YILMAZ ERDOĞAN

Filmin iki başrolü var: Erdoğan ve Üzümoğlu. Tabii "Kin", büyük ölçüde Yılmaz Erdoğan'ın filmi... Erdoğan'ın böyle bir filme ihtiyacı var mı tartışılır. Oyunculuk kariyerinde kendini tekrara düştüğü anlaşılıyor. "Organize İşler Sazan Sarmalı", "kendi işi" olduğundan bir nebze kabul edilebilir ama böyle renksiz bir role neden soyunuyor, anlamak güç. Tiyatrocu ve yazar kökenli Erdoğan'ın filmografisine baktığımızda "Vizontele" serisini ve devamında "Organize İşler", "Neşeli Hayat" gibi filmlerde parlak performanslarını görüyoruz. Bunlar dışında başrole çok fazla bulaşmayan, ağırlığıyla sahneyi dolduran bir usta o. Hele kısacık bir rolde, Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu"da filminde karşımıza çıktığı "taşralı ve yaralı polis" rolüyle az görünse bile anlatıya çok şey kattığını ortaya koyuyor. "Kin"deki polis ise başrol olmasına rağmen güçlü çizilmemiş. Belki o his bana geçmedi, beğenenler vardır mutlaka. Karakterin iyi çizilmeyişi Erdoğan'ın elini zayıflatmış. Komiser cinayetin faili aranırken emniyet koridorlarında daha duygusal gezebilirdi mesela. İniş çıkış görmüyoruz, onun yerine suskun, çatık kaşlı, önüne bakıp geçiştiren bir Harun var filmde. Bu sakinliği, paralize hali endişesini bastırmaya çalışan karakterin tutumuna bağlayabiliriz. Harun hayatın her safhasını böyle geçmiş bir adam. Her eksiği bastırmış, her hatayı savuşturmuş. Yıllar evvel aceleye getirip kapattıkları davada zanlının masum olduğunu düşünmesine karşın Cevat Amir'e yüksek sesle itiraz edemeyen yine kendisi... Bu suskunluk günümüze taşındığında çalışma arkadaşlarına karşı bir yabancılaşma seviyesine varıyor.

Diğer başrol, teşkilatın naif polisi Tuncay rolünde karşımıza çıkan Cem Yiğit Üzümoğlu, genç ve başarılı bir oyuncu. Gözleriyle ifadesini bulanlardan... Sahneye hâkim duyguyu seyirciye geçirmekte güçlük çekmiyor. "Evlat" oyununda izlemiştim, orada da "sorunlu genç" rolünü doldurmuştu. Fakat bana kalırsa bu tip roller aynı zamanda aşması gereken çıtayı gösteriyor Üzümoğlu'na. 

Duygu Sarışın, Gül karakterinin zayıflığı neticesinde filmdeki en zayıf halka... Taylan, girişte bahsetmiştik, her polisiyenin amiri, makam koltuğunda oturuyor. Saydıklarım dışında Yadigar komiseri canlandıran Rüzgar Aksoy dişe dokunur yan rollerden fakat onun da çatışmasızlıktan, daha doğrusu yönsüzlükten mustarip olduğunu söyleyebiliriz. Aksoy küçük bir rolde oynuyor ama kiminle çatışıyor? Filmin sonunda, anlatı boyunca abilik ettiği Tuncay ile çatışıyor ama bu gerilim güdük kalmış. Yadigar komiserin, amiri Harun ile hiç karşı karşıya gelmemesi şaşırtıcı... Bu durum Harun-Tuncay çekişmesini sivriltmek için yeğlenmiş ama yan rolün öyküsünü de bir hayli zedelemiş.

"Kin" hakkında sözü toparlarken başarısız bir uyarlama olduğunu vurgulamak lazım. Tüketmeyi sevdiğimiz halde maalesef iyi polisiye üretemiyoruz. Birkaç örneği saymazsak gizem yaratamıyor, öyküyü usturuplu yayamıyoruz. Bize parlak gelen fikirler ve klişeler arasında mekik dokuyoruz. İşin tuhafı senaryo yazımındaki başarısızlık uyarlamalara da yansıyor ve ortaya "Kin" gibi filmler çıkıyor. Duygusu eksik, çatışması yavan, oyunculukları yetersiz...