Kim kendini işsiz ve gereksiz kılmak için oy ister? Yeşil Siyaset!

Yönetilme ve delege etmeye veya “birileri yapsın”a gerek duymayacak bireyler olarak, bilim ve teknolojinin de yardımıyla işlerin kolaylaştığı bir toplumsal işleyişe geçelim.

Abone ol

Ferdi Akarsu

Malumumuz olduğu üzere, sürdürülebilirliği sağlamak adına vatandaşlardan çok uluslu ve yerel sivil toplum kuruluşlarına, politikaya, akademiden iş dünyasına ve kamuya kadar bütün tarafların sorumluluğu bulunuyor. Zira Birleşmiş Milletler’in ortaya koyduğu 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı da bizlere ancak böyle bir işbirliği ve bütünsel bir yaklaşımla sürdürülebilirliğe ulaşılabileceğimizi söylüyor. Günümüzdeyse paydaş olarak siyaset ve siyasi partiler ya yok ya da belli belirsiz! Diyeceksiniz ki “kamu var işte devlet var, daha ne olsun.” Ben de diyorum ki, o iş öyle değil! Bu bağlamda iki konu hakkında bir iki kelam etmek gerekiyor.

Birincisi devlet ve devleti belirli bir süre yönetmeye hak kazanan hükümet, ayrı şeyler! Yani devlet sabit, hükümetse gelip geçicidir. İkincisiyse, düzeyi yüksek bir demokrasi ve siyasetten ari işleyebilen, kendisini zamana ve siyasi emellere karşı koruma yetisini anayasa ve benzeri yargı unsurlarıyla güvence altına almış, güçlü bir kurumsal yapı! Devleti sabit ve daim kılan unsur da bu zaten. Her ölçekte sürdürülebilirlik için gereken kararları almak ve uygulamak yıllara sair, temeli çok değişmeyen faaliyetlerle mümkün olabilecekken, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde siyaset kurumunun tutumuna göre kararlar ve uygulamalar değişebiliyor. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin paydaşları arasında devlet yine var ama kurumsal yapısı da sağlam değilse, alınan kararlar ve uygulamalar, dönemin hükümetine göre değişebiliyor ve sürdürülebilirlik hayal oluyor. Yani sürdürülebilirlik yolunda başarı için siyaset kurumunun da yeşil olması gerekiyor. Yeşil partilerin durumlarına baktığımızdaysa, etkileri istenilen düzeyde olmasa da yükselen bir trend içinde olduklarını söyleyebiliriz. Bildiğimiz diğer siyasi cenah ise sürdürülebilirlik konularında “dostlar alışverişte görsün” modunda. Almanya’da Yeşiller Partisi iyi durumda ama “tek çiçekle de bahar gelmiyor”. Peki neden?

Siyasi partiler toplumsal ve bireysel öncelikler, adalet ve eşitlik gibi ilkeler, korku gibi hisler, hayatta kalma gibi içgüdülerle şekillenirken; eğitim seviyesi, tarihi yaşanmışlıklar, yer altı ve yer üstü zenginlik oranı, ülkenin etnik yapısı, dini yapı, jeopolitik ve coğrafi konum, suni gündemler ve gibi olguların temsiliyetine göre de ülkelerde ki siyasi iklim ortaya çıkıyor. Milyon değerinde soru ise yeşil partilerin diğer siyasi akımlar gibi bir toplumsal karşılığı var mı?

YEŞİL PARTİLERİN TEMEL DAYANAĞI KORKU VE GÜVENSİZLİK

Bu noktada yeşil partilerin temel dayanağının iklim krizi, doğanın yok olması ve sosyal adaletsizlik gibi konulara dayanan, hayatta kalmaya yönelik korkular olduğu söylenebilir. Bu olumsuz durumun sorumlusu ve buna çözüm bulunması için görevli olarak gördükleri siyasi ekosisteme duydukları güvensizlik hissinin de yeşil partilere doğru yönelimlerde etkili olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum diyorum zira uzman sürdürülebilirlik profesyoneli olarak 15 yılı aşkın süredir özel sektör, kamu, akademi ve sivil toplum örgütü gibi yapıların hissiyatlarını, isteklerini ve hangi reflekslerle hareket ettiklerini gözlemleme şansına sahip oldum. Dolayısıyla yeşil partilerin toplumda her geçen gün artan bir karşılığı olacağını öngörüyorum. Tam bu noktada genel duruma baktığımızda, tespitimi doğrular bir eğilim olduğunu görebiliyoruz.

DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE YEŞİL PARTİLERİN TARİHİ

Türkiye’de ilk Yeşiller Partisi 1988 yılında, Yeşil Sol Parti ise Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi'nin birleşmesiyle 2012 yılında kuruluyor. Son kertede 2023 yılı seçimlerinde 2020 yılında kurulmak için bekletilen Yeşiller Partisi’nin eş sözcüleri, Yeşil Sol Parti çatısında seçime giriyor. Parlamentoda temsiliyet ve oy oranları dikkate alındığında dünyadaki durum, gelişmiş olanlarda biraz daha iyi ama gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde Türkiye’yle neredeyse aynı. Yol uzun yani!

Roma Kulübü’nün 1972 yılında "Büyümenin Sınırları" adlı raporunun da etkisiyle, ilk yeşil partiler Avustralya, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık‘ta 1972 yılında, Almanya'da ise 1980 yılında kuruluyor. Günümüzde Almanya Yeşiller Partisi'nin popülerliğini arttırdığını ve 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 20'nin, 2021 federal seçimlerde ise yüzde 15'in üzerinde oy alarak, üçüncü büyük parti olduğunu görüyoruz. 2019 sonuçlarına göre Fransa yeşillerinin yüzde 13,5 ve Avustralya yeşillerininse yüzde 10,4 oy aldığını görüyoruz. Çin’de konjonktür gereği, Hindistan’da ise yekten yeşil bir parti yok. İki ülkenin nüfusuna diğer Güneydoğu Asya ülkelerini de katarsak, dünyanın yarısı ediyor. 330 milyon civarında nüfus ve hâkim ekonomik gücü taşımasına rağmen genel olarak yeşil bir partinin varlık gösteremediği bir de Amerika var tabii! Genel olarak beklediğimiz düzeyin çok altında olsa bile, 2022 yılı itibariyle artan bir ivmeyle 20’nin üzerinde ülke parlamentosunda yeşil siyasetin temsiliyetini görüyoruz. Hükümet koalisyonundaysa Avusturya, Belçika, Finlandiya, Almanya, İrlanda, Lüksemburg ve Yeni Zelanda’da temsiliyet bulunuyor. Sırasıyla bu yükselen trendin ve buna rağmen yetersizliğin gerekçelerine, biraz yakından bakalım.

YEŞİL PARTİLERİN DENEYİMLERİ ARTTIKÇA DESTEKÇİLERİ ARTIYOR

Üzücü de olsa yeşil siyasi hareketin temel dayanak noktasının her geçen gün artan çevresel ve sosyal problemler olduğunu biliyoruz. IPCC’nin Mart 2023 raporuna göre sıcaklığın 1.1 derece arttığını ve 1,5 derece üstünün geri dönülmez nokta olduğunu hatırlatmak istiyorum. Öte yandan savaş ve göç gibi sosyal konularda da Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle yaşanan enerji krizi, kömüre ve nükleere geri dönüşü görüyoruz. Bir diğer önemli argümansa, gelişmişlik oranının küresel ölçekte günden güne artıyor olmasıyla, seçmen profilinin sosyo-ekonomik seviyesi daha yüksek olan yeşil partilerin de şansının arttırıyor olması. Gelişmişliğin artması aynı zamanda diğer partilerin bu sorunları çözebilme kabiliyetlerine olan güvenin azalmasına neden olabiliyor. Ek olarak, yeşil partilerin her geçen gün artan siyasi deneyimi, deneyime yönelik oy davranışını belirleyen seçmen nezdinde de “ütopik olma”, daha “dünkü çocuklar” gibi ön kabullenişlerin azalmasını sağlayabiliyor.

ROMANTİZM, TUTARSIZLIK VE FELAKET TELLALIĞI

Yanlışlara baktığımızdaysa öncelikle romantizm çıkmazını görüyoruz. Yeşil siyasetin, sivil toplum kuruluşlarının ve genel olarak yeşil hareketin önemli söylemleri arasında, günümüzde yanlış olan uygulamaların “geçmişte doğru yapıldığı” dolayısıyla “geçmiş pratiklere geri dönülmesinin çözüm olabileceği” kabullenişinin olduğunu görüyoruz. Buna dayanarak da geçmiş pratikleri herhangi bir filtreye tabi tutmadan “gelenek, döngüsel, sadakat ve kadim” gibi kavramların altında, günümüz ve geleceğe dair çözüm seti olarak tedavüle sürebiliyorlar. Bununla birlikte, post-truth ve popülist yaklaşımlarla yakınlıklar da içeren bu romantizm halinin artarak devam etmesi, yeşil partilerin ve ilgili sivil toplumun bu konuda uzmanlaşmış siyasi rakipleriyle olan rekabetinde zorlanma riski yaratıyor.

Diğer bir yanlış ise felaket tellallığı siyaseti!  Siyasi partilerin iktidarda ya da muhalefette iyi gitmeyen işleri halktan saklamak için sıklıkla başvurduğu “korkutma, felaket tellallığı” ile kitleleri kutuplaştırmaya yönelik oy devşirme eğilimini, yeşil partiler veya onlara destek veren ekosistemde de özellikle çevre konularında görebiliyoruz. Bu taktik kısa erimli olarak işe yarar gibi görünse de insanlar manipüle edildiklerini veya yanıltıldıklarını hissederlerse, korkutma taktiklerinin geri tepebilme potansiyeliyle oluşabilecek güvensizlik ve hayal kırıklığı, başarısızlık getirebiliyor. İkinci konu ise “yalancı çobanlık”. Zira ekolojik olaylara yönelik iyi ya da kötü durumlar hakkında siyaset yapmak, doğanın takviminin sıklıkla insan ömrü veya hükümette yönetme süresine göre çok daha uzun olması nedeniyle, fazla işe yaramıyor. Oy için “Denizler kirlenirse, aç kalacaksınız” dediğinizde, bu durum çoğu zaman binlerce yılda gerçekleşiyor. Bu manipülasyon yüzünden halk “kirliliği” artık önemsemediği gibi, bu yönde söylemlere itibar etmemeye, “aç kalmadık işte” demeye başlıyor.

Ön plana çıkan diğer bir zorluksa, tutarsızlık durumu! Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek bir seçmen kitlesi olan yeşil siyasi partiler, sürdürülebilirliğe zıt mesela lüks ve karbon emisyonu yüksek bir araba kullanımı gibi bir davranış sergilediklerinde, parti destekçileri tarafından hızlı bir şekilde olumsuz yönde eleştiriliyor. Tam manasıyla “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diyorlar. Oysa özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyük oranda seçmenler, lüks ve şatafatı bir güç olarak görebildiği için siyasi rekabet ortamında hem daha fazla oy alabilmek hem de tutarlı hareket etmek çok zorlayıcı olabiliyor.

GELECEK YEŞİL 

Küresel ölçekte hala güçlü konvansiyonel siyasi eğilimler söz konusu olsa bile, siyaset içinde daralma, tek tipleşme ve paradigma değişimiyle karşı karşıyayız. Yeni nesillerin artan oranda sağ-sol önemsemeden, kaliteli bir yaşamı öncelediğini görebiliyoruz. Buna bir de teknolojiyi ve elbette yapay zekayı eklemek gerekiyor. Zira hepimizin işlerini yapabileceğini iddia eden bu arkadaş, hali hazırda bazılarımızı işsiz bıraktı bile! Peki sınırsız öğrenebilme kapasitesine sahip, hayata dair birçok konuda karar verme yetkisini “ileri” butonunu tıklayarak bugünden kendisine verdiğimiz yapay zekâ, gelecekte karar alma işini alarak, siyasileri de işsiz bırakır mı? Bugünlerden farklı olacağa benzeyen geleceğin siyasi paradigmasında, adaptasyon yetenekleri açısından yeşil ve sürdürülebilirliği esas alabilen konvansiyonel partiler, daha avantajlı olabilir. Önerimse, yönetilme ve delege etmeye veya “birileri yapsın”a gerek duymayacak bireyler olarak, bilim ve teknolojinin de yardımıyla işlerin kolaylaştığı bir toplumsal işleyişe geçelim. Ve evet biliyoruz ve görüyoruz ki küresel siyasi konjonktür, idealize ettiğim yapıya henüz çok uzak! Ama bu idealize yapıya ulaşmak için sürdürülebilirliği amaçlayan yeşil partilere, önemli bir alanın açıldığını da görüyoruz. Yani kendisini işsiz ve gereksiz kılmayı amaç edinmiş bir siyasi yapı ve siyasetçi tarif ediyorum. Peki kim kendini işsiz ve gereksiz kılmak için oy ister? Cevabı size bırakıyorum.