Kendinize geliniz! Ananız avradınız olmasın lütfen

Doğada rekabet durumunda, rakip erkeklerden, bedensel olarak daha güçlü olan, diğerini döver ve konu kapanır. Söz konusu, toplumsal bir varlık olan insan olunca, sorun -ya da sorun algısı-, uygulanabilecek en etkili çözüm olmasına rağmen, yaşamın sürdürülmesi açısından en tehlikeli olan çözümün (bedensel temas) ertelenmesini zorunlu kılar. Bu durumda erkek, spermlerinin dağıtımının, rakibinden daha etkin bir yöntemle sağlanabileceğini göstermek için, kesinlikçi bir sözel anlatıma başvurur: küfür. Böylece, küfreden, kendisine küfredilen erkeğin birlikte olma olasılığının söz konusu olmadığı, belki de tek kadına yönelir: annesine.

Abone ol
.

Gülgün Türkoğlu

Analar, karılar, kızlar, baldızlar, kaynanalar, eltiler derken giderek kalabalıklaşan grupların hepsine olmasa da muhakkak birisine ait olmaktan kendini kurtaramamış bir kadın olarak diyorum ki: Yeter, artık beni satmayın; soyutlama bölgesinde oluşturulan imgemle cinsel birleşme tehditlerinize bir son verin.

-Anasını satayım!

-Anam, avradım olsun!

Her gün duymaya/söylemeye alışık olduğumuz bu sözlerle farkındalıksız bir ilişki içinde olduğumuzu düşünmeyi tercih ediyorum. Eğer öyle değilse durum vahim!

Biyolojik olarak canlılığın, evrimsel olarak çeşitliliğin sürdürülebilir olmasının önemli unsurlarından birisi olan, spermin dağılımı, “genin bencilliği” nedeni ile diğer erkeğin rakip olarak algılanmasına neden olur. Doğada rekabet durumunda, rakip erkeklerden, bedensel olarak daha güçlü olan, diğerini döver ve konu kapanır. Söz konusu, toplumsal bir varlık olan insan olunca, sorun -ya da sorun algısı-, uygulanabilecek en etkili çözüm olmasına rağmen, yaşamın sürdürülmesi açısından en tehlikeli olan çözümün (bedensel temas) ertelenmesini zorunlu kılar. Bu durumda erkek, spermlerinin dağıtımının, rakibinden daha etkin bir yöntemle sağlanabileceğini göstermek için, kesinlikçi bir sözel anlatıma başvurur: küfür. Böylece, küfreden, kendisine küfredilen erkeğin birlikte olma olasılığının söz konusu olmadığı, belki de tek kadına yönelir: annesine. Burada skor 1-0 değil 2-0’dır. Çünkü, küfreden ayrıca, küfrettiği erkeğin özenle uğramadığı; uğramaktan imtina ettiği mahrem bir bölgeye (Ödipal) girmiştir. Lacan, Ödipal fantezilerden kısmen etkilenen öznelliğin yapılanmasında, kendisini anneden henüz ayıramayan çocuğa dayatılan ensest yasağının, çocukta anlamlandırılması olanaksız, büyük bir boşluk oluşturmak suretiyle rol oynadığından söz eder. Sınırsız yaşam enerjisinin sınırlanması ile oluşan bir boşluk. İçgüdünün, sınırlarının zorlandığı bu bölgede erkek bedenen ya da sözel olarak angajman yaşamak zorunda hisseder. Karşılık vermezse, erkekliğinin sorgulanabilir olduğuna inanır. Sonuç olarak, tepki her ne kadar yetişkin bedeninden veriliyor olsa da, köken olarak çocukluk dönemine aittir.

Çevremizi, çok kararlı olduğumuza; kafamıza koyduğumuz şeyi gerçekleştireceğimize inandırmak istediğimizde “Anam avradım olsun” dememeyi tercih etmemiz, limbik sistem kaynaklı uyaranları kontrol altına alabilecek ölçüde eğitimli, kontrollü ve farkındalıklı olduğumuzun bir göstergesi olacaktır. İrdelemeye devam edersek “Anasını satayım” gibi, küfredileni aşağılarken küfredeni de, doğrudan pezevenk konumuna getiren hastalıklı bir ruh halini, aklı başında kimsenin istemeyeceği sonucuna ulaşabiliriz.

Lacan ayrıca, çocuğun dil evrenine ensest yasağıyla geçtiğine işaret eder. Dil bu aşamadan sonra bir dışlaşma ilişkisi olarak kurulur. Düşünen ile düşünce arasındaki ilişkinin sağlıklı kurulması açısından da, dil aynı zamanda, insanın kendisi ile kurduğu ilişkinin bir göstergesidir. Kendisini eylemleri aracılığı ile bir anlam varlığı olarak yapılandıran insan ruhsal, akılsal, ilkesel birliğe dönüşürken dili de kendisi ile beraber dönüşür.

Toplumsal dilin ulaştığı düzey, o toplumun ulaştığı ruhsal düzeyden ayrı bir olgu olarak ele alınamaz. Dil oluşumu çocukluktan başlar ve bir toplumun kültürünü yansıtmasının yanısıra o kültürün yeniden oluşturulması ve sürekliliğini de sağlar. İnsan, içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve bu kişiliğinde belirleyici bir rol oynar. Yapısal olarak Türk Dili, cinsiyet belirlenimi/ayrımı içermez. Oysa, sosyolojik bir yansıma olarak, eril toplumun taraflı bakış açısı ile dil kullanımı sıkıntı yaratmaktadır.

Bilinç düzeyinin bir yansıması olarak dil, ayrımcı tutumların ilk olarak dışa vurulduğu bir uğraktır. Gündelik kullanımında, dilimiz ayrımcı ve kadına şiddet içeren bir dildir. Bu kullanımlar arasında:

*Asimetrik kullanım (bilim adamı, adamdan sayılmak, adamakıllı, kızlık soyadı),

*Erkeğin norm olduğu kullanım (kadın şoför, bayan doktor, kadın yazar),

*Aşağılayıcı kullanım sayılabilir.

Aşağılayıcı kullanım örnekleri yüz kızartıcı şiddette ve boldur. Oldukça sık duyulan ağır küfürleri buraya yazamayacağım. Bunların dışındaki bazı aşağılayıcı deyim ve atasözlerini hatırlayalım:

“Hem kız, hem baldırı düz, hem de ucuz olur mu?”

“Kız gibi.” (Kullanılmamış anlamında)

“Kızını dövmeyen, dizini döver.”

“Ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez.”

“Eksik etek”

“İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez.”

“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” 

“Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası.”

“Kadın erkeğin elinin kiridir.” 

“Saçı uzun, aklı kısa”

“Karı gibi konuşma!”

Hem gizli hem de açık, baskı ve önermelerin barındığı bu türde bir dilin etkisi ile büyüyen ve bu tür tanımlamalar tarafından belirlenen bilinç sahipleri olarak erkek çocukların kadınlara saygı duymasını beklemek safdillik olacaktır. Ayrımcı ve aşağılayıcı dil kullanımının olumsuz etkisi araştırılmış ve ne yazık ki kadınların da, erkeklerin kendilerine giydirdikleri kimlik belirlenimlerinin etkisini yansıtan öz-belirlenim yaptıkları bulgulanmıştır.

Hint Avrupa Dili olan Almanca (artikel), Latin Dilleri olan Fransızca (masculin-feminin) ve İspanyolca, Semitik bir dil olan Arapça (müzekker-müennes) gibi bazı diller kelimelerin cinsiyet belirlenimleri aldıkları dillerdir. Bu belirlenimlerin kadın-erkek ilişkileri üzerindeki etkisi üzerine yapılmış kapsamlı araştırmalar ve eşitsiz dil kullanımının önüne geçebilmek için kurumsal öneriler vardır. (1), (2)

Fransızca’da bin kişiden oluşan bir toplulukta sadece bir erkek olması durumunda bile topluluğun eril artikel alması, cinsiyet belirlenimi açısından tarafsız bir dil olmasına rağmen İngilizce’de kadın woman (3) sözcüğünün kadın hizmetçi demek olan wifman’den türemiş olması ve eş/karı anlamına gelen wife sözcüğünün de bundan köken alması gibi örneklerin bolca verilebileceği açık ya da örtük bir misojeni sorunsalı vardır.

Bu dillerin kullanıldığı kültürlerde feminist dil felsefesi üzerinde çalışan araştırmacılar günlük dilin, literatürün ve giderek bilimin bile baskıcı eril yaklaşım ile kirletildiğini savlarlar ve bu konuda yapılan yoğun bir temizlik girişimi vardır. (4)

Bunlar arasında,

“...geride sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştı”

gibi cümlelerle kadınların sağlık-yaş bakımından genç ve dinamik, akıl-meslek bakımlardan ise yetkin olmalarının öneminin yok sayılması ve işe yaramazlar listesine eklenmeleri ya da bilimsel anlatımlarda ise,

“...uzun yolculuğun sonunda sağ kalan spermler, yumurtaya saldırırlar, ödülü çepeçevre kuşatırlar.” (5) gibi örnekler verilebilir.

Kadının dil aracılığı ile baskılanması, sessizleştirilmesi ve tecavüze ulaşan şiddet sarmalı konusunda, yoğun bilimsel araştırmalar yapılmıştır.

Cinsiyet ayrımcılığı sadece yaşamlarımızı değil felsefeyi bile etkilemiştir. Edebiyat ve Tarih alanlarında olduğu gibi, felsefe tarihinin yeniden, feminist bir bakış açısı ile ele alınmasında son yirmi beş yılda bir patlama olmuştur. Özellikle kadın felsefecilerin tarihsel akışa dahil edilmemiş olmaları probleminden başlanmıştır (6). 1967 yılında yayınlanan Felsefe Ansiklopedisi’nde değinilen 900 filozof arasında Wollstonecraft, Arendt veya de Beauvoir isimlerinin olmaması tepki toplamıştır (7). Mary Ellen Waithe, klasik dönemden 16 kadın filozof, 500-1600 tarih aralığında 17 ve 1600-1900 yılları arasında ise 30 kadın filozof belgelemiştir (7). Tarihte bazı felsefecilerin cinsiyetçi tutumları üzerinde de çalışmalar yapılmaktadır, bunların açık ya da gizli cinsiyet ayrımcılıkları, kadın düşmanı olmaları, eril merkezli oluşları ele alınmaktadır. Bunlar arasında Euripides, Sokrates, Plato, Aristoteles, Kant, Hegel, Schopenhauer, Nietzsche sayılabilir.

Filozofların feminist dil ile ilişkilerinin ele alınması konusunda İbn-i Arâbi’ye değinmemek büyük bir haksızlık olur. Cinsiyet belirlenimli bir ana dil konuşmasına, 13'üncü yüzyılda yaşamasına ve günümüzde bile yanlış yorumlanan bir dîne ait olmasına rağmen kendisi aydın bir felsefeci, bir hakikat aşığı ve bir feministtir. Batı’da ilk erkek feminist olan Poullain de La Barre’ın 17'nci yüzyılda yaşadığı ve kadın hakları savunuculuğundan rahatsız olan çevrelerin ölüm gözdağı vermesi nedeni ile gizlenerek yaşamak zorunda kaldığı hatırlanırsa, İbn-i Arâbi’nin değeri daha da belirginleşir.

Anne Marie Schimmel’e göre, Arâbi, dişil unsurun âlemdeki merkezi rolünü o denli vurgulamıştır ki, modern Müslüman eleştirmenler onu ‘paraseksüel sembolizm’e meyletmekle suçlamışlardır (8). Schimmel, Arâbi’nin kadınlar ile ilgili tavrının özellikle dikkate değer olduğundan söz eder ve ondan şöyle alıntılar yapar:

“Peygamberlik, imamlık ve önderliktir. Aslolan kadının imam olmasıdır, olmaz diyenlerin delil getirmeleri gerekir.”(9)

Toplumsal yansımanın dili, dilin toplumu belirlemesi açısından, dilde kadına şiddetin bilinçli olarak ele alınması gerekmektedir. Buna yönelik her türlü çaba teolojik dil, sanat dili, bilimsel dil, siyaset dili, spor dili, felsefi dil ayrımı gözetmeksizin desteklenmelidir. Kadınların özgür olmadığı bir toplumun gerçek anlamda özgürlüğünden söz edilemez. Kadının özgürleşmesini istemek yeterli değildir, uygulama alanlarında karşılığın bulunması önemlidir. Dinlere, ırklara, dillere ve cinslere karşı geliştiren her düzeydeki tutumda gözlendiği gibi, özgür olmayan tutum, kendisine sürekli olarak bir karşıt yaratan tutumdur; hep dışarıdan belirlenmeye mahkûmdur. Kadın ve erkeğin özgürlüğü, tensel karşıtlığın aşılıp insanlık potasında beraber erimelerinden geçecektir.

Başlangıç olarak, en azından, cinsiyetçi dil kullandığımızda bizi uyaranlara, dudağımızın kenarına yerleştirdiğimiz müstehzi bir ifade ile, çifte aşağılama anlamını vererek, (affedersiniz) feminist demekten vazgeçsek?

(1) Palomares, N.A. Gender-Language Consistency http://communication.ucdavis.edu/people/nap/pubs/ye-palomares-in-press-jlsp-gender-language-consistency

(2) The National Council of Teachers of English: Guidelines for Gender-Fair Use of Language http://www.ncte.org/positions/statements/genderfairuseoflang

(3) http://www.etymonline.com/index.php?term=woman&allowed_in_frame=0

(4)  Miller, C. and Swift, K. (1976) Words and Women: Doubleday Publishing

(5) Martin, E., (1996) The Egg and the Sperm: How Science has Constructed a Romance Based on Stereotypical Male-Female Roles in Feminism and Science, E. F. Keller and H. E. Longino (eds.), Oxford and NY: Oxford University Press: 103–117.

(6) Alanen L., Witt C. Feminist Reflectiıons On The History Of Philosophy Kluwer Academıc Publishers

(7)  http://pubpages.unh.edu/~cewitt/Site/My_Philosophical_Life_files/FemIntCan.pdf

(8) Schimmel, A. (2011) Ruhum Bir Kadındır: İstanbul: İz Yayıncılık. ISBN: 978-975-355-342-

1. s. 31

(9) Uludağ, S. (2009) Sufî Gözüyle Kadın. İstanbul: İnsan Yayınları. ISBN: 978-975-574-474-2