Kendine ait bir yuva: Tavan arasından tencerenin siyah dibine

Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsündeki kadın anlatıcı ve Sevim Burak’ın “Sedef Kakmalı Ev” öyküsündeki Nurperi karakterinin devindikleri “ev-tavan arası”, anı biriktirme-biriktirmeyi isteme bağlamında okunabilir mi? Bu iki öyküden yola çıkarak ev ya da yuva sahibi olmak bir kadını özgürleştirebilir mi?

Abone ol

Gamze Arslan

DUVAR - ‘Yeni bir evin içinde, düşler aracılığıyla bütünüyle bir geçmiş yaşar.’

Bachelard, evi, düşler aracılığıyla yaşamımızda yer alan farklı yuvaların birbirinin içine girmesi ve geçmiş günlerin hazinelerini koruması olarak konumlar. (Bachelard’dan uyarlayarak, s.33) Evin insanın anılarını, geçmişini, ussallığını taşıdığını söyleyebiliriz. Bu durumda Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsündeki kadın anlatıcı ve Sevim Burak’ın “Sedef Kakmalı Ev” öyküsündeki Nurperi karakterinin devindikleri “ev-tavan arası”, anı biriktirme-biriktirmeyi isteme bağlamında okunabilir mi?

Bu iki öyküden yola çıkarak ev ya da yuva sahibi olmak bir kadını özgürleştirebilir mi?

Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsündeki kadın anlatıcının tavan arasına çıktığında her adımda karşılaştığı anılar tam olarak bir yuva sahibi olmasının göstergesi gibidir. “Düş kuran kişi, üst katları, tavan arasını kafasının içinde kurar.” Hikayeden anladığımız kadarıyla “Unutulan”ın kadın anlatıcısı geçmişinde evlilikler yaşamış, flörtleri olmuş, dans etmek için her gece biriyle dışarı çıkmış, fotoğraflar çektirmiş, sevgililerinden ayrılmış, ölmüş de olsa bir anne ve baba ile yaşamış ve içinde bulunduğu “eve” sahip olmuş biridir. Bir geçmişi, bir tavan arası vardır.

'EV - TAVAN ARASI'

.

Oysa Sevim Burak’ın “Sedef Kakmalı Ev”de Nurperi’nin bir ailesi yoktur. Yanya’dan köle olarak getirilmiş, 15’indeyken 40 yaşındaki Ziya Bey’e verilmiştir. Nurperi’nin geldiği evde de bir tavan arası vardır. Kendisine ait olmayan, başkalarına (Ziya Bey’in ölmüş kardeşlerine) ait eşyaların olduğu bir tavan arası. Nurperi tavan arasına çıkar. Belki de kendisiyle tek kelam etmeyen Ziya Bey’in varlığı, tavan arasındaki eşyalara ve mutfağına daha sık kaçmasına neden olur. Nurperi bir “ev” sahibi olmak için bunca sene Ziya Bey’in yanında, onun bakımı, yemeği, evin temizliği ile boğuşup durmuş, hiçbir şekilde söz hakkı olmamış, anı biriktirememiştir.

Nurperi’nin en iyi anılarından biri “Unutulan”da da bir benzerine rastladığımız “dans” anısıdır. Belki gerçekten de bir devrim olacaksa dans edilebilen bir devrim olmalıdır Emma Goldman’ın dediği gibi. Nurperi Ziya Bey’in kardeşleri Tayyar, Haydar ve Affan Bey’in daha konuşkan hallerini özlemektedir besbelli ve tavan arasında onların eşyalarıyla geçmişi yad etmektedir. Tavan arasını kabaca Bachelard’ın da sözünü ettiği gibi ussallık alanı olarak kodlarsak, Nurperi de, “Unutulan”ın kadın anlatıcısı da bu bölgeye geldiklerinde bir hatırlama anı başlar.

Tavan arası evin diğer yerlerinden daha küçük de olsa, dar, ışıksız ve sıkışık da olsa kadınların kendi anılarına bakıp özgürleşebilecekleri, “korkularını kolaylıkla ussallaştıracakları” (Bachelard’dan uyarlayarak, s.47) yegane noktadır. Nurperi’nin bir “yuva” sahibi olamayışı ve köle olarak, köksüz bir şekilde bu eve getirilmesi “Unutulan”ın kadın anlatıcısından farklı kılar onu. “Unutulan”ın kadın anlatıcısı, eski sevgilisiyle kavga ettiğinde evden çıkıp şimdiki sevgilisiyle tanışabilen, besbelli evliliğe inanmayan ve kendi içsel özgürlüklerini gerçekleştirebilen bir kadındır.

Tavan arasına çıkış bütün geçmişin, anının ve bilinçdışında çözülememiş olanın açığa çıkması gibidir. Tozlu, korkutan ve sıkça da şaşırtan. Unutulan bir eski sevgili burada kadının içsel özgürleşmesini bir anda sekteye uğratır.

“Unutulan”daki kadın anlatıcı ilk kocasından boşandıktan sonra taşındığı bu eve sahiptir. Kira bile olsa ev belli ki onundur. Ölü eski sevgilisi de, şimdi hayatında olan insan da bu eve gelmiştir. Bu anlamda sorumuzu yineleyebiliriz. Ev ya da yuva sahibi olmak bir kadını özgürleştirebilir mi?

'YUVA'

Nurperi’nin evlenip kırk sene beklediği ve sonunda da yine o eve sahip olamadığı durumu ele alalım. Nurperi’nin kafasında, mutfak ve merdiven boşluğu arasındaki yaşantısı akıp giderken bir gün bu eve sahip olma dürtüsü yatar. Mülk sahibi olmaktan öte, bir “yuvaya” sahip olmaktır açık ki bu. Nurperi “Unutulan”daki kadın anlatıcı kadar seçme hakkına sahip değildir. Bu nedenle Ziya Bey’in ölmesiyle yuvasını kurmayı planlar. Özlediği Tayyar Bey, Affan ve Haydar Bey’lerin eşyalarını satar gizlice Üsküdar çarşısında, gizlice rakı içer, Ziya Bey’in yaşlılığını ve ölmek üzere olduğunu ona göstermek için tükürük hokkalarını ve oturakları çıkarır.

Çünkü Nurperi bir yuva ve yuva ile gelebilecek anıları, ussallığı istemektedir. “Unutulan”daki kadın anlatıcı gibi fotoğraflar çektirmek ya da eski pabuçlarını ayağına geçirmek istemektedir.

Victor Hugo Quassimado için, “Katedral, sırasıyla yumurta, yuva, ev, vatan, evren olmuştur. Hatta salyangozun kendi kabuğunun biçimini alması gibi, onun da katedralin biçimini aldığı bile söylenebilirdi. Orası onun barınağı, kovuğu, kabuğuydu...” der. “Unutulan”daki kadın anlatıcının “yuvası” da tavan arasında attığı her adımda ayağına takılan anılarıdır.

Kadın anlatıcı bir aileye, eski evliliklere, eski sevgililere, eski fotoğraflara sahip olarak tam anlamıyla bir yer edinmiştir bu evrende kendisine. İstediği an “başka bir eve çıkmış olabilirdim, bir daha hiç görmeyeceğim birine bırakmış olabilirdim bütün bunları,” diyerek bu anılardan vazgeçebilir.

'EV'

.

Bu tavan arası anıları onundur, hafızada eksik ve tozlu kalsa da bu anılardan dilediği vakit vazgeçebilir çünkü onun yuvası, içinde bulunduğu bu “ev” değildir. Yuvası tam olarak bilinçdışında biriktirdikleridir. Yanında başka “ev”e götürebileceği anıları birikmiştir.

Nurperi biriktirememiştir. O “tıpkı Zembul gibi eril sistem tarafından yersiz yurtsuz bırakılmış, kenara itilip cezalandırılmış bir kadındır.”5 Nurperi ileride sahip olmayı dilediği evin içinde pek fazla anıdan söz etmez bize. Bir dans anısı vardır, Tuna Dalgalarında topuklarıyla karınca yuvalarını eze eze ettiği, bir de sürekli şiirsel olarak devreye giren “GELDİLER” kelimesi. “GELDİLER” kelimesi Nurperi Hanım'ın hayatına sürekli birilerinin saldırdığını gösterir.”

Nurperi Hanım için dans anısı ve evi elinden alabileceklerinin korkusu vardır sadece. Bir de Ziya Bey’in kardeşleri için söylenen “akşamüstleri evin içi soğuyunca pelerinlerini giyerlerdi. Üç kardeş neşeli ve kalın sesliydiler,” diye geçen anı... Nurperi’nin özlem duyduğunda tavan arasına çıkıp kılıçlarıyla, kalpakları ve nişanlarıyla oyalandığı bir anıdır bu.

“Unutulan”a ve “Sedef Kakmalı Ev”e baktığımızda ikisinde de ölü-ölmesi beklenen-ölümüne şaşırılan erkek karakterler vardır.

“Unutulan”ın kadın anlatıcısı besbelli bu ölümün farkına bile varmaz, eski sevgilisinin silahla intiharını, “Duydum mu yoksa? Bir keresinde yukarıda bir gürültü olmuştu galiba; rüzgar bir kapıyı çarptı sanmıştım,” şeklinde yorumlar. “Sedef Kakmalı Ev”in üçüncü tekil şahıs anlatıcısı ise, Ziya Bey’in ölümünü “Ziya Bey’in evi kendi üstüne yapmasının sırası gelmişti. Kırk yıldır bunu bekliyordu. Ölümden söz açmadı. Ziya Bey, evi unutmuş göründü”9şeklinde ifade eder. İki kadının “hayatlarındaki erkeklerin” ölümüne karşı gösterdikleri tepki bu anlamda birbirinden oldukça farklıdır.

“Unutulan”ın kadın anlatıcısı, Fatih Özgüven’in dediği gibi “bütün hayatınca sürekli ilgi aradığı” söylenen kadın; öteki kitaplardaki erkek anlatıcıların derdini bir türlü anlamayan, anlamamakta direnen her şey gibi, toplumun bütün geri kalanı gibidir. Atay kadını anlatıcı konumuna getirirken, ölü erkeği kadın anlatıcısı ile daha fazla ön plana çıkarır. “Unutulan”ın kadın anlatıcısı bir yuvaya, anılara ve geçmişe sahipken yine de bir erkek tarafından belirlenmektedir.

Kadın anlatıcı “(Çünkü’yü cümlenin başında söylemeliydim; şimdi kızacak. Evet, her an onun sözlerini düşünerek yaşadım, şimdi acaba ne der diye düşündüm.)”, “Görünüşüme bakma, içim öldü artık diye korkuturdu beni. İnanmazdım. Öyle şeyler bulup söylerdi ki öldüğü halde. Belki beni izliyor gene,” diyerek erkeğin sesini sürekli duyurur bize. “Unutulan”ın kadın anlatıcısı ölü eski sevgilinin baskın sesini sürekli duymuş gibidir.

Nurperi ise köle olarak geldiği evde kendi özgürlük alanlarını yaratmaya çalışır, erkeğin sesini susturmaya, özgürleşmeye. Belki de kedisine Fahri adını, Salah Birsel’in yorumundaki gibi Menlikli Fahri Bey adında bir sevdalısı olduğu için koymuştur. Nurperi yirmi yıldır rakı içer mutfakta, tavan arasındaki Ziya Bey’in ölen kardeşlerine ait eşyaları Üsküdar çarşısında satıp, evin içinde kendi özgürlüğünü, sesini arar. Bu nedenle de Ziya Bey’in tabutunun gidişi sırasında “kederli saymaz kendisini”. Tabutu çocukların hoşuna gidecek uçurtmaya, uçurtmayı da rakı içtikten sonraki haline benzetir.

'ERKEKLERE SESLENİŞ'

İki öykünün finalinde de kadınların ölen “erkeklerine” seslendiği anlar vardır. “Unutulan”da kadın anlatıcı “Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?” der, Nurperi ise “Ziya Bey, Ziya Bey,” diye cızıklar.” “Unutulan”daki kadın anlatıcının ölü eski sevgiliye seslenmesinin ardından tekrar korunaklı evine, aşağıya, hayatındaki yeni erkeğe seslenmesini görürüz. Kadın anlatıcı “yuva”sına geri döner, anıları tavan arasındadır hâlâ. Nurperi ise anı yaratmak için istediği o “yuva”ya sahip olamaz. Evi on kişi, dört parçaya bölüp götürür. Nurperi de tencerenin siyah dibine yapışıp kalır.