Kemal Sahir Gürel: Hükümetin medya baskısı dizileri tektipleştiriyor

Dizi müzikleriyle ses getiren Kemal Sahir Gürel, şu sıralar 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın müziklerini yapıyor. Türkiye’de dizilerde özellikle son yıllarda hızlı bir içeriksizleşme yaşandığını belirten Gürel, “Hükümetin medya üzerindeki baskısı ve bundan dolayı yapımcıların ‘risk taşıyan’ projelere girmemeleri nedeniyle dizilerde de bir tektipleşme yaşanıyor. Siyasi angajmana uygun ‘kahramanlık’ dizileri, ‘muhafazakâr’ bir kesimin kültür ve dünya anlayışına uygun içerik ve diyaloglarla oluşturulan senaryolar çekiliyor. 90 ve 2000’li yılların birbiriyle içerik ve kalitesiyle yarışan dizileri yok artık” diye konuşuyor.

Abone ol

DUVAR - Müzik nerede Kemal Sahir Gürel orada. O, dizi - film müzikleri, müzik yönetmenliği ve aranjörlük yapıyor. Kendisini kaval sanatçısı olarak tanımlasa da bağlama, gitar, perküsyon, flüt gibi enstrümanlara da hakim. Biz onu ‘Hatırla Sevgili’, 'Elveda Rumeli', ‘Sultan Makamı’ gibi dizilere yaptığı müziklerle tanıyoruz. Şimdilerde 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz' dizisindeki eserleriyle yine büyük beğeni topluyor. Ancak dizinin içeriğine dair birtakım eleştirileri var müzisyenin. Dizinin giderek doğallığını kaybederek ‘muhafazakâr’ ve ‘örnek bir aile’ tablosuna uygun bir anlatım kuşandığını söyleyen Gürel, “Bir dizi film topluma ‘biz iyi ve doğruyu temsil ediyoruz, siz de böyle olun’ dememeli. Bunu iyi bulmuyorum. Aksine hayatın karmaşık derinliklerine uzanabilen, aykırı bir dizi ilginç olurdu” diyor. 1984’ten beri müzik piyasasının içinde yer alan Gürel’in birkaç sitemi daha bulunuyor. Türkiye’deki tüm müzisyenlerin 'kanser hücresi' diye tanımladığı telif meselesi bunlardan biri. İnsan hakları ve özgürlükler gibi telif düzenlemelerinin de aşama kaydetmediğini ifade eden Gürel, Batı’daki sanatçılar gibi telif gelirleriyle uzun seneler sorunsuzca yaşamanın bir hayal olduğunu söylüyor.

Kemal Sahir Gürel

Kaval, bağlama, gitar, perküsyon, flüt gibi birçok müzik enstrümanına hakimsiniz. Enstrüman hâkimiyetinin artılarından bahsedecek olsanız neler söylersiniz?

Bağlama ve kavala konservatuvar öncesinde başladım. Perküsyonu da hemen hemen bütün müzik hayatım boyunca kullandım. Fakat zamanla ‘enstrümanist’ özelliğim, ‘besteci ve düzenlemeleci’ (Aranjör) şekline dönüştü. Bu, sahnelerden çekilip daha çok stüdyo ortamında yoğunlaşmak, sürekli müzik programlarıyla çalışmak, kayıt teknolojisi ile uğraşmak ve MIDI üzerinden orkestrasyon simülasyonu yapmak demekti. Daha sonra da simulasyondaki enstrümanları gerçeği ile değiştiriyordum. Gitarı da kendi müziğimde kullandım. Bu aletleri çalıyor olmama rağmen, yaylı enstrümanlara yoğunlaşmadım. Bilemiyorum, belki öteden beri telli ve nefesli enstrümanlarla uğraştığım için olmalı. Bağlama tekniği gereği sağ elim mızraba alıştı, yay çekmek bana halen tuhaf geliyor.

Birçok enstrümanı çalabilmek, bir şarkının düzenlemesini yaparken bir partisyonda hangi enstrümanın gerekli olduğunu ya da enstrümanın hangi üslup içerisinde çalınacağını belirlemeye yardımcı oluyor. Enstrümanların karakterini tanımak, orkestral müziğin ifade gücünü, niteliğini yükseltiyor. Ama tahmin edersiniz ki bir müzisyen çalamadığı enstrümanlar için de partisyonlar yazabiliyor, enstrümanların kişiliğini hissederek onlara yaptığı müzikte etkili roller verebiliyor.

'MÜZİK, GÖRSELİ DESTEKLİYOR'

Dizi-film müzikleri, o proje için neden önemli sizce?

Müzik, bir görselin ifade gücünü varlığıyla ve yokluğuyla destekleyen temel unsurlardan biri. Nereye müzik koyacağınız kadar, hangi sahneyi müziksiz bırakmanız gerektiği de önemlidir yani. Eğer müziği bir sahnede kullanacaksanız, bu gereklilikten doğan müzik motifi, orkestrasyon, sound, enstrümanlar veya vokaller yani her şey sahnenin anlatım amacına yardım eder pozisyonda olmalı. Yani nasıl ki yönetmen veya rejisör okudukları senaryoyu, görsel teknik ve anlatımla yeniden kurgulayıp onu bir görüntü diline dönüştürüyorlarsa, film müziği de bu ifadenin üzerine yeniden kurgulanıp, tıpkı bir insanın vücudunu oluşturan organlar gibi o sahnenin bir parçası haline getiriliyor. Tabii ki kanallarda oynayan dizilere baktığımız zaman müzik vazgeçilmez bir halde. Eğer bu dizilere müziği aktif şekilde koymazsanız, dizinin izleyicideki etkisi düşüyor.

Dizi film, sinema filminden tamamen farklı bir şey. Sinemada çok farklı anlatım teknikleri kullanabilirsiniz, ağır tempoda seyreden bir kurgu oluşturabilir veya uzun süreler devam eden müziksiz sahneleri peş peşe koyabilirsiniz. Ama dizi filmde bu boşluklara izin verilmiyor. Çünkü insanlar seçtikleri bir film için sinema salonunda sabırla 2-3 saat oturabiliyor. Ama dizi filmlerde yakalamak istediğiniz geniş kitleyi, eğer çarpıcı ve dinamik bir hikâye ve görüntü diliniz yoksa ekran karşısında tutamıyorsunuz. Ekran başındaki insan öyküde cazibe, kurguda tempo, diyalogda heyecan, hızlı akan bir senaryo, iyi bir oyunculuk ve besleyici müziklere ihtiyaç duyuyor. Birçok dizide senaryo, oyunculuk veya kurgu hataları bulunan sahnelerde, müziğin o hataları kapatan bir araç olarak kullanıldığını da gördüm. Hatta yeni yayına girdiğinde yeterli düzeyde ilgi görmediğinde, dizi için yeni sözlü şarkılar bestelenerek rating’lerin kurtarıldığına da hep beraber tanık olduk.

'YÖNETMEN GEMİNİN KAPTANIDIR'

Bir projeyi kabul etmenizde en önemli kriter ne oluyor? Senaryo, yönetmen etkileri sizin için ne kadar önemli?

Güzel bir hikâye, iyi yazılmış bir senaryo ve uyumlu çalışabileceğimiz bir ekip ve prodüksiyon en temel ölçüler. Bir film veya dizi kadrosu geniş bir aileden oluşuyor. Sizin de bildiğiniz gibi senarist, yönetmen, rejisör, oyuncular, müzik, kostüm-dekor, kurgu, post prodüksiyon gibi unsurlardan oluşan büyük bir aile. Her aile üyesinin projeyi güzel hale getirebilmek için ayrı ayrı sorumlulukları var. Herkes yaratıcılığını kullanıyor sonuçta. Eğer bu aileden herhangi biri işini güzel yapamıyorsa, projenin bir sanat olarak zayıf yanlarının ortaya çıkması, izleyicideki etkisinin kırılması kaçınılmaz. Örneğin her şey güzel olur ama oyunculuk güzel olmazsa, bunun diğer yaratıcı alanlardaki verimli kadroyu aşağı çekmesi mümkündür. Elbette bir film projesinde en temel odak hikâye-senaryo, yönetmen, oyuncular ve müzik dörtlüsüdür. Bir filminin gerçek sahipleri de onlardır.Yönetmen ise bir filmin her şeyidir. Geminin kaptanı misali. Filmin müziği yönetmenin düşlediği sahnelerin görsel diliyle uyumluluk göstermelidir.

Bu, yönetmenin müzisyene yapılması gereken her şeyi birebir dikte ettiği veya direktifler verdiği bir çalışma tarzı hiç değildir. Yönetmen kendisi için önemli olan temel çerçeveyi çizer. Bazı önerilerde bulunabilir, hatta müzisyeni esinlendirebilir de. Ama son tahlilde bütün tarif edilen verilerden projeye nasıl bir müziğin yansıtılacağını müzisyenin müzikal birikimi, düş gücü ve sahip olduğu hayal dünyası ortaya çıkaracaktır. Fakat dizilerde son yıllarda hızlı bir içeriksizleşme yaşanıyor. Hükümetin medya üzerindeki baskısı ve bundan dolayı yapımcıların ‘risk taşıyan’ projelere girmemeleri nedeniyle, dizilerde de bir tektipleşme yaşanıyor. Siyasi angajmana uygun ‘kahramanlık’ dizileri, ‘muhafazakâr’ bir kesimin kültür ve dünya anlayışına uygun içerik ve diyaloglarla oluşturulan senaryolar çekiliyor artık. 90 ve 2000’li yılların birbiriyle içerik ve kalitesiyle yarışan dizileri yok artık.

'HATIRLA SEVGİLİ OLAĞANÜSTÜ BİR PROJEYDİ'

Kemal Sahir Gürel denildiğinde birçok ismin aklına ‘Hatırla Sevgili’ dizisi geliyor. Peki, size en çok keyif veren proje halkın görüşleriyle aynı mı?

‘Hatırla Sevgili’ hepimiz için olağanüstü özel bir projeydi. Benim ve arkadaşlarımın ismi de daha çok bu projede duyuldu. Fakat benim özel olarak en sevdiğim projelerden birisi, daha öncesinde Kanal D’de yayınlanan ‘Sultan Makamı’ dizisidir. Çünkü senaryosu ve dili çok derinlikliydi. Oyunculuklar ve ekip muhteşemdi. Kazım Koyuncu ile müziklerini beraber yaptığımız ve dostluğumuzu geliştirdiğimiz iki projenin sonuncusuydu. İlki ‘Hey Gidi Karadeniz’di. Fakat ‘Sultan Makamı’nı sadece elit bir kitle fark edebildi. Fazlaca rating yapmadığı için de birkaç ay sonrasında kanal tarafından yayından kaldırıldı.

'ŞEYH BEDRETTİN SİNEMAYA YANSITILMALI'

İçinde bulunmak istediğiniz, hayalinizde duran bir proje var mı?

Bu ülkede Şeyh Bedrettin hikâyesinin sinemaya yansıtılması gerektiğini düşünüyorum. Sadece düşünmüyorum, mutlak yapılmalı diyorum. 1400’lü yıllarda yaşamış, felsefesi ve hayalini kurduğu ‘insanın insana kulluk etmediği ve yarin yanağından gayri her şeyi beraber üretip beraber bölüşebildikleri, kardeşlik içinde yaşanan özgür bir dünya’ isteği ve mücadelesi bugün henüz yeterince derinden bilinmiyor. Anadolu’nun bu efsanesinin Marksist dünya görüşüyle paralellikler gösterebilen yanları bulunuyor. Film dili olarak hayal ettiğim en yakın proje sanki ‘Braveheart’ gibi duruyor. O filmi ilk izlediğim zaman aklıma hemen Şeyh Bedrettin hikâyesinin çekilmesi gerektiği gelmişti.

Türkiye'deki dizi ve film müziklerinde dinleyiciler üzerinde sözlü mü, yoksa sözsüz müzikler mi daha çok etki uyandırıyor?

Dizilerde elbette çoğunluk sözlü şarkılar dinlemek istiyor. Genellikle dizinin konusuyla iç içe geçmiş şarkıları yani. Fakat bazen sözsüz müzik temaları da çok seviliyor. Dizi müziği ile izleyicilere ulaşmak, senaryo ve karakterlerin etkisini de üzerinde taşıdığı için daha kolay oluyor. Bir dizide şarkı seviliyorsa, beyin geri planda o filmin sahnelerini veya karakterlerini hayal ederek şarkının başka bir atmosferde değişik imajlarla daha güçlü algılanmasını sağlıyor. Sinema filminde ise başka bir durum var. Sanıyorum filmin kalitesi ile ters orantılı gidiyor sözlü müziği kullanma isteği. Film kendini edebiyat, davranışlar, duygular, mekân-zaman gerçekliği üzerinden ihtiyaç duyduğu her şeyle zaten yansıtıyor. Kendi görsel dilini kullanan sinemaya -çok gerekmedikçe- müzik neden kambur olsun? Tabii müzikaller hariç. Fakat ticari filmler için aynı durum geçerli değil. Tabii ki bu tarz filmlerde müzik de izleyici sayısını artırmaya yönelik olarak baskın şekilde kullanılıyor.

'BİZDE SADECE ELİT KESİM ENSTRÜMANTAL DİNLİYOR'

Genel olarak ülkemizde enstrümantal müziğe bir ilgi var mı?

Türkçe veya Kürtçe, Fransızca veya İngilizce gibi şarkı sözüne çok yatkın diller. 70’lerden bu yana müzik ve edebiyat ilişkisinde inanılmaz bir mesafe kat edildi. Elbette sözlü müzik tutkunları çoğunlukta. Şimdiki genel geçer sözlerle yazılan popu saymazsak, halk ve divan edebiyatındaki zenginlik veya sonradan şiir veya şarkı sözü olarak yazılanların sözlü müziğe aktarıldığı kocaman bir külliyata sahibiz. Bizde müziği sadece müzik olarak dinleme etkinliği gösterenler elit bir kesim denebilir. Klasik Batı Müziği, elektronik müzik, caz, soundtrack gibi türleri özel bir kültürel birikime sahip olan kesimler dinliyor. Genel kitle ise maalesef söz duymak istiyor.

'BAKANLIK KEYFİ ENGELLEMELER YAPIYOR'

.

Birçok müzisyen telif haklarını alamamaktan şikayetçi. Sizin bu konuda mağduriyetiniz oluyor mu? İşleyişten bahseder misiniz? 

Eğer bu sandığı açarsak, kapağını bir daha geri kapatamayız. (Gülüyor) Telif konusu tüm sanatçıların ‘kanserli dokusudur’ Türkiye’de. ‘Deveye sormuşlar boynun neden eğri?’ O da demiş: ‘Nerem doğru ki?’. İnsan hakları ve özgürlükler ne aşamadaysa, telif düzenlemeleri de o aşamada. Daha iyi anlaşılması için Batı ile kıyaslama yapacağım: Batı’da 1900’lerin ilk çeyreğinde telif yasaları oluşmaya başlıyor. Bizde 1980’lerden sonra. Bugün hala bizde temel ve kapsamlı bir yasa yok. Bu yasanın hazırlandığı söyleniyor ama bunu 20 senedir duyuyorum. Sanıyorum birileri ‘bürokratlar katında’ lobi yaparak bu yasaların çıkmasını engelliyor. Gerçek yaratım sahibi sanatçılar dışında direkt ve dolaylı yayın yapan herkes, müzisyenin emeğinden para kazanıyor ve haklara gelince nalıncı keseri gibi hepsi de kendilerine yontuyor. Aralarında öyle güçlü ve zımni bir anlaşma var ki, özellikle dizi ve film sektöründe müzisyenlerin çok büyük kayıpları oluyor.

Filmlerle ilgili ise somut bir örnek vereyim. Batı’da sinema müziğine gişeden telif gidiyor. Sadece müziğe değil, senarist, oyuncu ve yönetmene de telif otomatik olarak dağıtılıyor. Bunların haklarını koruyan güçlü yasalar ve kamusal oluşumlar var. Bizde ise sinemadaki gösterim nedeniyle 60’lardan beri hiç kimseye telif gitmiyor. Bir de saçma ve anlaşılmaz bir uygulama var: Müzik CD’si yayınladığınızda Mesam veya MSG’den telif alabiliyorsunuz ama bir film dvd olarak yayınlandığında içinde kullanılan müziğiniz için telif alamıyorsunuz. Bakanlık engelliyor bunu. Neden engelliyor? Belli değil. Son derece keyfi. Konuyu toparlarsak, biz sadece aktif şekilde üretirsek geçimimizi sağlayabiliyoruz. Batı’daki sanatçılar gibi telif gelirleriyle uzun seneler sorunsuzca yaşamak bir hayal. Dedim ya bu sorunun cevabı, sokaktaki insanın da sorunsuz yaşayabilmesi meselesiyle aynı önemi taşıyor.

'Çok Sesli Kemal' lakabınız olduğunu duyduk. Doğru mu? Bu tanımlamanın hikâyesi nedir?

1980 yılının sonunda Yavuz Top’tan solfej ve bağlama dersleri alıyordum. Bir-iki sene sonra her öğrendiğim yeni halk türküsünün üzerine birkaç farklı ses daha ekleyerek onu çok sesli müziğe dönüştürmek hoşuma gitmeye başladı. O sırada Kemal isminde başka bir arkadaş daha vardı kursta. Yavuz hoca bürosundan ne zaman ‘Kemal’ diye seslense, ikimiz birden koşturuyorduk. Yavuz hoca bu durumla baş etmek için bana artık sadece ‘Çoksesli’, diğer arkadaşa da ‘Teksesli’ diye seslenmeye başladı. Git-gel, zaman içinde bu isim arkadaşlar arasında da bu şekilde anılmaya dönüştü. Ta ki, konservatuvar yıllarında ‘Kavalcı Kemal’ diye değişinceye kadar!

Albüm satışının diziler sayesinde arttığı görüşüne sizin yorumunuz ne olur?

Bunun bir gerçekliği var elbette. Fakat artık genel olarak albüm satışları yok denecek kadar az. Artık cd’ler fazla satılmıyor. Dijitalden ödeme yaparak indirilenler de genelde pop çalışmalar. Halk müziği veya etnik müzikler için kapılar giderek kapanıyor. Film müzikleri de dahil buna. Fakat ‘tutan’ bir dizinin ‘tutan’ bir şarkısı, zaman zaman aradan ticari çıkışlar yapabiliyor.

Dizi film müziklerinin yanı sıra Kazım Koyuncu, Aynur Doğan, İlkay Akkaya gibi birçok ismin albüm düzenlemelerini yaptınız. Aranjör, müzik yönetmeni, kaval sanatçısı kimliklerinizden hangisi sizi daha çok cezbediyor?

Stüdyoda yeni bir yaratımla ortaya çıkan çalışmaların hepsinden keyif alıyorum. Bestecilik ile düzenlemeyi ayırmıyorum. Ama yine de gönül isterdi ki, ağırlıkta dizi yerine sinema filmleri üzerine farklı ülkelerdeki insanlarla ortak çalışmalar yapabileyim. Yani yeni şeyler aramak, denemek isterdim.

'KÜRESEL KAPİTALİZMDE DİJİTAL DEVLERE GÖBEKTEN BAĞLIYIZ'

1984 yılından beri müzik piyasasının içinde olan biri olarak günümüze kadar yaşanan teknolojik ve sektörel değişimi ve dönüşümü nasıl değerlendirirsiniz?

Eskiden mahalle bakkalları vardı bilirsiniz; bir şey lazım olduğunda pijamayla bile evden çıkıp gidip aldığımız. Büyük marketler çıktı, bakkallar zayıfladı. Grosmarketler çıktı, bakkallar sadece sigara, ekmek ve gazete satabilen büfelere dönüştü. Birçoğu kapattı zaten. Şimdi dünyanın her yerinde aynı büyük marketler her sektörde var: Metro, Migros, Bauhaus, Medyamarkt, Saturn. Giyimde de öyle. Dünyanın bütün alışveriş merkezlerinde aynı mağazalar var: Adidas, H&M, Zara, Diesel vb...

Butik mağazalar hâlâ bunlara karşı direnmeye çalışıyor. Müziğin insanlara ulaşımı da aynı paralelde ilerliyor. Eskiden sadece küçük üreticiler, yani Unkapanı’ndaki firmaların ürettiği teyp kasetleri vardı. Sonra CD’ler çıktı. 90’ların sonlarında, hiç unutmam bir gün bir tanıdık harddisk’i ile geldi. Elinde Türkiye’nin tüm müzik külliyatı mp3 olarak duruyordu. Minik bir kutuda, kütüphaneler dolusu birikimi taşıyordu. Başkasından kopyalamış meğer. Böyle şoklar yaşadık biz. CD ve bilgisayar teknolojisinin hızlı dönüşümü, kopyalama kolaylıkları, müziğe dünyanın başka bir yerinden kolayca erişebilme imkanı, zamanla bizi başka bir gerçekle karşı karşıya getirdi. Küresel Kapitalizm’de artık iTunes, Deezer, Googleplay, Spotify, YouTube gibi digital devlere göbekten bağlıyız. Dünya müziklerini sınırsızca dinlemek istiyorsanız, artık ev kirası öder gibi bir kalem de müzik için ödeyeceksiniz. Türkiye’de aylık abonelik 10 TL idi, şimdi ne kadar bilmiyorum ama Avrupa’da 10 Euro. CD’yi bilgisayarınıza indirmek ise mağazadan yeni bir cd almakla hemen hemen aynı fiyat. Seçim sizin! (Gülüyor)

Anlaşıldığı kadarıyla genç veya aktif sanatçılar için müzik prodüksiyonu da başka yerlere evriliyor. Müzik yapmak isteyen ama kendine bir kanal yaratamayan müzisyenler için ne önerirsiniz?

Benim önerim, müzisyenlerin artık albüm yapmak veya yapımcı bir firma aramak yerine, tek tek şarkılar yaparak sosyal medyayı etkin şekilde kullanmaları. Stüdyo performansları, ev konserleri, canlı sokak performansları ve klipler en büyük araç. Bunu etkili yaptıklarında kısmen gelir sahibi olmaları da mümkün, ama orijinal ve yeni bir müzik içeriğiyle kendilerini doğal şekilde benimseterek tabii ki. Basmakalıp üretenler maalesef başarılı olamayacak. Ayrıca sokak veya sahne konserlerini de önemsiyorum. Kendini kabul ettirmek isteyen müzisyen, gerekirse ücretsiz sokak konserleri de verebilmeli. Fırsat bulduğu her yerde...

Şimdilerde ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ dizisinin müziklerini yapıyorsunuz. Bu projenin içinde olmak size ne hissettiriyor?

‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ iki minvalde ilerliyor: Biri gayet içeriden, geleneksel bir ailedeki insan ilişkilerini, kadın-erkek ilişkilerindeki duygu kodlamalarını ve ilişkilerin karmaşık yapısını bu toplumda yaşayan prototiplerle yansıtmaya çalışıyor. Ama diğer taraftan ‘mafyatik’ bir aşk, tutkular, değiştirilemeyen bir kader ve tam da bizde fazlasıyla gerçek haline dönüşmüş ‘gayrimeşru’ dünya ‘alemini’ cesaret, namus, şan gibi klişe temalar ekseninde izleyiciye yansıtıyor. Dizi ilk başladığı noktadan çok farkı bir yere geldi. Gösterildiği kanaldan dolayı sanıyorum, bazen ‘misyoner’ söylemler ve mesajlar yolluyor. Dizi giderek doğallığını kaybederek ‘muhafazakâr’ ve ‘örnek’ bir ‘aile’ tablosuna uygun bir anlatım kuşanıyor. Bir dizi film topluma ‘biz iyi ve doğruyu temsil ediyoruz, siz de böyle olun’ dememeli. Bunu iyi bulmuyorum. Aksine hayatın karmaşık derinliklerine uzanabilen, aykırı bir dizi ilginç olurdu.